Afet sonrası toplumsal mekanizmaların çöküşünün insanlarda kaygı ve güvensizlik yarattığına dikkat çeken hekimler, travma sonrası stres yaşanmasının doğal olduğunu dile getirdi. Yine de duyguları paylaşmanın ve psikolojik destek almanın önemli olduğuna vurgu yaptılar.
Yaşanan büyük depremlerin ardından toplumun doğrudan ya da dolaylı olarak psikolojik açıdan etkilendiğine dikkat çeken hekimler, posttravmatik stres bozukluğu olarak da adlandırılan travma sonrası stres bozukluğu yaşandığını belirtiyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) üyesi Psikoterapist Evindar Karabulut ve hekim olarak Gölcük Depremi’nde çalışmış olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu konuya dair Gazete Karınca’ya konuştu.
‘Afetlerde travma sonrası stres bozukluğu gelişiyor’
17 Ağustos 1999’daki deprem sonrasında psikolojik sıkıntılar yaşayan birçok insanın durumunu takip ettiğini ifade eden Gergerlioğlu, afet sonrası uzun yılları bulan posttravmatik stres bozukluğu oluşabildiğini belirtti.
Üst üste gelen depremlerin, insanlarda ‘hiç bitmeyecek mi’ kaygısını oluşturduğu, bunun son derece sıkıntılı bir sürece işaret ettiğini belirten Gergerlioğlu, “İnsanların kendisini güvende hissetmesi lazım. Bir an evvel çok ciddi ve yeterli önlemlerin alınması, sahada seyyar çalışmaların daha yoğun yapılması gerekiyor” dedi.
‘Güvensizlik halinin bir an önce giderilmesi gerekiyor’
Hem maddi hem de manevi anlamda önemli boyutta sıkıntı halinin yaşandığına değinen Gergerlioğlu, oluşan güvensizlik halinin bir an önce giderilmesi gerektiğini vurguladı.
Gergerlioğlu, gittikleri taziye ziyaretlerinde insanlardan “Afete hızlı müdahale edilseydi binlerce kişi kurtarılabilirdi” söylemini de sıklıkla duyduklarını ifade etti.
‘Toplumsal mekanizmaların iflası herkesi etkiliyor’
Daha önce birçok afet bölgesinde görev yapmış Psikiyatrist Evindar Karabulut da olağanüstü bir durumdan geçildiğini, bu tür durumlarda toplumsal mekanizmalarının hiçbirinin çalışmamasının herkesi etkileyeceğine dikkat çekti.
Normalde güvenli olduğu düşünülen kamu binalarının çöküşüne değinen Karabulut, şunları söyledi:
Bir şey olduğunda gidip kalabileceğimiz yerler de iflas etti. Hastaneler, okullar ve yeni binaların çoğu yıkıldı. O yüzden ‘yeni binada da otursam ne kadar güvendeyim, sistem beni ne kadar beni koruyor?’ diye düşünüyoruz. Birileri bir şekilde kâr uğruna sistemi bypass ettiğinde sorunlar oluşuyor. Kurumlara güvenmiyorsanız ve geleceği inşa edemiyorsanız o zaman kendinizi güvende hissetmezsiniz. Bu deprem mevcut sistemin çökmesini tam olarak ortaya çıkardı. Kurumların hiçbir tanesi çalışamadı.
Afet sonrası yaşanan duruma adapte olmaya çalışmanın uzun süreceğini ifade eden Karabulut, şu bilgileri paylaştı:
Sayı olarak da etkilenen popülasyon olarak da şu anda Türkiye’nin en ağır travmasını yaşıyoruz. Travma bireyde ve toplumda; korku, çaresizlik, endişe, huzursuzluk, gerginlik, geleceği kaygılı görme, kendini kötü hissetme, rüya görme, suçluluk, umutsuzluk, çaresizlik, tükenmişlik, dikkat kaybı, konsantre olamama, kilo ve iştah kaybı, öfke patlaması, bazı aile içi ilişkilerde değişiklik, huzursuzluk gibi birçok ruhsal bulgu ortaya çıkarabiliyor.
‘Toplumun bir kısmında ruhsal rahatsızlık gelişebilir’
Karabulut, ekonomik zorluğun olmadığı, güvenlik, barınma, sosyal ve fiziki ihtiyaçların karşılandığı zaman toplumun yüzde 70-80’inin bir süre sonra normale dönebileceğine de dikkat çekti.
İnsanların kalacak yer bulamadığı, güvenli hissetmediği gibi durumlarda bu semptomları yaşayacağını belirten Karabulut, bunun son derece normal olduğunu vurguladı:
Hepimiz hayatta kalmak istiyoruz. Kendimizi ve sevdiklerimizi güvende hissetmek istiyoruz. Bundan dolayı da kaygı yaşayabiliriz, gayet olağandır. Temel insani ihtiyaçlar bir süre sağlansa bile, toplumun bir kısmının ister istemez ruhsal açıdan rahatsızlık geliştirme riski var. Çünkü bu durum geçtikten sonra insanlar yakınlarını kaybettikleriyle, bedensel kayıplarının ne olduğuyla, ekonomik olarak ne yaşadıkları gerçeğiyle yüzleşecekler.
