Alişer’in babası o çocuk yaşta iken öldü. Babasını çok seven Alişer babası ölünce tekrar gelir diye bekledi. Ama o gelmedi. Umutla beklediği babası sonsuza kadar gelmeyecekti. Baba izleminin bir büyük hayal kırıklığıyla bitmesi onu üç telli curaya yöneltti. Kasım Çavuş’tan kalan üç telli tambur onun can dostu oldu. İnsanlara söyleyemediklerini ona söyledi. Kimi zaman tambur sustu o söyledi, kimi zaman tambur söyledi o sustu. Birçok kez de yürek yüreğe verip birlikte söylediler. Bu dünyanın derdini tasasını, sevincini coşkusunu tamburuyla birlikte söyledi. Annesizliği babasızlığı tamburunun nağmeleriyle unutmaya çalıştı.
Bu yıllarda içine kapanmıştı. Gençliğe adım attığı, bıyıklarının yeni yeni terlediği ve içine kapandığı o günlerden bir gün Senem’i gördü gençliğin heyecanıyla ona gönlünü kaptırdı. Senem de ona karşı boş değildi. Alişer’in bu üzgün hallerine ortak oluyordu. Ancak ceberut baba onlardan yana değildi. Sonunda Senem, “Beni kaçır!” dedi bir gün ona. Alişer’in duygusal günleriydi, hiç düşünmeden Senem’i aldı, kaçırdı. Sığınacak yer ararken GomeNezi aklına geldi, oraya kaçtılar. Kızın babası Taki, GomeNezi’yi basıp kızını geri aldı, götürüp eve kapattı, “Bir çulsuza verecek kızım yok, bu çulsuz üç telli sazla mı benim kızımı doyuracak!” diyerek aşkına ket vurdu. Muradlarına eremediler.
Bu olay onu çok etkiledi ve bir süre gerçeklerden kopardı. Orada, Gome Nezi’de, Senem’siz, eli böğründe, yapayalnız kalakaldı. Kendine gelmesi için zaman geçmesi gerekiyordu. Her dervişin bir çile dönemi vardı, Alişer bu çileyi çok erken yaşlarda çekiyordu. O dönem Yunus gibi söyledi, gezdi. Aç kaldı, soğukta kaldı, günlerce, aylarca tek insanın yüzünü germediği anlar, zamanlar oldu. Dağların, ormanların, börtü böceğin dünyasına daldı, onları anlamaya, onlarla konuşmaya çalıştı. Zeki biri olduğu için her olaydan bir ders çıkarıyor, doğanın bir dili olduğunu, doğanın bir ritmi olduğunu keşfediyordu. Bu gezginci döneminde, insanın doğadaki yerini sorguladı, gezdi, gördü, söyledi, dile getirdi.
İşte bu onun için yeni bir dönüm noktası oldu. Bu dönem devletin zulmü ve baskısının ayyuka çıktığı dönemdir. Alişer, devletin baskısını ve zulmünü gördü. Bir şeyler yapması gerektiğine o zaman kara verdi. O zaman feryat devlete gerekiyordu. Fakat devlet zalim gaddar ve büyüktü. O zaman örgütlenmek gerektiğini gördü. İşte bu süreçte Mustafa Beyle yolları kesişmişti. Müthiş bir şair olmanın yanında birçok dil bilen bu adam artık sadece ozan değil Pir Sultan gibi bir başkaldırandı. Sazı ile sözü ile bilgisi ile cesur bir savaşçı, müthiş bir taktiysen olmuştu.
Koçgiri
Alişer’in kaybedecek fazla bir şeyi yoktu. Haydar Bey ise olanlara rağmen, konağının mutluluğu ve huzuru için bir türlü kanlı çarpışmalara razı gelmiyordu. Oysa savaş olursa eğer kanlı olmak zorundaydı. Savaşı soğutmamak gerekirdi. Savaşı soğutursan heyecanı azalır, rahatlık insanların aklini çeler diyordu ozan. Akan kan kurumadan devam etmek gerekirdi. Kan öfkeyi diri tutan bir yakıttı. Öfkeyi kor bir ateşe dönüştürüyordu. İki yol kalmıştı: Biri teslimiyete diğeri direnişe gidiyordu. Alişer zulmün karşısında direnişe giden yolu seçmişti.
