Kılıçdaroğlu 3 Ekim’de evinden yaptığı youtube yayınında başörtüsünü gündeme taşıdı. Siyasal iletişim konusunda profesyonel bir ekibin elinden çıktığı belli (Bir makam odasından çok doktora tezini yazan bir asistan odasını andıran küçük çalışma mekanına, masasının üzerindeki yarısı içilmiş ince belli çay bardağı ve Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabına, kolları sıvalı beyaz gömleğine bakılırsa paylaştığı video için bir uzman dokunuşu yapılmış).
Konuşma üzerinde bir hayli çalışıldığı, mesajların incelikle seçildiği, seçilmeye çalışıldığı da hayli aşikâr: Türkiye’nin -onu geçmişe tutsak eden- kronik yaralarını kapatmak ve geleceğe güvenle bakmasını sağlamak olarak tanımladığı “helalleşme” vurgusu; başörtüsü konusunu kutuplaşmayı önleme ve dünya ile rekabet edecek bir Türkiye yaratma, büyüme, refah içinde ilerleme hedefiyle ilişkilendirmesi; kendisini oy kaygısının ötesinde bir devlet adamı olarak sunması; cesaret ve yürek vurgusu videonun hem metni hem de görsel mesajları ile ilgili olarak detaylı bir çalışma yapıldığını gösteriyor. Videoyu hazırlayan ekibin, attıkları taşın birçok kurbağanın yüreğini ağzına getireceğini tahmin ettiklerini; Kılıçdaroğlu’nu “çarşı pazarın karışması” ihtimaline dair uyardıklarını söylemek için de müneccim olmaya gerek yok.
Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışının Erdoğan’ı rahatsız ettiğini görebilmek zor değildi. Grup toplantısında, tahkir edici, küçümseyici, lâubâli ve eril bir dille CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu suçladı. Bu mütehakkir hatta mütehakkim cinsiyetçi dilin ona kendi mahallesinde puan getireceği ama sadece kendi mahallesinde puan getireceği açık. Eğer onun bu üstenci, gürültücü dilinin gösterişli parıltısından gözlerinizi alabilirseniz, Erdoğan’ın aslında Kılıçdaroğlu’na bir cevap vermekten çok zevâhiri kurtarmaya gayret ettiğini görebilirsiniz; lâkin ne gam! Önemli olan belâgat, önemli olan “Reis”in Bay Kemal’e ayar vermesi”. Ha keza, Erdoğan bir “ayar” verdi vermesine ama bu ayar kanımca Kılçdaroğlu’na değil, bizzat mahallesine verilen bir ayardı: Kendi gözündeki merteği görmeden Kılıçdaroğlu’nun gözündeki çöpü anarak onu ve CHP’yi faşistlikle suçladı, erken-Cumhuriyet ve 28 Şubat sonrası uygulamaları andı, Menderes’i yad etti, bir cümleyle Özal’dan bahsetti. Merve Kavakçı’nın TBMM’ye başörtüsüyle girmesi üzerine Ecevit’in yaptığı konuşma üzerinden, ismini zikretmeden ona da verdi veriştirdi. Velhasıl-ı kelâm, Kılıçdaroğlu’nun önerisine cevap vermek bir yana Türkiye sağının sinir uçlarını gıdıklayacak tüm kavram, isim ve olayları peş peşe anarak, belagat şarjörünü boşalttı; her zamanki gibi politik-tribüne muhteşem bir “üçlü çektirdi” -ki AKP mahallesi topyekûn alkışa, tezâhurâta kesti. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu çözülmüş bitmiş bir sorundan çıkar sağlamaya çalışmakla suçlasa, Türkiye’nin artık başörtüsü sorunu olmadığını söylese de Kılıçdaroğlu’nun “yasa” teklifi hamlesine “anayasa değişikliği” önerisi ile cevap yetiştirdi. Kılıçdaroğlu’nın teklifini hasıraltı etmeyi tercih etti. Onun teklifine karşı “aile” mefhumunu öne çıkardı.
Memleketin Birinde[1]…
“Hayvanlar, kendi aralarında, en zeki hayvan yarışması düzenlemişlerdi. Her hayvan, kendini hayvanların en zekisi sandığından, bu yarışmayı kazanacağını sanıyordu. Ama hepsi de yarışmanın birinciliğine iki güçlü aday olduğunu bilmekteydi; bu adaylardan biri tilki, biri de sansardı. Kurnazlıkta, zekada, bu ikisine üstün başka hiçbir hayvan yoktu. Bu yarışmayı ya biri ya öbürü kazanacaktı. En zeki hayvan yarışmasının yapılacağı gün yaklaştıkça, yarışma birinciliğine iki güçlü aday olan sansarla tilki arasında korkunç bir rekabet başlamıştı. Bu iki zeki hayvan birbirlerine düşman olmuşlardı. Sansar tilkinin, tilki de sansarın kazanmaması için, elinden geleni yapıyordu. Sansar, – Tek tilki kazanmasın da, zarar yok, ben de kazanmamaya razıyım… diyordu. Tilki de, – Tek sansar kazanmasın da, kim kazanırsa kazansın… diyordu. Durum bu denli düşmanlığa varınca, sansarla tilki, en zeki hayvan yarışmasının birinciliği için başka bir aday aramaya başladılar. Öyle bir hayvan bulmalıydılar ki, zeka konusunda kendileriyle yarışa çıkamasın, onlara bir zararı olmasın, yani hayvanların en aptalı olsun. Araya araya buldular bu hayvanı: Öküz…”
“Gel zaman, git zaman… Hayvanlar arasında, çiftesi en pek hayvan yarışması” yapılsın dendi. Hiç kuşkusuz, çiftesi en pek hayvan, ya at yada katırdı. Eşek de, – Benim de çiftem güçlüdür! diye araya giriyorduysa da, katırla atın çiftesi yanında eşeğin çiftesinin adı bile geçmezdi.”
