Irkçılığın birçok tanımı var ancak özü itibarıyla geri kalmışlık demektir. Beynin, insanlığın gelmiş olduğu düzeyin çok gerisinde işlemesi ve kalmasıdır. Başka bir ifadeyle beynin fonksiyonel çalıştırılmaması ve kullanılmamasıdır. Tembel beyin de denilebilir. Halk tabiriyle, “geri zekalılığa” tekabül ediyor. Böyle olmasının temel nedeni ırkçılığın ‘güdüye’ dayanmasıdır. Güdüsel olan akla tezattır. Öğrenilmiş ya da öğretilmiş davranışlarla pratikleşir. Akılla bağı çok zayıftır ırkçının ve ırkçılığın. Akla çok müracaat etmeyince beyin lobları yeterince gelişmez. Zira akıl ve aklın anlamlandırma işlevini kazanmış hali olan zekâ esnektir. Kullanıldıkça genişler ve gelişir. Anlamlandırma ve kavrama gücü artar. İnsan soyutlama yeteneği ve dolayısıyla yaratıcılık kazanır.
Bu anlamda insanın insanlaşma ve gelişim düzeyi bir yönüyle güdüsel olandan sıyrılma düzeyiyle paraleldir. Güdüsel davranan kişinin aklı, kullanılmadığı ve buna bağlı olarak zorlanmadığı için atıldır. Evrimleşmenin bir hediyesi olarak beyin büyüklüğü ve hacmi normal insanlarınki kadar olsa da aslında herhangi bir maddeden farksızdır. Evrenin değişerek zenginleşmiş son halkası olarak görülen bu hediye ırkçıda ve ırkçılıkta anlamsızdır. Kullanılmadığı her nesle gibi bozuma uğrar, kurur ve en nihayetinde zayi olur. Bilinçten yoksun olduğunda ve güdülere göre hareket ettiği için ırkçı, arzuladığı her şeyi sahiplenir, saldırır ve yutmak ister. İnsanlığın büyük emekler sonucu geliştirdiği ortak kurum, kural ve değerleri anlamlandırma yeteneğinden yoksundur. Her şeye açtır ve aç olduğu her şeyi diğer bir güdü olan şiddetle elde etmek ister.
Irkçıların saldırgan, mütecaviz, hırsız, talancı, arsız ve utanmaz olmasının kaynağı budur. Zira insanlığın evrensel değerlerinin anlam ve önemini idrak etme kapasitesi yoktur. Empati aklın ve zekanın bir ürünüdür. Irkçı akıl ve zekadan yoksun olduğundan asla karşısındakini anlamaz. Bu nedenle bencildir, kibirlidir ve güdülerinden aldığı komutlar gereği kendini herkesin ve her şeyin üstünde görür. Bir yandan insanlığın yarattığı değerlere saldırırken öte yandan bir paradoks olarak bu değerlerin yarattığı gelişim düzeyinin tüm nimetlerinden nasiplenmekten hatta tüm olanaklarını gasp etmekten de geri durmaz. Şiddet ve saldırganlığından başka tarihe bir katkısı olmaz ancak düşünen ve ilerici insanlığın yarattığı tarihi cebren, hile ve yalanla sahiplenmeye çalışır.
Kültürleşme parametreleri olan dil, tarih, edebiyat, sanat, felsefe ve bilimden zerre kadar anlamaz ama tüm bunları gasp etmek ister. Zekâ soyutluğunun bir ürünü olan kültürleşmeyi beceremediğinden yaratan, düşünen ilerici insanlığı çirkin güdüselliğiyle taklit etmeye çalışır. Başaramayınca da aynı çirkinlikle düşmanlık eder, saldırır. Sanatı, edebiyatı, şiiri, müziği, felsefeyi, bilimi yasaklar. Çirkinleşmesinin bir sınırı ve dibi yoktur. Her şeyi sahtelik, arsızlık ve yalan üstüne kuruludur. Nietzsche’nin tabiriyle yalanları sürünerek ağzından çıkar. Kendisini sahip, herkesi köle görmeye şartlanmıştır. Kendinden güçsüz gördüğü her varlığa düşmanca şiddet uygularken, gücünün yetmediği her varlığa yaltaklanır.
