Devletler yapısal olarak başarısız siyasal formlardır. Ulus devletler ise yaşadığımız birçok kötülüğün merkezidir. Sorun üretme ve kriz çıkarma konusunda ulus devletlerin performansı takdire şayandır. Sosyolojileri siyasallaştırıp egemen kimlikler inşa etme noktasında mahirdirler. Ulus devletlerin küresel ölçekte yarattığı krizler, toplumları huzursuz eden temel siyasal müdahalelerdir. Mesela iki dünya savaşının kaynağında ulus devletlerin egemenlik ve güç yarışı var. Hakeza toplumları milliyetçilikle zehirleyip yurttaşları askeri birlikler halinde bekçi olarak vatana çivileyen aygıt yine ulus devletlerdir.
Ödenen büyük bedellere rağmen ulus devlet modeli toplumları özgürleştiremedi; tam aksine yeni egemenlik biçimlerinin kaldıracı olarak kullanıldı. Bu devlet tipi monarşiden kaçarak cumhuriyete sığınan yurttaşların bir kısmını merkezde tuttu. Periferide kalanları da merkezde yükselenlerin kölesi yaptı. Zamanın sarayları, yetkilerin bir kısmını egemen kimliğin egemen sınıfıyla paylaşmış oldu. Böylece yeni kastlar doğdu. Bu yönüyle ulus devlet formu, 19. 20. ve 21. yüzyılda yaşanan çoklu eşitsizliklerin merkezi durumundadır.
Neyi anlatmaya çalışıyorum? Asıl meselemize gelelim.
Evvela Kürt meselesinin oluşumunda ulus devlet formunun failliğine gönderme yapmaya çalışıyorum. Kürt meselesi kapitalist modernitenin siyasal formu olan ulus devletin ortaya çıkardığı krizlerin bir sonucudur. Ve katı ulus devletçilik olduğu sürece Kürt meselesi her zaman var olacaktır. O zaman kim ki sorunu dert ettiyse veya ediyorsa öncelikle çözümü katı ulus devletçiliğin aşılmasında araması gerekiyor.
Dört ulus devletin sınırları içinde cereyan eden Kürt meselesi, 21. yüzyılda yeni dünya düzensizliğinin bir parçası olmaya çalışan bölgesel ve küresel güçlerin kendi oyunlarına malzeme ettikleri bir sorun gibi gözükse de özünde bir halkın özgürlük sorunudur; dil, kültür ve siyaset sorunudur; kendini yerinden ve yerelden yönetme sorunudur. Bu sorun bir çok nedenden kaynaklı bugün bölgeselleşmiş durumda.
Kürt meselesinin bölgeselleşmesinde temel kırılmalar, Kürtlerin 2000’li yılların başından bu yana kazandıkları konumlarla başladı. Bu kazanımların korunması ve yönetilme biçimi bölgesel ve küresel güçlerin Kürtlerle ilgili ajandalarında değişiklik yapmalarına neden oldu. Kırılmalarla birlikte dinamiklerin bir kısmı Kürtlerle müttefik olmaya çalışırken Türkiye hala Kürtleri karşısına almakta ısrar ediyor. Zira güncel olarak yaşadığımız çoklu krizlerin kaynağında da Kürtleri irade olarak görmeyen, siyaseten muhatap almayan ve son kertede “sizi aç bırakırız” gibi gücünü Kürtler üzerinden konsolide etmeye çalışan Türkiye’nin “yeni devlet aklı” var.
Yeni devlet aklı için 2015 yılı bir milattır. Bu tarihten itibaren devreye giren yeni devlet aklının ağırlık merkezi içerde ve dışarıda büyüyen Kürtleri karşısına alma stratejisi üzerine kuruludur. Güvenlikçi paradigmanın referansıyla hareket eden Türkiye, son yedi-sekiz yılda bir taraftan iç siyasette Kürt siyasetinin parlamento, yerel yönetim ve STK’lardaki temsiliyetini ortadan kaldırmaya çalışırken diğer taraftan dış siyasette Rojava başta olmak üzere Kürt halkının nefes aldığı her yere müdahale etmeye çalışıyor. Peki kırk milyona yakın nüfusu ile (ki bu kırk milyonun üçte ikisi Türkiye yurttaşı) Kürtlerin bu saldırıları görmediğini, etkilenmediğini ve hissetmediğini mi düşünüyor? Böyle bir eleştiri yapıldığında ise “Efendim, derdimiz Kürtlerle değil” denilerek insanlara adeta aptal muamelesi yapılıyor. Madem derdiniz Kürtlerle değilse o zaman sormak lazım: Yerlerine kayyım atanan belediye eş başkanlarını, milletvekillerini ve diğer seçilen tüm temsilcileri Polinezyalılar mı seçti; Efrin’de, Gre Spi’de, Mahmur Kampında Yeni Gineliler mi yaşıyordu, her gün bombalanan Güney Kürdistan köylerinde avcı toplayıcı kabileler mi vardı? Kürtler otokton bir halk olarak asırlardır bu coğrafyada yaşıyor; kim bu coğrafyayı yönetirse yönetsin, Kürtler onlarla birlikte bu coğrafyanın üzerinde inşa edilen yönetimlerin şöyle veya böyle ortağıdır. Bu ortaklığı görmeyen bir siyasal akıl yanlış yoldadır.
