Bu yazıda devlete ve siyasal elitlere karşı toplumu savunma meselesine odaklanacağım. Demokratik toplum tahayyülü bu savunmayı zorunlu kılmaktadır. Toplum acıları, sevinçleri ve duyguları olan farklı insan kümelerinden oluşmaktadır. Toplumu toplum yapan asıl şey tüm farklılıklarına rağmen bireylerin bir aidiyet duygusuyla hareket ediyor olmasıdır. Eğer bireyler ve gruplar içinde yaşadıkları topluma dair bir aidiyet hissetmiyorlarsa o toplumda ya bir geçiş süreci vardır, ya bir değişim aşaması, ya da bir anomali söz konusudur. Ancak bu çok uzun sürmez; eninde sonunda taşlar yerine oturacaktır.
Toplumun karmaşık, hareketli ve değişken karakteri toplumsal “sorun-çözüm” diyalektiğini canlı kıldığından sürekli toplumu anlamak ve yorumlamak zorunda kalıyoruz. Bu bir yük değil bir okuma, anlama ve sorumluluk alma biçimidir. Toplum olgusu gündelik yaşamdan başlayarak politik ve ekonomik gidişatı doğrudan etkileme gücüne sahiptir. Toplum-devlet ilişkisi ise siyasi tarihin çelişkilerle dolu olan en uzun süreli ilişkilerin başında gelmektedir. Dolayısıyla devlet-toplum diyalektiğini de yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıkar meselesi gibi değil, toplumun ve devletin ilişki ağını anlayarak ve eleştirel yaklaşarak daha iyi anlayabiliriz.
Siyasal elitlerin toplumsal sorunlara çözüm olamadığı, pay almanın zorlaştığı ve klikler arası gerilimlerin arttığı her dönemde toplumu bir rant dağıtım merkezi olan devletin içine çekmeye çalışırlar. Devletin içine çekilen toplum sorunlara eklemlendiği gibi, bir itiraz ve direnişin parçası haline de gelebilir. Ancak Türkiye’nin siyasi elitlerinin, toplumu krizin içine çekmekte hala başarısız olduğunu söylersem muhtemelen bu yazıyı şu an okuyan bir çok okur fena kızacaktır. Ben bile bu durumda yazdıklarımın bir kısmı ile çelişmiş olurum. Çelişkiler gelişmenin ve hakikatin önünü açabilme potansiyeli taşıyorsa elbette bir süreliğini peşinden gitme cesareti göstermek gerekebilir.
Bana göre toplum sistemin ve siyasal elitlerin yaratmak istediği çelişkilere hala mesafeli duruyor; merkezde oynanan oyunun bir parçası olmama çabası veriyor. Ne yapıyor mesela? Bütün köpürtmelere rağmen henüz köprüleri yakmış değil, boğazlaşmıyor, çoklu krizleri kendi imkan ve olanaklarıyla aşmaya çalışıyor. Çok trajiktir ama intihar ediyor, göç ediyor ve maalesef çok kötü yaşam koşullarına karşı direniyor. Toplumun bu koşullarda yaşamını sürdürmesi büyük bir direniştir. Aslında tam da toplum olarak kalmanın sancılarını çekiyor. Zihinsel, psikolojik, ekonomik ve siyasal bir dirençle ayakta kalma mücadelesi veriyor. Kimisi toplumun yaşadığı bu durumu yüksek yerlerden konuşarak “Ortadoğu toplumu” diye etiketleyip işin içinden çıkabilir. Bu tanımlama, üzerine kafa yorduğumuz bir analizin uzantısı değil; tam aksine kendini ilerici, toplumu gerici olarak gören ve kendisinde sorumluluk görmeyen elit bir reaksiyon olabilir.
Toplum uzun süreden beri taşıdığı sağduyuya, stratejik ve taktik önderlik yapacak bir özne arıyor; umudun taşıyıcısı olabilecek siyaseti bekliyor. Bir bütün olarak normalleşme istiyor toplum, siyasal elitlerin eliyle çıkarılan krizlere teşne olmak istemiyor. Bunca kutuplaşma ve tahribata rağmen siyasetten çözüm bekliyor. Demokratik siyasetin gücüne inanıyor. Mesela Kürtler yaşadıkları sorunun barışçıl yollardan çözülmesini istiyor, kavga ve ölüm istemiyor ve anlaşılmak istiyor. Aleviler, eşit yurttaşlık ve özgür inanç istiyor, asimilasyon istemiyor. İşçi sınıfı, ekmek, iş ve insanca bir yaşam istiyor. Kadınlar, şiddet istemiyor, ölmek istemiyor. Gençler öngörülebilir bir gelecek istiyor, bunları uzatabiliriz. Bir normallik, bir çıkış arıyor toplum.
