Cuma Daş
Türkiye’de anayasada barınma hakkı ile ilgili şu maddenin bu fıkrası şöyle diyor klişesine hiç girmeden, hemen hemen kendine demokratım diyen dünyadaki her ülkenin anayasasında konut ve barınma hakkı başlığıyla; herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan onuruna yakışır biçimde konut ve
barınma hakkına sahiptir gibi bir madde vardır. İşin buraya kadar olan kısmı teori, peki pratikte durum ne, tam olarak neler oluyor?
Malum, hem dünyada hem de Türkiye’de pandemiden dolayı uzun bir süre sonra okullar yeniden yüz yüze eğitime açıldı. Özellikle üniversiteleri ve üniversite öğrencilerini geçen iki yılda çok az duyduk. O hengamede kimse bahsetmedi akademiden, üniversite öğrencilerinden vs. Bu, hükümetin aslında özel olarak da bahsetmek istemediği bir durumdu. Zira üniversiteler bir ülkenin en önemli dinamiklerindendir. Tarihi örnekleri çok olan, gerektiğinde toplumsal bir itiraza, toplumsal bir harekete dönüşebilecek enerjinin kaynağıdır.
Türkiye’de özellikle son beş yıldır hayatın her alanında hissettiğimiz baskı, akademiyi ve üniversite öğrencilerini sindirmiş gibi gözükse de, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin bu yılın ilk ayında kayyım rektör Melih Bulu’ya karşı itirazı kısa sürede yankı uyandırdı ve bu itiraz kendi deyimleriyle kayyımlık binası önü başta olmak üzere her yerde yankılanmaya devam ediyor. İşte AKP’nin en çok korktuğu şey de tam olarak bu kelime “itiraz”. Kimse hiçbir şeye, hiçbir koşulda itiraz etmesin istiyorlar. Ancak şimdi karşılarında, kendi seçmenlerinin dahil canını yakan bir itiraz gerekçesi var: barınma meselesi, dolayısıyla ekonomi.
Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurtlarının öğrenci sayısının yaklaşık yüzde 9’unu karşılayacak kapasitede olması, pandemi sürecinde kapanan özel yurtlar nedeniyle yatak sayısının azalması ve kira fiyatlarındaki ciddi artış yüzünden üniversite öğrencileri kalacak yer bulmakta büyük sıkıntı yaşıyor. Bu nedenle 19 Eylül’de önce sosyal medyada #Barınamıyoruz diye bir gündemle karşılaştık, hemen ardından sokaklarda, parklarda aynı gerekçeyle üniversite öğrencileriyle. Talepleri çok insani ve çok basit.
Hükümete, “yurtta, apartta, evde kiraları düşür” diyorlar. Bu, hepsi bu. Ancak hükümet kanadından gelen cevaplar hem şaşırtıcı değil hem de, göreve geldiği günden bu yana toplumsal sorunlarla başa
çıkamama, çözememe halini biraz daha su yüzüne çıkardı. En tepedeki isim Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi bu kez önce açıklama. Erdoğan, “Son günlerde üniversite öğrencileriyle alakalı maalesef çok çirkin bir kampanya sürdürülüyor. Neredeyse 1 milyona yakın yurt kapasitesine sahip olan bir iktidarız. Ve bunu görmeden maalesef yalan, yanlış, hiç ilgisi alakası olmayan kişileri güya bankların üzerine yatırarak Türkiye’de şu anda yurt yokmuş diye, bu tür yalan yanlış kampanyalar sürdürülüyor. Yalan söylüyorsunuz, hayatınız yalan” dedi. Bu imayı bir yerlerden hatırladık değil mi? Kısa süre önce orman yangınları için yardım isteyenlere ‘Türkiye’yi yardıma muhtaçmış gösteriyorsunuz’ diye kızmıştı ya Erdoğan, o mesele bu da. İşin ilginç yanı bu ve buna benzer eylemler Erdoğan’a hep Gezi Parkı’nı çağrıştırıyor. Zira Erdoğan öğrenciler için, “Sözde öğrenciler, Gezi Parkı’nın başka versiyonu” ifadelerini
kullanmasının ardından öğrenciler gözaltına alındı.
Aynı ölçüde şaşkınlık yaratmayan bir açıklama da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan geldi. Soylu da ‘barınamıyoruz’ diyerek eylem yapan öğrenciler için “Bunların daha ziyade sol marjinal gruplara müzahir olduğu belirlendi. Bunların da 6’sının PKK/KCK, 6’sının MLKP, 5’inin TKKKÖ, 2’sinin TKP Kıvılcım, 1’inin FETÖ/PDY, 1’inin TKİP, 1’inin DKP, 4’ünün de ‘beni çok seven’ LGBTİ üyesi olduğu tespit edildi.” İfadelerini kullandı. O çok alışık alışık olduğumuz “iltisak” yerine de “müzahir” kelimesini kullandı. Oldukça ikna edici bir açıklama.
Sözün özü, binbir emekle çalışıp, bir şekilde ülkenin herhangi bir yerinde üniversite kazanmış, yeni hayatın planlarını, hayallerini kuran, ancak geldikleri yerde barınma sorunlarına çare bulunması için itiraz eden gençleri ülkenin cumhurbaşkanı yalancılıkla, içişleri bakanı da birden çok örgüte “müzahir”
olmakla suçluyor. Öyle bir düzen kurdular ki, bu düzenin yarattığı ekonomik krizin faturasını emekçiler ve emekçi çocukları ödüyor.
Elbette öğrencilere destek olmak için bazı kurumlar, partiler devreye girdi, önemli ölçüde dayanışma gösterdi ancak bu durum kalıcı bir çözüme değil geçici bir perdelemeye neden olur. Hükümete, devlete bunun çözümü için ısrarcı olunmalı, bu sorunun ilk ve tek muhatabı devlettir. Yani eğitim bir ayrıcalık değil, temel bir insan hakkıdır. Üniversite öğrencilerinin insanca yaşayabilecekleri barınma hakkı ki buna beslenme hakkı da dahil, anayasal bir haktır. Hiçbir öğrenci fikirlerinden, yaşam tarzından ve
etnik konumundan dolayı iktidara yakın çeşitli dini grupların yurtlarına mecbur bırakılamaz.
Ve elbette bir devletin, bir iktidarın önceliği, lüks konut, en fazla beş yıl sonra atıl duruma düşecek kamu binası yapmak değil, öğrencilerin barınma ve yurt sorununa acilen çözüm bulmak olmalıdır.