‘Yaşanan ağır durumun toparlanması yıllar sürecek’
Covid-19 pandemisi, 1999 depremi gibi birçok olayın yaşandığını ve hepsinin toplumsal travmaya sebebiyet verdiğini ifade eden Karabulut, “Bunu bir milat olarak kabul edersek deprem öncesi ve sonrası olarak değerlendirebiliriz. Hayatımızı tamamen değiştirdi. Travmanın akut etkisi geçtikten sonra birçok gerçekle yüz yüze kalacağız. Kaybettiğimiz yakınlarımız için yas tutacağız ki pek çok insan sağlıklı yas tutamayacak. Sevdiklerinin nerede olduğunu, nereye gömüldüğünü bilmeyen insanlar var. Yakınları toplu şekilde gömülen insanlar sağlıklı bir vedalaşma yapamadı. Bu ağır durumun toparlanması yıllar sürecek. Travmaya direkt maruz kalan bireylerin çoğu bir şekilde psikopatolojik geliştirme riskiyle karşı karşıya” dedi.
‘Gelecekle ilgili endişe yaşanıyor’
Travmanın akut etkisi geçtikten sonra uzun vadeli kronik etkilerin çıkabileceğini söyleyen Karabulut, “Bu travmanın özgünlüğüyle ilgili ama travma sadece yakınınızı kaybetmek değil. Toplumsal sistemin iflası yaşandığı için, gelecekle ilgili endişeliyiz. Şu an depremi yaşamayan bireyler dahi ‘evim sağlam mı, deprem olursa ne yapacağım?’ gibi düşünceler içinde. Bunları cidden yaşıyorlar ve oldukça haklılar” diye konuştu.
Adaletin olmayışı öfkeye sebebiyet veriyor
Travmayı iyileştiren faktörlerin yanı sıra zarar veren etkenlerin de olduğuna dikkat çeken Karabulut, devamında şunları söyledi:
Adaletin, hakikatin olması, insanlarda dayanışma duygusunun varlığı geleceğe umutla bakmayı ve iyileşmeyi sağlayabilir. Ancak maalesef Türkiye’de bunların hiçbirine sahip değiliz. İnsanlar haklı olarak şunu düşünüyor, ‘Adalet duygusu yok. Zarar gördüm ama bunun tamiri nasıl olacak?’
Bu sisteme onay verenler, ‘bu bina yıkılmaz’ diyen müteahhitler, bina sahipleri hepsi etkilenecek. ‘Deprem öldürmez, bina öldürür’ diye bir cümle var. Şu an biz bunu yaşıyoruz. İnsanlar, ‘evimde, en güvenli olmam gereken alanda deprem oldu ve yardıma gelmesi gereken hiçbir kurum veya kuruluş gelmedi’ diye düşünüyor. İnsanlar alması gereken yardımı alamadı. Bundan dolayı öfkeliler, bunun görülmemesi onları daha çok incitiyor ve öfkelendiriyor.
‘Yanlış bilgilerin yayılması kötü etki yaratıyor’
Depremi doğrudan yaşamayanların da ‘ikincil travma’ya maruz kaldığına değinen Karabulut, deprem görüntüleri izlemenin, hikayeleri duymanın buna sebep olabileceğini belirtti.
Olağanüstü durumlarda insanların hızlı bilgi almak ve kendini korumak istediğini belirten Karabulut, yanlış bilgilerin yayılmasının kötü etki yaratabileceğini söyledi. Medyayı takip ederken sansasyonel ve teyitsiz bilgilere güvenmemek gerektiği uyarısında da bulundu.
‘Duyguları paylaşmak, acıyı konuşabilmek önemli’
Yaşanan kaygıları konuşmanın önemli olduğunu vurgulayan Karabulut, paylaşmaya hazır hisseden kişilerin konuşmasına izin vermek ve mahremiyetine saygı duymak gerektiğinin altını çizdi.
Bu süreci yaşayanların uyku ve yemek düzenini sağlayabilmesinin oldukça önemli olduğunu ifade eden Karabulut, bunların yokluğunun da ruh sağlığına etkisinin olduğunu söyledi.
Duyguları bastırmaya çalışmanın çok sağlıklı olmadığına da değinen Karabulut, sözlerine şöyle devam etti:
Hiçbir şey olmamış gibi devam edeyim, ağlamamalıyım gibi düşünmek çok gerçekçi değil. Duyguları paylaşmak, acıyı konuşabilmek önemli. Tabii buna hazır olunduğu zaman konuşmak gerektiğini tekrar söylüyorum.
‘Çocukların duygularını ifade etmesine izin verilmeli’
Çocukların kendi duygularını ifade etmelerine izin vermek gerektiğini söyleyen Karabulut, gerçeği çocuklardan gizlemenin doğru olmadığını ve bu süreçte çocuklarda uykusuzluk, altına kaçırma, hırçınlık gibi tepkilerin olabileceğini belirtti:
Depremin olduğu ve geçtiği, kendisinin de duygusal tepkiler verebileceği, bunun normal olduğu ve isterse buna dair konuşabileceğinin mesajı net biçimde verilmeli. Günlük işlevleri etkilemiyorsa çok müdahale edilmesine gerek yok.
Psikolojik destek almaktan çekinilmemeli
İnsan beyninin bir şekilde adapte olabildiğini ve durumun toparlanabileceğini ifade eden Karabulut, sözlerini şöyle tamamladı:
Daha önceki çalışma deneyimim şunu söylüyor; toplumun büyük çoğunluğu bir süre sonra bu olayı unutacak. Ancak dezavantajlı grup dediğimiz kadınlar, çocuklar, geçmişte psikiyatrik rahatsızlığı olanlar, mülteciler, depremde uzvunu kaybedenler, LGBTİ+lar, kısaca toplumun kabul etmediği ve ‘öteki’ görülenlerin travma yaşama riski yüksek. Bu grupların da ihtiyacı olduğunda çekinmeden psikolojik destek alabilecekleri alanlara ulaşması gerekiyor. Güvenilir kanallara hiç çekinmeden ulaşmaları önemli. Herkes için önemli olan bu olay her halükarda bir şekilde azalacak.