Onur Hamzaoğlu
Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve tabip odaları; 1 Ekim 2021 tarihinde gerçekleştirdikleri çevrimiçi bir basın toplantısıyla “Emek Bizim Söz Bizim! Karanlığa Karşı; Önlüğümüzün Beyazına, Özlük Haklarımıza, Halkın Sağlık Hakkına Sahip Çıkıyoruz” başlığıyla yeni bir mücadele süreci başlattığını kamuoyu ile paylaştı.
Toplantı açılışı “Türkiye’de uygulanan özelleştirmeci ve piyasacı sağlık politikaları ile halkın sağlık hakkı önemli ölçüde elinden alınmıştır. Birçok yerde devlet hastanesi kapatılırken, kamu sağlık hizmeti “şirketleştirilmiş” şehir hastanelerine bırakılmış; özel hastaneler kamunun olanaklarıyla tekeller haline getirilmiştir. GSS ile tüm toplumun sağlık sigortasına ulaşacağı algısı yaratılırken bugün on beş milyona yakın yurttaş sağlık güvencesinden yoksun hale getirilmiştir. Yok sayılan birinci basamak sağlık hizmetlerinin topluma nasıl olumsuz yansıdığı pandemi sürecinde gözler önüne serilmiştir. Sözün özü iktidar yirmi yılda sağlık politikasını iflas ettirmiştir” saptamasıyla başladı.
Gelinen aşamada yalnızca hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin değil, halkın sağlığının hatta yaşamının da risk altında olduğu, örnekler verilerek anlatıldı. Sağlık Bakanı Koca’ya sorunları ve çözüm önerilerini yüz yüze görüşme önerisi bir defa daha anımsatıldı. İktidardan aciliyet taşıyan talepleri 6 madde halinde şu şekilde açıklandı: “1.Sağlıkta özelleştirmeci, piyasacı politikalar durdurulmalı, sağlık hizmetleri toplumcu bir anlayışla yeniden inşa edilmelidir, 2.Güvencesiz, gerçekdışı bahanelerle işimizden edildiğimiz ve köleliği dayatan çalışma koşullarına son verilmeli, güvenceli çalışma esas olmalıdır, 3.İşyerlerimiz alanın uzmanları ile görüşülerek güvenli, sağlıklı çalışma ortamları haline getirilmelidir, 4.Haftalık çalışma sürelerimiz önerilerimiz çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir, 5.Temel ücretlerimiz TTB’nin görüş ve önerileri çerçevesinde belirlenmeli, emekliliğe de yansıyacak yaşanabilir ödeme sağlanmalıdır, 6.COVID-19 başta olmak üzere meslek kaynaklı hastalıklara karşı bütüncül bir meslek hastalıkları yasası çıkarılmalıdır! Pandemi süresince çalıştığımız her yıl için derhal 120 gün fiili hizmet süresi zammı verilmelidir.”
Sağlık Bakanı Koca, beklendiği gibi 332 gündür sessiz kaldığı, TTB’nin “sorunları görüşme yoluyla çözme” çağrılarına 10 gün içinde, 342 günün sonunda da yanıt vermeyince, TTB Merkez Konseyi 11 Ekim 2021 günü “Hekimler ülkenin dört bir yanından “Mesleğimizi yapamıyoruz”, “Nefes alamıyoruz”, “Geçinemiyoruz” diyor. Her gün kamudan istifalar birliğimize iletiliyor, Türk Tabipleri Birliği’nin verdiği “iyi hal belgesi” sayılarına göre yaptığımız değerlendirmede ciddi bir yurtdışı göçü varken çareyi 10 dakika içerisinde iki hasta randevusu vermede gören bir sağlık sistemi artık iflas etmiş demektir. Bu şartlarda Sağlık Bakanı’nın randevu keyfiyetini beklemeye 10 günden fazla süre vermemiz mümkün değildir.
Daha önce tarihimizde de örnekleri olduğu gibi kazanımlarımızı örgütlü mücadele ile alacağız. Bugün iktidarın istifaları da göçleri de durdurmaya yönelik hiçbir adımı yokken biz, hekimlere “Bu topraklarda hekimlik yapmak için umut var, birlikte önlüğümüzün beyazına sahip çıkıyoruz, karanlığı aydınlatacağız ve artık söz bizim” diyoruz.