Kemalistler yıllarca Kürtleri modern tezlerle asimile etmeye çalıştı. Siyasal İslamcılar ise uzun süreden beri devlet destekli din siyaseti üzerinden asimile etmeye çalışıyor. İki strateji de başarısızlığa uğradı. Gelinen noktada asimilasyon, inkar ve imha teknikleri pek işe yaramadı; tam aksine bu patikler meseleyi daha da politikleştirerek Kürt halkının siyasal etki alanını genişletti. Yeni devlet aklının sonucu olarak Kürt Meselesi 2016’ya kadar Türkiye’nin en önemli “iç” sorunuyken, 2016’dan sonra en önemli “iç ve dış” sorunu haline geldi.
Yeni devlet aklı Kürtlerle nasıl bir ilişki kuracağına dair çok ciddi çelişkiler yaşıyor, Kürtlerle birlikte nasıl yaşayacağına dair bir türlü karar veremiyor. Eskinin ölmekte olduğu, yeninin henüz doğmadığı genel durumu Türkiye toplumu da yaşıyor. Bu durumu aşmakta zorlanıyor. Ancak Kürt siyasal aklının ve direnişinin geldiği aşama Ankara’yı karar vermeye zorluyor. Kürt Siyaseti Ankara’nın yaşadığı çelişkilerin aşılmasında bir şey yapmalı mıdır ya da ne yapmalıdır? Bu önemli bir tartışma konusudur ve tartışılmalıdır.
Devletsiz ve devlete karşı bir halk olan Kürtler bir taraftan yerel ve bölgesel krizlerin riskleriyle baş etme stratejileri geliştirmeye çalışırken diğer taraftan Türkiye ile doğru bir siyasal ilişki yakalama mücadelesi veriyor. Fakat Türkiye’nin siyasal elitleri bu ilişkiyi kurmaya çalışırken konjonktürden çok etkileniyor. Diğer taraftan Kürtlerin ilişki kurma çabası hep bir zayıflık olarak algılanıyor. Fakat yaşadığımız sonuçlar hiç de zayıf değil; zira objektif bir okuma için ancak bir meselenin etkilerine ve sonuçlarına bakılarak anlaşılabilir.
Kürt halkı her şeye rağmen gündelik yaşamını sürdürüyor. Milyonları bulan nüfusuyla Türkiye’nin çalışma yaşamına, siyasetine, ekonomisine doğrudan etki eden milyonlarca insandan bahsediyoruz. Bu halkın siyasi temsili, ekonomik konumlanması ve kültüre katkısı azımsanmayacak noktada. Devletin Kürt halkı ile ilişkisi mevcut strateji ile sürdürülemez. Bu nedenle yeni devlet aklı Kürtlüğü tanımlamada zorlansa da sağduyulu ve çözümcü perspektife geri dönmek zorunda. Zira 21. yüzyılda yeniden bir Zilan, Ağrı veya Dersim gibi kırımlara ne Türkler ne Kürtler izin vermez.
Türkiye’nin Kürt halkıyla barışık bir siyasal model ile bölgesel bir güç haline gelebilme fırsatı varken bu fırsatı doğru okumaması ve büyük bir risk olarak kodlaması büyük bir talihsizlik; bunda ısrar edilmesi ise hepimiz açısından büyük bir kayıp. Yeni devlet aklının Kürt meselesine yönelik agresif politikası bu şekilde hepimizin ayaklarına dolanmaya devam edecek. Bu akıl hem bir rejim sorunu olarak hem de topluma yansıyan ekonomik ve kültürel alanlarda derin ayrışmaları beslemeyi sürdürecek. Komşularla ilişkiler, Avrupa birliği, cumhuriyetin demokratikleşmesi bağlamında atılması gereken kritik adımların tümü bu agresif stratejiden kaynaklı askıya alınmış durumda.
Kürtleri karşısına alma stratejisi Türk siyasetinin gelmiş geçmiş en kötü stratejik aklıdır. Buradan hamasetten başka kimseye zırnık kadar bir şey çıkmaz. Yeni devlet aklı bir an önce bu pratiklerle yüzleşmelidir. 2023 seçimleri Kürtlerin ve Türklerin bu krizden çıkmasının olanaklarını sunuyor. Siyaset kurumu bu fırsatları omuzlama kapasitesini zorlamalı; yaşanan uzun süreli siyasi gerilime rağmen halkların boğazlaşmamasını doğru okumalıdır. Özetle yeni bir cumhuriyet olmalıyız. Bunu yapabiliriz.
Mehmet Nuri Özdemir kimdir?
MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.