Türkiye gündeminde siyasi atmosfer yer yer kızışmaya devam ederken, siyasi partiler arasında yapılan ittifaklar konuşuladursun, şu an gündemdeki önemli konulardan biri de Anayasa değişikliğiyle “Ailenin Güçlendirilmesi” adı altında aile kavramına yeni bir tanımlama getirme tartışmaları. Elbette AKP, iktidara geldiği günden beri ‘Aile kurumu’ ile sürekli haşır neşir olmuştur. Mesela Kadın Bakanlığının ismini değiştirerek yerine ‘Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nı uygun bulmuştur. Kadını anne üzerinden tanımlayan, kaç çocuk doğurması gerektiğine dair fikir beyan eden, kadın-erkek eşitliğini fıtrata aykırı bulan bir iktidarın bu tarz bir değişikliğe gitmesi şaşırılacak bir durum olmasa gerek.
Muhafazakar politikalarıyla kendi kitlesini konsolide etmeye çalışan iktidarın “ailenin güçlendirilmesi” değişikliğine dair yazılar yazıldı, açıklamalar yapıldı, görüşler dile getirildi. Kadın örgütleri bu değişikliği, ‘Kadını daha fazla eve kapatma projesi’ olarak tanımlarken LGBTİ+ örgütler de bu değişikliğin, tıpkı Macaristan’da Başbakan Viktor Orban’ın “Aile ilişkisinin temeli evlilik ve ebeveyn-çocuk ilişkisidir. Anne kadın, baba ise erkektir” cümlelerindeki gibi heteronormatif kurallar üzerine inşa edileceğini belirttiler. Bu değişiklikler elbette, seçim öncesi muhafazakar aile yapısını motto edinen kesimlere şirin görünme çabası olarak da değerlendirilebilir.
Ancak hepsinden bağımsız olarak bir de ‘Ailenin Güçlendirilmesi’nde çok ince bir noktayı kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Özellikle; ekonomik kriz, güvensizlik, geleceğe dair umutsuzluğun olduğu bir ülkede, ailenin güçlendirilmek istenmesi tesadüf olmasa gerek. Dikkat ederseniz televizyon dizilerinde ya da filmlerde ailenin kutsallığı ve en güvenli yerin ‘Yuva’ olduğu, zihinlere sıkça kazıtılan meselelerden biri.
Özellikle sosyal medyada evlenme ve çocuk yapma furyası başlamış durumda. Yaptığı yemekleri paylaşan, ‘Daha iyi nasıl anne olunur’u madde madde sıralayanların sayısı artmış. Kelebek etkisiyle, evlenip aile içinde mutlu olma halleri her yere sıçramış. Göründüğü kadarıyla ‘Yuvayı kuran dişi kuşlar olarak kadınlara bu konuda çok rol düşüyor. Bu da aslında, bahsettiğim kadına ev dışında bir alternatif sunmayan politikaların ve algıların bir sonucu…
Güvensizlik hissi, ekonomik kriz gibi nedenlerle kadınlar evlenmek zorunda bırakılsa da istatistiklere göre boşanmalar da çok yoğun. TUİK verilerine göre; 2001’de 92 bin boşanma gerçekleşirken bu sayı 2021’de 174 bine ulaşmış. Yani son 20 yılda boşanma oranı yüzde 90 artmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da 2 yıl önce yaptığı “Gençlerimizin evlilik yaşı ilerledi. Çoğu 30’u geçkin yaşta evleniyor. Kimi evde kalıyor” açıklaması da ailenin neden güçlendirilmesi gerektiğinin işaretlerini veriyor.
Bunların yanı sıra, Z kuşağı da denilen yeni neslin ise aile kavramına çok da sıcak bakmadığını düşünüyorum. İlk reddediliş ailede başlar derler ya, bana kalırsa bu neslin de tam olarak yaptığı bu. Devletin çeşitli argümanlarla topluma empoze ettiği aileyi kutsal olmaktan çıkaran bu neslin bağımsız olmak istediği aşikar. Yani; aslında birey olmak istiyor.
AKP Kadın Kolları Başkanı Ayşe Keşir’e göre ise, “Bireyi topluma hazırlayan yegane kurum ailedir.” Evet, bireyi, devletin yanlış bulduğu politikalarına itiraz etmeyen, hakkını aramayan, baştakiler ne derse ‘olur’ veren bir gençlik yaratma iddiasında olanlar için doğrudur bu söz. Çünkü, onların bakış açısına göre, aslında devletin küçük bir arkatipi olan ailenin kutsallığına laf etmeyen birey topluma da hazır hale gelecektir.
Son söz olarak; özellikle kadınlar olmak üzere gençler, statükoculuğa itiraz eden bir tarafta dururken ‘Ailenin Güçlendirilmesi’ projesinde ne vaatler olduğunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak şöyle bir gerçeklik de var ki, kadınlar artık aile dışında bir hayat olduğunu biliyor ve bu özgürlüğün tadını çoktan aldıkları için, ailenin güçlenmesi şimdilik rafta kalacak gibi. Sınırlamalar getirilse de, yasalar kadınları bağlamıyor, istedikleri yaşamın peşinden gitmekte kararlılar. 25 Kasım Kadın Platformu’nun, bu yılki “Gelsin erkekler bildiği gibi, gelsin devlet bildiği gibi. Biz de 25 Kasım saat 19.00’da erkek-devlet şiddetine karşı Taksim Tünel’deyiz bildiğimiz gibi” sloganı da bunu kanıtlamıyor mu?