Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Kadınlara en fazla uygulanan şiddetlerden biri de psikolojik şiddet. Klinik Psikolog Şinda Barış, psikolojik şiddetin toplumda çok yaygın olduğunu belirterek, “Toplum, kadını erkeklerden daha aşağıda konumlandırmaya çalışıyor. Bu şiddet çocukluktan itibaren başlıyor” diyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar yine sokaklarda taleplerini haykırıyor.
Erkek ve devlet şiddetinin hız kesmediği şu günlerde, kadınların şiddetin tüm biçimlerine karşı verdiği mücadele de devam ediyor.
Geçmişten günümüze kadar kadınlar, şiddetin birçok biçimine maruz kalıyor.
Gazete Karınca olarak Klinik Psikolog Şinda Barış ile psikolojik şiddet ve kadınların psikolojik yardıma ulaşma süreçlerini konuştuk.
Kendinizden biraz bahseder misiniz?
İstanbul’un bir ilçe belediyesinde Klinik Psikolog olarak görev yapıyorum. Çocuk ve gençlerle ağırlıklı olmak üzere yetişkinlerle de bireysel görüşmeler gerçekleştiriyorum. Hem çalıştığım ilçenin vatandaşları ile hem de belediye bünyesinde bulunan kadın sığınağından yönlendirilen kadınlar ile çalışıyorum. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında gönüllü psikoterapistlik yapıyorum. Hala gönüllüsü olduğum Tarlabaşı Toplum Merkezi’nde çocuklarla ve yetişkin kadınlarla bireysel psikoterapi ve oyun terapisi süreçlerini yürüttüm. Kadın Zamanı Derneği’nde şiddete maruz bırakılmış yetişkin kadınlar ile gönüllü psikoterapi süreçlerini yürütüyorum. Psikoterapinin herkes için ulaşılabilir olması adına gönüllülük çalışmalarım devam etmektedir.
Kadınlarla çalışırken hangi şiddet türleriyle karşılaşıyorsunuz?
Birçok kadınla birçok alanda çalışma fırsatı yakalıyoruz. Belediyede danışmanlık hizmeti verirken de sığınaktan yönlendirilen kadınlarla terapi sürecine başlarken de şiddetin çeşitli türleriyle karşılaşmamız mümkün. En çok psikolojik şiddet ile karşılaşıyorum. Çünkü “Bizde şiddet yoktur” diyen kişilerde fiziksel şiddetin olmadığını ancak psikolojik şiddetin olduğunu görebiliyoruz. Kadınlar özelinde, fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik şiddetten bahsetmemiz mümkün. Kadınların kendi parasını kazanmalarının engellenmesi ve ihtiyacı/hakkı olan maddi kaynaktan mahrum bırakılması hem ekonomik hem psikolojik şiddet örneği. Fiziksel şiddet kanıksanmış durumda toplumumuzda. “Kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” düşüncesi maalesef çok yaygın. Kadın, kök ailesinde babasından ve abisinden gördüğü şiddeti kocasından da gördüğünde erkek şiddetini normalize edebiliyor.
Çalıştığınız kurumlarda psikoterapi süreci nasıl işliyor, ne zaman, başlıyor, ne zaman bitiyor, yeterli mi, verim alınıyor mu?
Hem belediyede hem de çeşitli sivil toplum merkezlerinde danışana ücretsiz terapi desteği sunuyoruz. Belediyede de STK’larda da önemli olan nokta kadının destek almayı istemesi. Kadının talebi doğrultusunda psikoterapi süreci başlar. Belediyelerde bu psiko-sosyal destek ve danışmanlık olarak da yürütülebilmekte. Örneğin Kadın Zamanı Derneği’nde şiddete maruz bırakılan kadınlar öncelikli olmak üzere tüm kadınlara ücretsiz psikoterapi/danışmanlık hizmeti sunuyoruz. Kadınların, derneğin iletişim numarasından ulaşmaları yeterli oluyor.
Karşılaştığımız önemli noktalardan biri şu oluyor, kadınlar her zaman direkt olarak kendileri için psikoterapiye başvurmayabiliyorlar. Bazen çocukları üzerinden de ilerleyebiliyor bu süreç. Örneğin akranlarına şiddet uyguladığı sebebiyle terapiye başvuran ailelerde ev içi şiddetin de olduğunu görebiliyoruz. Annenin baba tarafından şiddete maruz bırakılması değil orada başvuru sebebi, çocuğun okul arkadaşlarına şiddet uygulaması üzerinden gerçekleşiyor, biz bunu terapi sürecinde fark edebiliyoruz. Yine aynı şekilde çocuklar için alt ıslatma, akademik başarının düşmesi, içe kapanıklık gibi sebeplerden gerçekleştirilen başvurularda aile için şiddetin tüm boyutları ile karşılaşabiliyoruz. Bu yüzden terapi sürecinde çalışma alanlarımızı revize edebiliyoruz.
