Ruşen Seydaoğlu
Baştan belirteyim, bu yazıda bilmediğiniz hiçbir şey bulunmamaktadır. Örneğin bu yazının yazıldığı ülke aslında üç tarafı denizlerle çevrili bir cezaevidir. Bu cezaevinde kadının insan hakları askıya alınmıştır. Her gün kadınlar öldürülmekte, katiller cezasız bırakılmaktadır. Sadece fiziksel ölümlerin değil bir o kadar da sivil ölümlerin ülkesidir. Yaşamak yetmez, yaşamın siyasetini üreteceğim diyen kadınların payına düşen, siyaset yasaklarıyla, cezaevleriyle, sürgünlerle gelen sivil ölümlerdir. Nefes almak dışındaki her şey yasaklanmıştır diyeceğim ama hayır, o nefesin dönüştüğü söz, hesaplarına gelmediğinde nefes almak da yasaktır.
Bu yazının yazıldığı ülke üç tarafı denizlerle çevrili, tüm tıp fakültelerinde aynı eğitim verilmesine rağmen bir türlü kimin hasta olduğuna, hastalığının ne olduğuna ve bu hastalığın hangi koşullarda iyileştirilebileceğine karar veremeyen-verdirilmeyen adli tıp kurumlarının veya heyetlerinin olduğu son derece fantastik bir ülkedir. Burada üniversiteler rektörlük denen bir şeye, rektörlük de göklerin ulu efendisine bağlı olduğundan aslında bir distopya yaşanmaktadır.
Bu yazının yazıldığı ülke üç tarafı denizlerle çevrili, her üç tarafında ve kara parçalarında kadınların ölüme terk edildiği bir hukuk devleti (!) ile yönetilmektedir. Ölmesini istedikleri kadınlardan biri de Aysel Tuğluktur. Aysel Tuğluk için özgürlük isteyen 1000 kadından biri olarak benim için de kendisi “zor bir coğrafyanın çok katmanlı sorunlarına doğmuş milyonlarca kadın yurttaştan biri. Seçimini başta Kürtler ve kadınlar olmak üzere toplumun güç ve iktidar ilişkileri içinde ötekileştirilmiş bütün kesimleriyle birlikte ve ötekileştirmelere karşı mücadeleden yana yapmış bir isim. Yaşadığı coğrafyanın güçlüklerinin uzağında bir hayat kurma imtiyazını kullanmamış, kadın hareketinin ve hak savunuculuğunun kesişim alanlarında özveriyle çalışmaktan hiçbir koşulda vazgeçmemiş bir kadın. Türkiye’nin demokratikleşme ve özgürlük mücadelesinin savunucusu. Bir hukukçu ve siyasetçi. O her birimizin derin bir yol arkadaşlığı duygusuyla bağlı olduğu kadın mücadelesinin kıymetli bir
parçası.” * hatta fazlasıdır ve tüm bunlar olduğu için ölümü istenmektedir.
Fazlası oluşu, genç Kürt kadınlara yaşamın aslında ne olduğunu bizzat yaşayarak göstermesinden gelir. Kadın ve Kürt olmanın sessizce bile söylenemediği en zor zamanlarda ortaya koyduğu savunma pratiği, karşı mücadele ettiği sistem kadar parçası olduğu hareket için de bir eşiğin aşılmasını sağlamıştır. Kadınların eşit söz ve eylem hakkının eşyaşamla, eşbaşkanlıkla garantileneceğini iddia olmaktan çıkarıp hayata geçirir. Bu hakka sahip çıkan ilk öznedir ve işin şahane yanı, yalnız değildir. Kürt kadın hareketi tüm bileşenleriyle bu kimliğin ortağıdır. Erkek egemen siyaset mecrasını bozuma uğratan, yardımcılığa, “yenge” başkanlığa, avukat “bey” dayatmasına baştan aşağı kadın kalarak meydan okuyan performansı örgütlü gücündendir.
Varlığı hafıza anlamına gelen bir kadının hafızasıyla sorun yaşamasının sebebi, elbette bu devletin ona yaptıklarından bağımsız değerlendirilemez. Çünkü o hafıza kendisine düşman gibi yaklaşanlara verdiği cevaplarla doludur. Kalp kırıklıkları da vardır, mutlaka. Ne bileyim, belki de artık her birimizin onun hafızasına dönüşmesi gerekiyordur. Polis kalkanını iten, fabrikadaki makinenin düğmesini kapatan, yere düşeni tutup kaldıran, evin kapısını çekip çıkan ama kadınlara kapatılan salonların kapılarını da yine kadınları temsil etmek için açan o ele dönüşmek, onun hafızasına dönüşmek değilse nedir?
Varsın Aysel istemesin. Şimdi hatırlamayan zihni, tutmayan eli, bükülmeyen dizleri biz olamayacaksak… O cezaevinden onu çekip çıkarmayacaksak… Ceza infazınız da tutuklama kararınız da Aysel kadın diye, Kürt diye, Alevi diye, siyasetçi diye uygulamadığınız diğer tüm yasalarınız da erkekliğinizdendir diyemeyeceksek hukuku kadının insan onuruna yaraşır hale kim getirecek? Yaşama hakkına dizdiğimiz methiyelerin ne anlamı kalacak? Peki Ayselle aynı durumdaki yüzlerce mahpus kadına ne diyeceğiz?
Cezaevlerini, direnen kadınlardan dışarıda alamadıkları intikamı almanın, ehlileştiremedikleri kadınları kendilerine göre dizayn etmenin mekânlarına dönüştüren iktidarlara karşı çaresi yok “bir biz varız güzel, öbürleri hep çirkin”. İçine sürüklendiğimiz distopya, seri halde verilen tutuklama kararları, çıplak aramalar, hakaretler, tüm insanlık dışı uygulamalar, işkenceler, kötü muameleler. Kadınlara karşı yürütülen tüm saldırılar bitecek, biz bitireceğiz.
Çünkü bu yazının yazıldığı ülke, üç tarafı denizlerle çevrili olsa da tüm kara parçalarında, sokaklarında, meydanlarında, cezaevlerinde, ev içinde bizlerin özgürlük ve eşitlik mücadelesini aman demeden sürdürdüğü ülkedir. Biz işte, dibe vuran, dimdik duran, bin bahaneyle bin oyun kuran, önü uçurum arkası dağ olan yine de ne şahane yaşamak diyen, yaşamın şahaneliğine sahiden inanan. Bunun için direnen bizler, Aysel’i de geri alacağız.