Irkçılık ile milliyetçilik aynı mayadandır. Milliyetçiliğin bir tık gerisi ırkçılık, ırkçılığın bir tık ilerisi milliyetçiliktir. Aralarındaki fark güdünün anlık arzu oran ve dozudur. Dolayısıyla milliyetçilik ırkçılığın terbiye edilmiş halidir. Özünde terbiyesiz olduğundan her an özüne dönebiliyor. Düşünen insanın tarih boyunca verdiği mücadelenin sonucu olarak açığa çıkan bir terbiyedir bu. İlerici insanlığın direnişi biraz zayıfladığından mantar gibi türeyebiliyor. Ensesinde sürekli direnişin korkusunu hissetmesi gerekir. En ufak bir boşluktan tüm terbiyesizliğiyle arzı endam eyler. Her yere çirkinliklerini serpmek için can atar. Genel olarak insanlığın özel olarak bir halkın ya da halkların başına gelebilecek en büyük felaket ırkçılık ve terbiye edilmiş hali milliyetçiliktir. Irkçı ve milliyetçi yığınların güç olduğu coğrafyada kültürleşme olmaz. Değer yaratmaz ama canavarca değer tüketir. Şairin dediği gibi iyiye, güzele, doğaya, canlıya, sana, bana her şeye düşmandır. Dolayısıyla insanı, doğayı ve varlığı seven herkes ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı durmalıdır.
Irkçılık ve ırkçılıkla mücadelede Türkiye dünyada örnek oluşturan ender yerlerdendir. Düşünen ilerici insanlığın mücadelesi güçlendiğinde sünepe gibi siner biraz boşluk bulduğunda ise canavar gibi salyalarını etrafa püskürtür. Türkiye’de derin bir ırkçılık mirası vardır. Sol, sosyalist ve demokratik mücadele seyrinin zayıflığı; ırkçılığın terbiye edilme sürecini de zayıf kıldı. Yani aslında Türkiye’de milliyetçilik yoktur. Terbiye edilmediği için bal gibi sadece ırkçılık vardır. Irkçılığın 19. Yüzyıldaki çirkinliği insanlık nezdinde mahkûm edildiği için kendini milliyetçilik olarak manipüle eden bu virüs dünyada en terbiyesiz olanıdır.
Irkçılık hastalık üreten bir ideolojidir. Düşünmeden, beynini ve bedenini yormadan şiddet yoluyla her şeye sahip olma tembelliği, arsızlığı, sahtekarlığı ve saldırganlığıdır. Düşünmeyi, içtihadı, yaratıcılığı yasaklayan; şiddeti ve yalanı esas alan kötülüğün formülleşmiş ve örgütlenmiş biçimidir. Kötülüğü, çirkinliği ve karanlığı üretir ve temsil eder. İlerici insanlığın yarattığı değerleri saldırganlıkla gasp etmeden ayakta kalma şansı yoktur. Sürekli saldırı halinde olması bundandır. Bu karakteri aynı zamanda düşünen, ilerici insanlığın direniş ve mücadelesini de kaçınılmaz kılar. İlerici insanlığın ırkçılığı kendi haline bırakmak ve bulaşmama, karışmama gibi bir lüksü yoktur. Mutlaka ama mutlaka karşıdan ve keskin bir şekilde karşı durmak, mücadele etmek, terbiye ve denetlemek mecburidir. İnsanlığın evrensel değerlerinin korunması ve özgür yaşam için bu mücadele olmazsa olmazdır.