Ailesine ve malına düşkün biri olan Haydar Bey ise arada kalmıştı. Gençlik yıllarındaki ateşli davranışları savaşın kapıya dayanması ile birdenbire sönmüştü. Giderek uzlaşmacı biri olmuştu. Kardeşi Alişan Bey öyle değildi. O milli davasına daha fazla bağlıydı. Hedefleri uğruna malını mülkünü gözden çıkarabilirdi. Oysa Haydar Bey, onun tersine Kongra Hükümeti ve Kemal Pasa ile uzlaşarak da hakkın alınabileceğine inanıyordu. Bu yüzden Ankara’dan gelen Bitlisli Şefik başkanlığındaki nasihat heyetini konağında ağırlıyor, onların yalanlarına kanıyordu. Şefik, kendisinin de Kürt olduğunu, amacının Müslüman kanı dökmeden Qockiri’nin muvaffakiyetini sağlamak olduğunu söylüyor; böylece kavgayı yavaşlatıp Kongra birliklerine zaman kazandırıyordu. Bu tuzağı Alişan ve Alişer gördüğü halde Haydar Bey göremiyordu. Madem ölüme karşıydı neden isyanı başlatmıştı. Kürt muhtariyetini devletin getirip ona vereceğini mi sanıyordu. Cigiz Mehmet Ali de bu yüzden Haydar Bey’e kızgındı. Alişer’in söylediklerinin daha doğru olduğunu düşünüyordu.
Alişer bütün büyük davalarda bireysel hırsların ve çıkarların bozgun yarattığını söylüyordu. Kürtler milli davalarına sarılsalardı Sevr Antlaşmasındaki haklarını kullanabilirlerdi. Oysa Ankara Hükümeti’ne kanan bazı Kürt mebuslar Qockiri isyancılarını hainlikle suçluyor, Türklerin zor durumunda Kürtlerin arkadan vurmaması gerektiğini söylüyordu. Oysa asıl arkadan vuran Merkez Ordusu ve Topal Osman’ın çapulcularıydı. Diyap Ağa ve Hasan Hayri gibi şahıslar bu görüşte olanlardı. Alişer onlar gibi düşünmüyordu. Ankara’dakiler hükümeti onlara hiçbir hak vermezlerdi. Her halk gibi Kürtler de kendilerini yönetme hakkına sahipti, bunun için gerekirse mücadele etmelilerdi.
…
Bütün bunlar yaşanırken, Ankara zaman kazanmış ve kuşatma planları hazırlamıştı. Bütün sebep Koçgirililerin anayasada yazıldığı söylenen haklarının ihyasını istemesiydi. Ancak niyet böyle değildi. Alişer’in bütün öngörüleri bir bir çıkıyordu. O yüzden teslimiyet olmazdı. Bu büyük şairin yürüttüğü başkaldırı Mart 1921’de büyük bir askeri harekete uğradı. Öncesinde Millet Meclisi’nde gizli celselerde neler yapılacağına dair tartışmalar yapılmış, Koçgiri üzerine iki ordu gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Biri Sakallı Nurettin Paşa öncülüğünde oluşturulan merkez ordusuydu; diğeri Topal Osman’ın çetelerden oluşmuş bir birlikti. Ve iki koldan orantısız büyük bir güçle kuşatıldılar. Ozan dedi ki;
Koçgiri başladı herba
Sesi gitti şarka garba
İki ordu asker geldi
Dayanamadı bu darba
Eri dilo yeman yeman
Çîya girtî berf u duman
Mera bişînîn şahi merdan
Ewder mani hemu derdan
İki ordu asker gelmişti ve başlarında sabıkalı asker general sakallı Nurettin vardı. Nurettin Paşa, Osmanlının Yunanlılara karşı yürüttüğü vur kaç çete savaşların başında yer almış katliamlar konusunda deneyimli bir askerdi. Balkanlarda milis kuvvetleri komutanlığı yapmıştı. Bu sırada birçok büyük katliam gerçekleştirmiş, Mustafa Kemal ile arası çok iyiydi. Kürtleri de iyi tanıyordu. Zira daha önce Basra, Bağdat valiliği olarak bilinen bölgede 4. Tümenin komutanlığını yapmış ve Güney Kürdistan’da Kürtleri tanımıştır. Koçgiri’ye gönderilmesinin sebebi budur.