Siyasal elitlerin tüm beceriksizliğine rağmen toplumun sağduyusunu ve demokratik siyasette ısrar etmesini doğru anlamak ve doğru kavramak gerekiyor. Toplumun sağduyusunu istismar etmek kadar daha tehlikeli bir durum olamaz. Evet, günü geldiğinde toplum sokağa iner, demokratik haklarını kullanır, iktidarı da devirir. Ancak bunun normal yollardan yani daha az maliyetle yapılmasından yana. Yani siyasetten yana. Bunu anlamak neden bu kadar zor? Bu hakikatin tabandan örülmesi için topluma gitmek, toplumu dinlemek, toplumsal sorunlar doğrultusunda siyaset yapmak kaçınılmazdır. Teori ile pratiğin strateji ile taktiğin en reel noktası toplum ile buluşma anlarıdır. Toplumsal sorun odaklı her buluşma siyaseti yeniden toplumsallaştırma şansını taşır.
Devletin ve iktidarın 2015 sonrası Kürt meselesinin çözümünden vazgeçerek güvenlikçi paradigmaya çubuğu büken stratejisi, toplumun demokrasiye ve siyasete olan inancını büyük oranda zedeledi. Seçim sistemindeki keyfiyetçi tutum bu süreçte demokrasinin büyük yara almasına neden oldu. Siyasal elitler seçimler başta olmak üzere birçok konuda “kimin haklı veya başarılı olması değil; kim güçlüyse, kim daha iyi tuzak kuruyorsa, kim daha iyi hile yapıyorsa o kazanır” gömleğini topluma giydirmek istedi.
Devletin ve devlet elitlerinin, tanrının gözleriyle topluma ve siyasete bakmayı denediği her olayda gözlerinin kaydığı veya miyoplaştığı eşikler vardır. Devlet elitlerinin hem teşhisi hem tedavisi bilinen toplumsal sorunları belirsizliğe sürdüğü eşiklerden bahsediyorum… İşte bizler böyle bir eşikte yaşıyoruz. Aslında bu eşikler kurulu iktidarın çökmek üzere olduğu ve kurucu iktidarın henüz yetkiyi almadığı eşiklerdir. Bu eşikler yeni fırsatlar, yeni durumlar da sunar. Tam da toplumun bu eşiğin gayet farkında olduğunu söylemek istiyorum.
HDP’yi kapatmak veya demokratik toplumun gaspı
Önceki yazımızda içinde yaşadığımız eşiği belirsizlik rejimi olarak tanımlamıştık. Belirsizlik rejiminde siyasi partilerin yeniden kapatılma ile yüz yüze kalma hadisesi toplumsal savunmanın önemli bir parçasını oluşturur. Siyasi partiler demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokrasiden vazgeçen rejimlerin ilk yaptıkları iş siyasi partilerin kapısına kilit vurmaktır. Bu nedenledir ki askeri darbelerin tarihi aynı zamanda siyasi partilerin kapatılmasının da tarihidir. O halde parti kapatmak demokrasiyi askıya alıp siyasete darbe yapmak, siyaseti engellemektir. Partilerin kapısına kilit vurulması, halkın siyasete katılımını engellemektir, cumhuriyet rejiminden vazgeçmek ve farklı bir rejimin yasalarını kabul etmektir. Kaldı ki zaten HDP’ye darbe üstüne darbe yapılmaktadır. HDP belediyeleri iki dönemdir merkezden atanan kayyımlarla yönetilmektedir. Dahası bölge illeri 2016’dan beri siyaseten özel bir rejim ile idare edilmektedir. Belediye eş başkanları iki dönemdir görevden alınmakta, belediye meclisleri askıya alınmaktadır. Seçme-seçilme kanununun bölgede hükmü kalmamıştır. HDP hukuk komisyonunun verilerine göre 2016’dan bu yana 16 bin HDP’li gözaltına alınmış 5 bin tutuklama yapılmıştır. Tam da böylesi bir dönemde ve de seçim sathı mailine girmişken HDP kapatılma davası sonuçlanabilir. Buna rağmen HDP seçmeni HDP’den vazgeçmemiş ve HDP kilit parti konumuna yükselmiştir. Peki o zaman kapatmayı nasıl anlamak gerekir? 1950’li yılların sonlarına doğru Kürt illerine yönelik CHP ve DP’nin buralarda “parti kurmama konsensüsüne” benzer bir durumla karşı karşıyayız. Yani “buralarda siyasete gerek yoktur, devletin varlığı yeterlidir.” Bu çizgi hakimiyet kurmaya çalışıyor. Kürtlerin yaşadığı bölgeye uygulanan özel hukuk, toplum olmayı zorlaştırmaktadır. Bu özel hukukta ısrar etmek ve muhalefetin bu meselelere yönelik sessizliği toplum olabilme vasfını ortadan kaldırıyor.