AKP-MHP faşizmi son yedi yılda ırkçılığa ciddi bir zemin açtı. Bu süre zarfında ırkçı ve milliyetçiliğin fırsat bulduğunda insana ve doğaya neler yapabileceğinin bazı nüvelerini gördük. Nüveleri diyoruz zira son yedi yılda olanlar ırkçı ve milliyetçiliğinin yapacaklarının sadece başlangıcıdır. Bu virüs her şeye, her yere bulaşarak kısa sürede kendine çevirir. Özellikle çevresinde olanlar da aynı havuzdan beslenmişse hiç zorlanmaz. Türkiye’de şu an yaşanan tam da budur. Aynı mayadan müteşekkil, aynı gübrelikte yetişmiş ve aynı kaynaktan beslenen “iktidar” ve “muhalefet” olarak teşekkül etmiş farklı tonlarda bir ırkçılıkla karşı karşıyız. Halklar terbiyesiz ve kısmen terbiye edilmiş ırkçılık arasında tercihe zorlanıyor. Karakterleri aynı olduğundan hedefleri de, düşmanlık ettikleri ve saldırdıkları da haliyle aynı oluyor. O da kuşkusuz düşünen, ilerici insanlık tarafı olan HDP ve daha geniş anlamıyla Emek ve Özgürlük Bloğu oluyor.
Emek ve Özgürlük İttifakı ciddi bir direniş ve mücadele mirasına sahiptir. Son yedi yıldır inşa edilen faşizme karşı amansız bir mücadele verdi. Maalesef bu mücadeleyi tek başına omuzlamak zorunda kaldı. 6’lı Masa denilen kısmen terbiye edilmiş ırkçılığın AKP-MHP ittifakının yaptıklarıyla bir sorunu yok. Hiç bir zaman da olmadı. Sorunları iktidardan pay almamalarıdır. Tüm dertleri de aynı uygulamaları hayata geçirecek iktidarı ele geçirmektir. Ancak bunun için dahi, son yedi yılda kıllarını bile kıpırdatmadılar. Birkaç kaç sembolik eylemin dışında zerre direniş göstermediler. Aksine, halkların en doğal hakkı olan, faşizm ve ırkçılığa karşı demokratik mücadele hakkını kullanmasının önündeki en büyük engel oldular.
Faşizmin lehine halkların sokağa çıkmasına karşı çıktılar. Mücadeleyi, direnişi ve sokağı kullanmayı kriminalize etmenin çabasında oldular. Faşizm halklara ve kazanımlarına fütursuzca saldırırken, gözaltına alınırken, kaçırılırken, tutuklanırken, katledilirken; 6’lı Masa denilen potansiyel faşizm kılını kıpırdatmadığı gibi bir fiske dahi yemedi. Herhangi bir zorluk çekmediği gibi rahatından da taviz vermedi. Faşizme karşı direnen Emek ve Özgürlük İttifakı, kadın hareketi ve ezilenler oldu. On binlercesi sokaklarda şiddete maruz kaldı, gözaltına alındı, tutuklandı, işkencelerden geçti ve zindanlara atıldı. Sokak ortasında kaçırıldı, onlarcası katledildi. Mesleğinden, aşından, ekmeğinden oldu. Faşizme ve ırkçılığa karşı her türlü mücadeleyi verdi.
HDP başta olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri yedi yıllık kıran kırana bir mücadeleyle, büyük emek ve bedellerle faşizmi yenilgi ve çöküş sürecine soktu. Bu mücadelede başarılı oldu. Bu süreç boyunca fırsat kollayan 6’lı Masa denilen statik faşizm kinetik duruma geçti. HDP ve halkların verdiği mücadele ve bedeller üzerine iktidara gelme fırsatını kollamanın peşinde. AKP-MHP ırkçılığı, amansız mücadele karşısında zayıflayıp terbiye edilme sürecine girdikçe; kısmi terbiyeli ırkçılık boşluğu değerlendirip giderek terbiyesizleşiyor. Kendi kendine gelin güvey olarak HDP ve daha geniş anlamıyla Emek ve Özgürlük İttifakı üzerinden hesaplar yapıyor. Faşizm ve ırkçılığın iki ayrı veçhesi HDP’ye saldırıyor. Irkçılığın kibri, çirkinliği ve her şeyi kendine hak görme güdüsüyle HDP’nin ne yapacağını, nasıl davranacağını, nasıl konuşacağının ahkamını kesiyor.