(Öyle ki Sakallı Nurettin Koçgiri’yi kanlı bir biçimde bastırdıktan sonra vekil yapılır, daha sonra yaptığı katliamdan ötürü yargılanmak istenir, Meclis’te buna dair sert tartışmalar çıkar, ancak bu yargılama Mustafa Kemal tarafından önlenir ve sonra Sakallı Nurettin cezalandırılacağına tersine Ege 1. Ordu Komutanlığına getirilir.
Alişer Koçgiri çarpışmaları sırasında esir alınamaz, yakalanamaz, devletin o kadar çabasına rağmen ele geçirilemez. Dersime geçer. Dersim’i örgütler ne ki 1937 ihaneti onu orada bulur, hayattan koparır.
Mağarada ölüm
Zeynel Topi başına toplanmış olanlara “Ankara Rayber Qopo’dan Alişer’in başını istemiş. Alişer’in başını götürürsek Dersim’e karışmayacak, askerini çekecekmiş” diyordu. Bir yandan bunu diyor Alişer’i öldürmeyi düşünüyor öte yandan Alişer’e verdiği “ikrar” boğazını sıkıyordu. İki ara bir derede kalmıştı. Lewra Alişer ile kirve olmuştu, ikrar vermişti. Şimdi nasıl ikrarını bozup, kirvesini öldürecekti? Sonra Alişer’i öldürürse alacağı ödülü ve üstüne üstlük Dersim’in kurtulacağı yalanına kendini inandırdı, kalktı yürüdü.
Hızlı adımlarla yürüyorlardı. Zeynel onlara komut veriyordu. Birkaç kişi ayrılıp, önden hızlı adımlarla uzaklaştı. Zeynel en arkada, onlardan beş-on metre geride yürüyordu. Alişer’in 18 yaşındaki yeğeni Zeynel mağaranın üstünde koyun otlatıyordu. Gelenleri görünce koşarak mağaraya indi ve amcasına haber verdi. Alişer dürbünü aldı, baktı, gelenleri tanıdı. Zarife’ye seslenerek: “Gelenlerden biri Zeynel kirve ama nedense insanların arkasından geliyor. Onun önde yürümesi gerekirdi. Sen mavzeri al şu kayanın arkasında dur, ne olur ne olmaz!” dedi. Zarife: “Ayıp olur hevalémin, kirvemize karşı mevziiye girmek ikrara yakışmaz” dedi. Sonra yeğenine “Zeynel, köpekleri tut misafirlere saldırmasınlar” diye ekledi.
İlk grup yaklaştı. Başlarındaki Mıste Sure vardı, selam verdi, Alişer’in yanına varıp omuz öpme bahanesi ile eğilirken birden silahını çekip Alişer’e ateş etmeye başladı. Neye uğradığını şaşıran Alişer “Hainler” diye bağırdı. Mağarada bulunan küçük kızlar çığlık atıp mağaranın içine doğru kaçıştılar. Anneleri evlatlarının üzerine kapaklandı Saray ve Hatun’u kucağına aldı Güllü ve Hanife’yi sepetin altına gizledi. Alişer’in yeğeni Zeynel hainlerden birinin üzerine atıldı yere yatırdı, üstüne gelen Efendiye bir el ateş etti, Efendi yaralandı, düşmedi. Efendi doğrudan yaralı Alişer’in üstüne yürüdü, tam ateş edecekken, Alişer mukabele etti. Alişer’le Efendi birbirlerine sarıldılar, düşüp kalktılar. O sırada Mısté Sure arkadan Alişer’e birkaç el üst üste ateş etti. Kurşunlar isabet etti, Alişer koptu. Bu durumu gören Zarife, Efendinin başına nişan alarak bir el ateş etti, Enfendi’nin başı parçalanıp yere yığıldı. Aynı anda çığlık atarak Hewali min ji minra go tubu / Eşim Bana söylemişti” diye çığlık attı. Baktı Alişer yerde kanlar içinde yatıyor. “Vayy hevalimin kuştin/Vay arkadaşımı, eşimi öldürdüler” diyerek Alişer’in üstüne kapaklandı. Sonra “Hevalimin ne kujin/Onu öldürmeyin” dedi yakarırcasına ve tabancasını çekti. Mıste Sure panikledi, “Zeynel” diye bağırdı. Arkadan gelen Zeynel’den yardım istedi. “Yetiş bizi bitirdiler!” diye bağırdı. Zeynel içeri girdi, bir el Alişer’in yeğeni Zeynel’e ateş etti ve yaklaşarak bir el de Zarife’ye ateş etti. Çok kolay öldüren gaddar bir adamdı. Son anda Zarife’yle göz göze geldiler. Zarife: “İkrara düşman adam!” diye son sözünü söyledi ve düştü.