Eşekle atın rekabetleri sonuç getirmeyince at bir yolunu bulur ve öküzün yanına sokularak “- Ey sayın öküz, sen dünyanın yalnız en zeki değil, hem de çiftesi en güçlü hayvanısın!” der. Seçim günü gelip çatar “Bütün hayvanlar, öküzün çiftesi en güçlü hayvan olduğunda birlik” ederler.. Böylece en zeki hayvan olan öküzün çiftesi en güçlü hayvan olarak da hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi daha da” yükselir.
Bu “memleketin birinde” seçimin ardı arkası kesilmez, “Hiçbir şey olmasa da bir şey oldu!” deyip seçim yapmaya pek bir bayılırlarmış. Yine seçim kararı alınmış bu kez memleketin en hızlı koşan hayvanı seçilecekmiş: Herkes bilir, ya tavşan seçilecektir ya da tazı. Hayvanlar ikiye bölünürler, tazıcılar tavşancılar. En sonunda -ve yine- “Tazı, – Ben birinci olmayacaksam, öküz olsun daha iyi…” olur demeye başlar. “Tavşan da aynı düşüncede olduğundan öküze gidip, – Sen yalnız en zekimiz, en çiftesi güçlümüz değil hem de bizim en hızlı koşanımızsın sayın öküz.” der. Artık öküz “En zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan hayvan seçildiğinden, öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, düzeyi, işi, görevi daha da yükselmişti. Öküzün burnu büyümüştü, yanına varıl[maz]” olmuştur artık.
Seçim bitmez bu ülkede. Günlerden bir gün en yakışıklı hayvanını seçecek olurlar ama yine öküz kazanır. Devrisi seçimde en yırtıcı hayvan yarışmasında da öküz seçilir. Bir sonraki seçimde en koruyucu hayvan seçiminde av köpeğiyle kurt köpeği birbirlerine girince yine öküz seçilir. Aynı usulle öküz, bir sonraki seçimde fil ve deveye rağmen en büyük hayvan seçimini de kazanır.
Başkan öküz, kendini gerçekten başkan sanarak başkan gibi davranmaya başlayınca, hayvanlar da bu davranışı karşısında onu gerçekten başkan sanmaya başlarlar. Hayvanların tarihini yazan gergedan, çağını yazdığı tarih kitabına bu olayı şöyle yazar: “Atla katır tepişir, olan eşeğe olur. Öyle zaman gelir, güçlüler birbirine girer, arada öküz bile başkan olur.”
Bu Masaldaki Kıssadan Hisse
Asla düşündüğünüz gibi değil. Ben, başörtüsü üzerinden yürütülen bu anlamsız yarışın, kadın bedeni üzerinden yürütülen bu ha bire vites artırarak devam eden rekabetin bizi götürebileceği yere dikkatinizi çekmek istiyorum. Öküz ile ima ettiğim ne Erdoğan ne Kılıçdaroğlu ne de masasının işaret edeceği bir adaydır. Öküz, rekabetin sonucunda seçilecek adayın kifayetsizliğinin değil, rekabetin bizi getirdiği/düşürdüğü, kabule zorladığı koşulların temsilidir. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmanın misalidir.
Özetle, Kılıçdaroğlu’nun 3 Ekim’deki konuşması çok iyi çalışılmış bir konuşmaydı belki. Belki bu konuşma ile Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı köşeye bile sıkıştırabilir. Yine de şu noktayı düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın elindeki başörtüsü kozunu alacak diye, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesine karşılık aileyi güçlendirme adı altında (ana) yasa değişikliğine taşıyacağı ve muhtemelen kadını aile içindeki “eş”e indirgeyecek ve kadın haklarını budayacak yasaları ve LGBT+’ları iyiden iyiye marjinalleştirecek yasaları da alkışlayacak mıyız? Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı köşeye sıkıştıracak diye, kadın bedeni üzerinden yürütülen mahalle esnafı pazarlığını da alkışlayacak mıyız? Kılıçdaroğlu Erdoğan’a haddini bildirecek diye, askerin, hakimin, doktorun… başörtüsüyle görev yapmasına gıkımızı çıkarmayacak, laiklikten bu kadar taviz verilmesini görmezden gelecek miyiz?
Cânım Bay Kemal, bade harab-ül basra, reis-i cumhur makamına sen otursan ne oturmasan ne!
Seçimi öküzün kazanmasından kastımı bir de böyle okumanızı isterim.
Keyifli pazarlar
[1] Aziz Nesin, (20025),“Bir Zamanlar”, Memleketin Birinde, İstanbul: Nesin Yayınları.
Mete Kaan Kaynar kimdir?
1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir.
Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.