Alevi kurumları, İzmir’de ‘Aleviler: Din, beden, cinsiyet; Neşeden kedere’ sempozyumu düzenleyecek.
İzmir’de 13-14-15 Mayıs tarihlerinde ‘Aleviler; Din, Beden, Cinsiyet; Neşeden Kedere’ isimli bir sempozyum düzenlenecek.
Demokratik Alevi Hareketinin bileşenleri olan Alevi Bektaşi Kültürünü Tanıtma Derneği (ABKTD), Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD), yapılacak sempozyuma çağrı yaptı.
Yapılan çağrıda şöyle denildi:
Ülke gündeminin hiç bitmeyen yorucu ağırlığını, herkes gibi bizler de omuzlarımızda hissediyoruz. Aynı ölçüde biliyoruz ki bu yorucu, bıktırıcı, biteviye ve sonsuzca kalıcı olduğuna bizleri inandırmaya çalışan ağırlığı hisseden kimi dostlarımız, yol arkadaşlarımız bile, daha buluşma çağrı başlığımızı gördüğü anda bıyık altından müstehzi bir biçimde gülümseyebilecek ya da omuzlarını silkip geçecek ya da “vatan elden gidiyor, sizin derdiniz ne?” nidalarıyla kaş çatacaktır. Böylece her zaman yapıldığı gibi, bir topluluğun en temel iki kurucu unsurundan biri, emek rejimiyle birlikte, cinsiyet rejimi sosyo-politik alandan kültürel alana kovulmaya çalışılacak ve yine her zaman olduğu gibi, ikincilleştirilecek; gölgesi ve şayiası kendinden büyük anlatıların, beklentilerin, siyasal programların, liderlerin kuyruğunda sırasını beklemesi istenecektir!
Sırası geldi; yeni değil. Çoktan geldi! Hiçbir şeyden değilse bile, sokakları terk etmeyi reddeden kadın hareketinden, adliyeleri utanç anıtına dönüştüren ailelerden, yılmadan bıkmadan evlatlarının hesabını sormaya çalışan analardan, herkese inat doğmaktan bıkmayan gökkuşağından biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, 6284’ün yok sayılması, erkek şiddetinin cezasızlıkla ödüllendirilmesi yetmiyormuş gibi, çeşitli bahanelerin arkasına sığınılarak gerçekleştirilmek istenen ve adım adım, sessizce hayata geçirilen Medeni Kanun’la ilgili değişiklikler, akışkan bedenlere yönelik nefret suçlarının teşviki ve cezasızlığı, ötekileştirilen bedenlerin leş muamelesine tabi tutulması, farklı cinsel ve bedensel konumlanışların, aidiyetlerin ve kimliklerin sürekli olarak hedef gösterilmesi ve saldırıların kışkırtılması, ırkçılığın gündelik bir tavıra dönüştürülmesi, Aleviler de içinde olmak üzere, bu toplumu oluşturan unsurların keyfe keder bir biçimde yurttaşlık sınırlarının dışına çıkarılması…yetmiyor mu; bedenlerimizin temel politik mücadelenin hem alanı, hem konusu olduğunu göstermeye?
Bir erkeğin, karşımıza hem baba, hem dede, hem tecavüzcü, hem katil olarak çıkabildiği bu ülkede, bir çocuğun oyun arkadaşı olabilecek bir diğer çocuğu yakarak ölümüne sebep olabildiği, sokağın militarizasyonu ve terörizasyonuyla kopmaz bir bağ içinde, pandeminin dünya ölçeğinde yarattığı krizi fırsat bilen her totaliter ve otoriter yeni sağcı iktidarın uygulamalarıyla atbaşı giden, en başta ev içi şiddet olmak üzere, iktidarda kalabilmek uğruna şiddetin bütün biçimlerinin örgütlü siyasal şiddete evriltildiği bu ülkede; bir sorunumuz var: Biz, Alevilerin de! Onun için öncelikle kendi evimizden konuşuyoruz; herkesi kendi evinden konuşmaya, komşuluk pencerelerimizden sesimizi mümkün olabildiğince ortaklaştırmaya çağırıyoruz. Ama bu, şiddeti, yalnızca şiddeti konuşacağız anlamına gelmemeli. Biliyoruz ki şiddet tam da kendisinden başka şeyleri, kendisinin dilinden başka bir dilde konuşturmamak üzere işler!
Elbette bu çağrımız ve buluşmamız bir ilk örnek değil. Giderek artan bir biçimde Alevi topluluklar içinde de özellikle bir “kadın sorununun” ya da tersinden “erkeklik sorununun” varlığı, hem siyasal hem akademik-entelektüel bir ilgi görmeye başlamıştır. Ancak Alevi örgütlerinin bu artan ilgiyi, benzer bir biçimde artan bir ilgiyle ve buna uygun adımlarla karşılayabildiği ne yazık ki söylenemez. Bu anlamda bu çağrımız, her ne kadar kimi kısmi adımlar atılmış olsa da, Alevi örgütlenmesi bakımından kuşkusuz bir ilki oluşturmaktadır. Ancak bunun ötesinde, Alevi topluluklar ile kadın sorunu arasında kurulan ilişkilenme biçimlerinin artık genişletilmesi, hatta kadın sorunu söyleminin terk edilerek en başta cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunundan ve giderek politik bir alan ve konu olarak bedenlerimizden konuşmanın vakti gelmiş, geçmektedir. Bu anlamda çağrımız geniş kapsamlı bir çağrı olmasıyla diğer adımlardan ayrılmaktadır.
Açıkça saptamak isteriz ki Alevi hareketi içinde bir yandan yoğun bir yakınma konusu olarak, aynı yoğunlukta dillendirilmesine karşın, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu sürekli bir biçimde kültürel alana havale edilerek ikincilleştirilmekte ve sözüm ona daha ciddi, daha dinsel ihtiyaç ve sorunların arkasına atılmaktadır. Oysa cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu biz Aleviler için aynı zamanda tam da mevcut dinselliğimizin deneyimlenme biçimleriyle doğrudan ve kopmaz bir biçimde ilişkilidir.
Bizler, “elsiziz, dilsiziz, belsiziz” ama bu alemde cinsiyetsiz, bedensiz varlıklar olarak geziyor değiliz! Tam da farklı cinsiyetlere, farklı bedenlere, sahip değil, ait olduğumuz içindir ki cemlerimiz dem ile devran içre, bizi can kılar.
Bu çağrıyı çıkaran Demokratik Alevi hareketinin bileşenleri olarak, en başta tüm Alevi toplulukları ve onların temsilciliği iddiasındaki tüm demokratik kitle örgütlerini, Alevi örgütlerinin cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı bir tutum belgesini oluşturmaya, hazırlamaya ve deklare etmeye dönük bir adım olarak bu sempozyumumuza destek vermeye, katılmaya, yaygınlaştırmaya ama özellikle katkılarıyla bir parçası olmaya çağırıyoruz! Eğer kendimizi gururla Demokratik Alevi Hareketi olarak takdim etmeye devam edeceksek, cinsel bir demokrasi anlayışını yükseltmek ve bu taleple kendimizi bağlamak, tıpkı emek rejiminde demokrasiyi savunmak gibi ve ondan daha az önemli olmamak üzere, kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu gibi, bütün demokratiklik iddialarımızın aksine, içimizde üreyip duran anti-demokratik virüse karşı da bir aşı olacaktır!