İçeride savaşabilecek olanları hallettiler. Küçük kızlara ve geline dokunmadılar. Küçük kızlar annelerinin kucağında titriyorlardı. Alişer’le Zarife’nin kellelerini kesip torbaya koydular. Sandığın içindeki altınları, defterleri ve haritaları aldılar. Torbaları sırtlayıp mağaradan çıktılar. Torbaların altından kan sızıyordu. Miste Sure akan kandan kırmızıya boyanmıştı. Mağara evinin bir köşesine sinmiş kadın ve küçük kızlar Zeynel’e Topi ve arkadaşları uzaklaştıktan sonra oğul Zeynel’in yanına koştular. Zeynel kanlar içindeydi ama hala nefes alıyordu. Annesi, “Wuyy, layemin kust! / Oyy oğlumu katlettiler!” diye feryat etti. Zeynel biraz sonra uyandı, gözlerini açtı ve su istedi. Anne su verip vermeme konusunda tereddüt edince, sonra oğlunun yaşamayacağını anlayıp son isteğini yerine getirdi. Zeynel suyu yarısını içtikten sonra yıkıldı, kaldı, oracıkta öldü. Kadının ağlamaktan gözleri şişti, gözpınarları kurudu.
Seyit Rıza’nın feryadı
Haber kurşun gibi yayıldı. Seyit Rıza’ya haber ulaştığında adeta yıkıldı. Atlayıp birkaç kişiyle hemen mağaraya geldiler. Seyit Rıza başsız gövdelere bakıp feryat etti, “Hazreti Hüseyin gibi başını götürüp Dewleta Tirki’ye satacaksın. Nasıl da kıyıp başını gövdesinden ayırdın Zeyno? Mewran bile senin yaptığını yapmaz Zeynoo. Muhammed’in düşmanı! Sen nasıl o Qopo denen hainin kirmanını çevirirsin. Sen Qopo’nun def’ine ip oldun. Simdi Tujik Baba’ya yalvarsan da artık sana lanetlik indi. İkrar iman düşmanı.” Mağaranın bir ucuna gidip geliyor, cesetlere bakarak ah çekiyordu Seyit Rıza: “Ben bilemedim Zeyno’nun devlete vereceği hediyeyi. Hain Zeyno’nun devlete vereceği ne olabilir diye hiç düşünemedim. Yüklenip gidelim buralardan. Buralarda yaşamak bize haram. Babamızın, dedemizin toprağından yüklenip gidelim. Biz, bize sığınana sahip çıkamadık. Kendisine sığınan bir cana sahip çıkamayanın kapıdaki itten farkı yoktur. Biz bahtımıza sahip çıkamadık. Biz Alişer gibi bir yiğide sahip çıkmadık. Derler ki, tahtını yık bahtını yıkma. Bahtım yıkıldıktan sonra tahtı ne yapayım.”
Miste Sure adımlarını attıkça kırmızıya boyanan torbanın içindeki kafalar birbirine çarpıyor, sesler çıkarıyordu. Torbadan akan kan sırtından damlayıp yırtık paçalarını ve çarıklarını kırmızıya boyamıştı. Zeynel, düşünceli ve oldukça hızlı adımlarla yürüyordu. Miste Sure ve diğerleri ona yetişmek için bazen koşmak zorunda kalıyorlardı.
…
Büyük şairin sesini kısmak için başı kesilmişti. Ama onu ve yiğit Zarife’yi öldürenler tarihin çöp sepetindeki yerlerini alırken Alişer’in milli şiirleri, tasavvufi şiirleri, Kürtçe ve Türkçe yazdığı şiirler dilden dile dolaşıyor hala:
Ez mailim cemal tu yî
Di fikramin da xeyal tu yî
Ser dikim kîl u kal tu yî
Ez jé ki sanî catne kim çibkim
Benim çektiğimi erd u semah çekemez
Zalimin zulmü mazlumun ahı
Azim olan aşıkı ala çekemez