Onur Hamzaoğlu
Türkçe sözlüklerde “dil”, isim olarak ve birden fazla anlamda tanımlanıyor. Bunlardan ilki genellikle, “ağız boşluğunda bir organ”, diğeri “insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma” olarak ifade ediliyor. “Anadil” birçok dile köken olan, birçok dili doğuran dil anlamındadır. Başka bir ifadeyle, anadil, kendisinden başka diller türetilmiş olan dildir. Bu özelliği gereği, dilbilimcilerin çalışma alanıdır. “Anadili” ise insanın çocukken annesinden, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dildir. Herhangi bir anadilinin anadil olması, diğer bir ifadeyle, herhangi bir dilin türemesine kaynaklık etmiş olması gerekmez. Birleşik ismin sonunda bulunan tek bir harf, “i” harfi önemli anlam farklılıkları yaratmaktadır. Bu nedenlerle, anadili ile anadil birbiriyle karıştırılmamalı, yazarken de söylerken de özenli olunmalıdır.
Bu kısa anımsatma sonrasında güncel konumuza geçebiliriz. Geçen yüzyılın sonunda bilmeyen kalmamıştı. Ancak günümüzde özellikle yirmibeş yaşın altındakiler için yinelemek gerekiyor: Patriyarkal kapitalizmin 70’li yıllarda içine girdiği bunalımı çözebilmek amacıyla neoliberal politikalar uygulamaya konmuştu. Bu kapsamda günlük yaşamımızı da doğrudan etkileyen pek çok düzenleme toplumsal hayatı önemli ölçüde değiştirdi. Eğitim ve sağlık gibi insanlığın doğuştan gelen hakları bile sermaye sınıfı için birikim alanına dönüştürüldü. Sağlık ve eğitim hizmetleri toplumsal yararın yerine, bu alana yatırım yapan şirketlerin kâr edeceği biçimde yeniden düzenledi. Bu düzenlemelere karşı çıkan hükümetler, makul süre sonrasında “uyumlu-gönüllü” olanlarla yer değiştirdi.
Onlarca ülkeyle eş zamanlı olarak, Türkiye’de de seksenli yılların sonunda Dünya Bankası projesi olarak gündeme gelen “sağlıkta reform” uygulamaları toplumsal muhalefetin önemli karşı çıkışıyla yirmi yıla yakın bir süre “askıda” kaldı. Ancak, Kasım 2002’de kurulan AKP hükümeti yedi ay sonra isim değişikliği ile bu uygulamayı hızlıca gündemine aldı. Dünya Bankası’nın sağlık alanındaki projesi, AKP tarafından “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adıyla uygulanmaya başlandı ve 2011 yılının sonunda tamamlandı.
Uluslararası ve ulusal şirketlere para kazandırabilmek için kamusal kaynaklar hastane kurulsun, teknoloji ithal edilsin vb. gerekçeleriyle patronlara akıtılırken, topluma prim, katılım payı vb. adlar altında “sağlık vergisi” getirildi. Bu vergiyi öde(ye)meyenlerin hastaneye, ilaca özetle sağlık hizmetlerine ulaşımı engellendi. Bu sistemin işleyebilmesi ve denetlenebilmesi için insanların sağlık sistemine ilk başvuru yeri olması gereken birinci basamak sağlık hizmetleri de yeniden düzenlendi. Hem burada sunulması gereken hizmetin içeriği hem çalışanlar hem de buradan hizmet alanlar dikkate alınmaksızın düzenlemeler gerçekleşti. Bilimsel bilgi ve toplumsal yarar hedefiyle yapılan hiçbir uyarı dikkate alınmadı.
Ancak, COVID-19 pandemisi Dünya Bankası projesi, AKP sağlık sistemin çöküşünü görünür kıldı. Salgında insanları hastalandırmamak için sunulması gereken sağlık hizmetlerinin neredeyse hiçbiri bu dönemde sunulamadı. Salgınla mücadelenin bütün ilkeleri göz ardı edilerek, Türkiye’de 5 milyondan daha fazla sığınmacı/mültecinin yaşamakta olduğu bizzat hükümet tarafından açıklanmasına karşın, bu kişiler aşılama programı kapsamına alınmadı. COVID-19 aşısı olabilmek için T.C. yurttaşı olmak zorunluluk haline getirildi.
Sekiz ay önce, 14 Ocak 2021’de başlattıkları COVID-19 aşı uygulamasında ulaşılması gereken hedefin bile oldukça gerisinde kalmalarının yanı sıra, sağlık hizmetlerine ulaşmada bölgeler arasındaki eşitsizlikler daha da arttı. Çünkü AKP’nin sağlık sisteminde aşı hizmetlerinden de yararlanabilmek için kişilerin okur yazar olması, Türkçe bilmesi, akıllı telefon ya da bilgisayar ile internet paketi sahibi olması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı tarafından aşılananlar üzerinden yayımlanan Türkiye haritası bu kriterler üzerinden ülkeyi bölünmüş gösteriyor. Aşılama oranları Doğu ve özellikle Güneydoğu illerinde diğer bölgelerin illerinin oldukça gerisinde.
Türkiye’de anadili Türkçe olanların yanı sıra, Kürtçe ve Arapça olan nüfus da oldukça fazla. Bu durumu dikkate alıp, COVID-19 aşılama hizmetleriyle başlayarak sağlık hizmetlerinin anadilinde sunulmasıyla ilgili adımlar atıldığında söz konusu geride kalmışlığı en hızlı biçimde ve önemli ölçüde giderebilmenin mümkün olduğu biliniyor. Bu uygulama, il sağlık müdürlükleriyle koordineli bir biçimde tabip odası ve sendikalar aracılığıyla münferit olarak hayata da geçiriliyor. Olumlu sonuçların alındığıyla ilgili gözlemler de paylaşılıyor.
Gelinen aşamada, yaşanmakta olan yoksunluğun ortadan kalkması için Sağlık Bakanlığı’na düşen, reddiyeden kabule geçmesidir. Ve gerekli adımı her bir yerelin özelliklerini dikkate alarak, katılımcı bir biçimde atmasıdır.