Faşizm ve ırkçılık kendini özne, herkesi üzerinden istediği her şeyi yapacağı, söyleyeceği nesne olarak görüyor. Bir yanı HDP’ye “bakanlık” veriyor öte ucu buna karşı çıkıyor. HDP’nin mücadelesiyle açığa çıkan olanaklardan kırıntılar dağıtıyor. İki ucu da pis değnek. Direnenlere, mücadele edenlere ve faşizmi yenilgiye uğratanlara lütufta bulunma hadsizliğinde bulunuyor. Elbette hiçbir şey öyle olmuyor ve olmayacak. HDP mücadelesine, direnişine ve yarattığı değer ve olanakları kimseye peşkeş çekilmesine müsaade etmeyecektir. Faşizmin ve ırkçılığın tüm veçhelerine karşı sonuna kadar koruyacaktır. Nitekim Emek ve Özgürlük İttifakı bu anlayış, strateji ve kararlılığın ifadesi oluyor. Halklara ve bilcümle ezilenlere kazandırmayan, mücadele ve direniş zeminini güçlendirmeyen hiçbir denklemin içinde olmayacak.
Faşizm ve ırkçılık, kozlarını HDP üzerinden görmeye çalışırken, elbette HDP de iki faşizmin iktidar kavgasında maksimum derecede faydalanacaktır. İç çelişkilerini kullanarak ezilenlere mücadele zeminleri açacaktır. Bunu yaparken de emek ve özgürlük siyasetinde sonuna kadar ısrarlı olacak ve bunu hayata geçirmenin mücadelesini verecektir. Bunu yapmak için yeterli siyasi tecrübesi mevcuttur. Dinamik, örgütlü, direngen kitlesi faşizmin ve ırkçılığın tüm politikalarını boşa çıkarmaya ziyadesiyle yeterlidir. Öyle sanıldığı gibi faşizmin herhangi bir tarafını desteklemek gibi bir zorunluluğu yoktur. Ama faşizmin iç çelişkilerini derinleştirecek taktik adımlar atma ve hamlelerde bulunmaktan da asla geri durmamalı. Hali hazırdaki kilit pozisyonu faşizme ve ırkçı zihniyete karşı birçok avantaj sağlıyor.
Emek ve Özgürlük İttifakı bu fırsatı ve kilit pozisyonu iyi değerlendirip ve kullanmalı. Bunun için de stratejisini, politikalarını halklara daha iyi anlatmalıdır. Bunun için şimdiye kadar yapılan bazı yanlışlara kesinlikle düşmemeli. Yanlış intibalar oluşturan ve faşizmin üzerinde kendini var etmeye çalışacak hususlardan uzak durmalıdır. Öncelikle Emek ve Özgürlük İttifakını iyi anlatacak. İttifakın ne milletvekilliği ne de cumhurbaşkanlığı seçiminde ne statik ve ne de kinetik faşizmin yanında yer almak bir yana, destek dahi vermeyeceğini ortaya koymalıdır. Bu anlamda zaman zaman 6’lı Masa’nın adayını destekleme iması veren açıklamalarda uzak durulmalıdır. Bu her şeyden önce Emek ve Özgürlük İttifakı varlığı ve iddiasıyla tezattır. Başarı için kendisi ve faşizmin tüm veçheleri arasına keskin çizgiler çekebilmelidir. Ülkeyi yönetme iddia ve kararlılığını anlatmalı, bununla gündeme gelmelidir.
HDP’yi sürekli faşizmin hangi tarafına destek vereceği tartışması hem HDP hem Emek ve Özgürlük İttifakına hem de şimdiye kadar büyük bedellerle verilen mücadeleye layık olmadığı gibi zarar vermektedir. Bugün iktidarın kim olacağını, kimin ne kazanacağını, kime neyin lütfedileceğini belirleyecek tek güç Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. Bu gücünü de mücadelesinden almaktadır. Sahip olduğu gücün farkında olarak daha proaktif bir siyaset izlemelidir. Gücü elinde bulunduran terbiyesiz ırkçılığı yenilgiye uğratan HDP, kısmi terbiyeli ırkçılığı da yenme kudretine sahiptir.