Terapistin burada ihtiyacı görüyor olması da çok önemli bu yüzden. Psikoterapi sürecinde, süreçten kopan, devam etmeyen birçok kadınla da karşılaşıyoruz. Bunun birçok sebebi olabiliyor. Kadınlar içinde bulundukları şiddet döngüsünden çıkmak için hazır olmayabiliyor. Örneğin. Bazı durumlarda ise “ev içi ifşa” olarak görülebiliyor bu süreç. “Evde olanlar evde kalır, mahremimizdir” düşüncesine inandırılan kadınların süreci tamamlayamadıklarını görüyoruz. Bu da erkeğin psikoterapi sürecini nasıl baltaladığını gösteren örneklerden biri. Kadının destek almasına izin vermemek, psikoterapiye devam etmesini engellemek de şiddet örneklerinden biri.
Şiddetin temelinde ne var, şiddetsizlik için neler yapılabilir, erkek şiddetine karşı toplumun tepkisi nasıl?
Şiddetin temelinde bireysel ve toplumsal nedenler olduğunu biliyoruz. Toplumsal nedenlerin başında erkek tarafından uygulanan şiddetin toplum tarafından kabul görmesi, kadına güç gösterme ve kadın üzerinde otorite kurma aracı olarak görülmesi gibi kültürel sebepler yer almakta. Şiddet, özellikle de psikolojik şiddet toplumda zaten çok yaygın. Kadının kadın olmasından kaynaklı erkeklerden daha aşağıda konumlandırılmaya çalışılması. Bu şiddet çocukluktan itibaren başlıyor. Kız çocuklarının eğitim hayatına müdahale edilebiliyor örneğin. Sadece cinsiyetinden kaynaklı birçok hakkına erişimi engellenebiliyor. Bunun da temelinde ataerkil yapının yattığını görmek güç değil.
Kadınlar bazen içinde bulundukları şiddet döngüsünü fark edebiliyor ancak bu döngüden çıkabilmek her zaman çok kolay olmayabiliyor. Şiddet döngüsünden çıkan kadınların sonraki sürecine dair yeterli sosyal ve ekonomik destek görememesi o döngüye dönmesine sebep olabiliyor. Toplumda boşanmanın hoş karşılanmaması, ‘dul kadın’ damgalamalarının bulunması, kadının kök ailesinden ve çevresinden yeterince destek alamaması ve seçim yapmaya zorlanması gibi durumlarla karşılaştıklarını görebiliyoruz. “Çocuklarını bırak gel” örneğin çok yaygın. Kadın ya çocuklarını bırakmak zorunda kalıyor ya da şiddet gördüğü yerde kalmak zorunda kalıyor. Sığınaklardan haberi olmayan birçok kadın var mesela. Şiddet gördüğü zaman gidebileceği bir yerinin olmadığını düşünen kadının şiddet döngüsünden çıkması daha da güçleşiyor bu yüzden. Devletin, kadının ulaşabileceği sığınaklar hakkında yeterli bilgilendirmeleri yapıyor olması önemli.
Şiddet vakalarında terapiste düşen sorumluluklar nedir, nasıl bir süreç işlenmeli?
Terapistin, öncelikle yargılayıcı bir sözel ve beden dili kullanmıyor olması çok önemli. Eleştirildiğini, yadırgandığını hisseden kadınların psikoterapi sürecine devamı çok fazla gerçekleşmiyor. Bunun yanında psikoterapistin, kadının bir şiddet döngüsü içerisinde olduğunu görmesini ve bunu kadının fark etmesi için çeşitli farkındalık çalışmaları yapıyor olmasını isteriz. Psikoterapistlerin psikoterapi sürecini yönetirken de feminist bakış açısıyla bunu yapıyor olmasını bekleriz. Kadının, yaşadıklarının sadece bireysel değil, toplumdaki kadın bakış açısından, toplumun ataerkil yapısından kaynaklı olabileceğini bilmesi, kendini suçlayıcı bir taraftan bakmasını engelleyebilmektedir.