HDP kapatılırsa
Türkiye’de demokrasi ile Kürt meselesinin iç içe geçen bir bağlamı var. Kürt meselesi ile demokrasi ilişkisi arasındaki ilişki 2023 seçimlerinde en çok konuşulacak başlık olacaktır. HDP Kürt meselesinin demokratik zeminde çözümünün son kalesidir. HDP’yi kapatmak, her şeyden önce Kürt meselesini koca bir belirsizliğe sürüklemektir. Bu anlamda kapatma büyük bir demokrasi utancı olarak tarihteki yerini alacaktır. Kapatma ile birlikte HDP demokratik siyasette ısrar edecektir. Kapatma, HDP için büyük desteğe dönüşebilir; niceliksel-niteliksel bir sıçrama da yaşanabilir; ama demokrasi açısından kapatma davasının her halükarda kötü sonuçları olacağı açıktır. Toplumsal umutlar zarar görecek, karamsarlık artacaktır. Ayrıca HDP’nin kapatılması, AKP’nin kendi kapısına vuracağı son kilit olacaktır. Kürtlere gidebildiği tüm kapı ve pencereler kapanacaktır. AKP büyük bir gerileme yaşar ve bölge illerinde baraj altı kalır. Fakat bu meseleyi AKP’ye indirgemek tehlikelidir. Partilerin yeniden kapatılması demokrasinin kırıntılarını bile çöpe gönderir. Seçimlere olan inanç zayıflar.
Kapatma kararı herkese kaybettirebilir. Faşizm algısı güçlenir. Kim buradan kazançlı çıkar ve neye hizmet eder diye sormak zorundayız. Dolayısıyla kapatmak çözüm olmayacaktır. Ancak buna rağmen yasal beklentilerin dışında kapatmaya yönelik tepkiler –HDP dahil- çok yetersiz olduğunu özellikle hatırlatmak gerekiyor. Muhalefet avdan payını almak için bekleyen kurt kılığında. Şunu herkes bilmeli ki HDP’nin kapatılmasının ilk sorumlusu iktidar bloğu ise ikinci sorumlusu ana muhalefet bloğu olacaktır. Kayyımlara, savaşa, hapishanelere sessiz kalan kapatılmaya da hay hay sessiz kalacaktır. O zaman 12 ile 15 bandında oy potansiyeli olan HDP seçmeni kendisine şu soruyu soracaktır. Ben niye ortak adaya oy vermeliyim? Ortak aday bana ne vaad edecek, ne kazandıracak? Kapatma olursa HDP ortak aday fikrini bir tarafa iterek kendi adayıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesi öne çıkacaktır. Demokrasinin askıya alınması, ortak yaşam ve ortak gelecek tahayyülü tek taraflı bir fedakarlıkla sürdürülemez. Bu konuda yeterli düzeyde bir reaksiyon gelişmezse HDP’nin kendi yolunu çizmesi meşru olacaktır. Demokrasiden yana olanların HDP’nin kapatılması için çıtı çıkmazken Perinçekçilerin anayasa mahkemesinin önünde kapatma çağrısı yapması ise bugüne kadar HDP’nin kapatılmasına yönelik bir imza kampanyası bile başlatmayanlar ve demokrasiden yana olanlar için ibretliktir. Muhtemelen kapatma yanlısı olanlar, toplumsal-sosyolojik destek alma ihtiyacı duyuyorlar; beklenmeyen bir kaç olağanüstü olayla birlikte bu desteği arkalarına almaları çok zor olmayacaktır.
Demokratik toplumun son kalesi olarak HDP’yi kapatmak iyi olmayacaktır. Eş zamanlı kötü senaryolar devreye girebilir. Zira iktidar bloğu muhalefetin kapatma öncesi sessizliğinden cesaret alarak HDP’yi kapatıp Kürt seçmeni boykota sürüklemek isteyecektir. Dolayısıyla HDP demokratik siyaset ısrarını net bir dille ifade etmeli; gerekirse buna dair bir deklarasyon yayınlamalı. Her ne olursa olsun sandıkta büyük hesaplaşmaya gideceğini ifade etmeli, boykot bekleyen iktidar cephesine büyük bir hayal kırıklığı yaşatmalıdır. Kürtleri ve HDP’yi siyasetten uzaklaştırma stratejisi ile “muhalefeti devletleştirme” manevrası eş zamanlı sürüyor. Buradan hareketle muhalefet bloğu da parti kapatmaya ilişkin tavrını, seçme seçilme hakkını ve demokrasinin askıya alınması gibi meselelerde tavrını net bir şekilde deklere etmeli. Sonuç olarak HDP’nin kapatılması demokratik topluma indirebilecek son darbe olacaktır. Umuyor ve diliyorum ki hala bu ülkede demokrasiden, seçme ve seçilme hakkının korunmasından, örgütlenme hakkı ve demokratik siyaset hakkından yana olan aklı başında hukukçular kalmıştır.
Mehmet Nuri Özdemir kimdir?
MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.