Gün dayanışmanın, birbirimize güvenmenin, mesleğimizin taşıdığı güce güvenmenin, yaşam ve sağlık haklarımızı savunmanın ve geliştirmenin günüdür. Emeğimiz üzerinden kendini var eden sermayeye, idarecilere dur demenin “Biz birlikte güçlüyüz”ü göstermenin günüdür” ön açıklaması ile seçilmiş organları ve üyelerinin katılımıyla belirlediği eylem planını duyurdu. Birçok etkinliği içeren eylem planı kapsamında “Beyaz Yürüyüş”, 23 Kasım Salı günü İstanbul’dan başlatılacak, 27 Kasım Cumartesi günü, Ankara’da hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin yanı sıra, halkın ve örgütlü yapılarının temsilcilerinin de katılımıyla gerçekleştirilecek “Beyaz Forum” ile tamamlanacak. Hekimler, sağlık emekçileri, yurttaşlar ve örgütlü yapıları hep birlikte sağlık alanındaki sorunlarını, nedenlerini, çözüm önerilerini ve taleplerini dile getirecek.
Çünkü hekimler ve onların örgütü TTB, 70’li yıllardan bu yana, sorunlarının ve bunların çözümlerinin toplumun çıkarları ile çelişmediği, aksine, benzer neden(ler)den kaynaklandığını, çözümünün de toplumun sorunlarının çözümüyle birlikte olacağını vurguluyor. Sorunların ortaklığını iki örnekle biraz daha somutlayabiliriz: Hasta muayenesine getirilen süre kısıtlaması (en son 5 dakika), tanı testleri ve ilaç sınırlılığı gibi özünde ekonomik, mali gerekçelere dayanan bakanlık/iktidar kısıtlamaları hekimlik meslek uygulamalarını, toplumun sağlık hakkını engellemesinin yanında, hekimlerin mesleklerinin gereğini yapamamalarına da neden olurken, hekimlerle hastalarını karşı karşıya getirme riski de taşıyan uygulamalardır. Genelde sağlık emekçilerinin özelde hekimlerin çalışma koşullarının ve çalışma saatlerinin COVID-19’un bulaşma riski dikkate alınarak düzenlenmemesi de bir yandan meslek hastalığı yaratma riski taşırken öte yandan sağlık hizmeti almak için gelenlerin COVID-19’a yakalanma riskini de artırmaktadır. Başka bir ifadeyle, yeniden düzenlenmemiş hastane ve sağlık kuruluşları hem toplumun hem de sağlık emekçilerinin sağlığını bozmaktadır.
Günümüzden 19 yıl önce gerçekleşen genel seçimlerde TBMM’deki 550 sandalyeden 365’ini (%66) kazanan AKP, seçmenlerin % 26’sının, geçerli oyların da % 34’ünü alarak bu başarıya ulaşmıştı. Hem de bu seçimden yalnızca 1 yıl 2 ay 19 gün önce kurulmuş, çok yeni bir parti olmasına karşın. Böyle bir başarı, ülkemizde ve dünyada da bilinen tek örnek. Bizim de aralarında olduğumuz muhalifler ve toplumun büyük bir çoğunluğu, bu duruma şaşırmıştı. Fakat şaşkınlık kısa sürdü. Çünkü, 28 Kasım 2002’de kurulan hükümetin, 7 aydan daha kısa süre sonra, Haziran 2003 tarihinde Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından, 1980’li yıllardan itibaren neoliberal ekonomik politikalar kapsamında, sistemin içindeki bütün ülkelere önerilen/dayatılan “sağlık reformu” uygulamalarının “Sağlıkta Dönüşüm Programı-SDP” adı ile ülkemizde hayata geçirileceğinin açıklanmasıyla taşlar yerli yerine oturdu.
Esasında, DB ve IMF tarafından hazırlanan acı reçetelerin Türkiye’de hayata geçirilmesinin 20 yıldır tamamlanmamış olması, AKP hükümet(ler)inin temel ödevini ve seçim başarısının nedenini ortaya koyuyordu. Öyle de oldu. Sağlık hizmetleri başta olmak üzere, hayatın bütün alanlarında çok büyük makyajlarla bu politikalar uygulanmaya başlandı ve tamamlandı. Yirmi yıl gibi bir süre sonunda, ülke kaynaklarının pervasızca uluslararası sermayeye ve onların işbirlikçilerine aktarılmasının yarattığı yıkım çıplak gözle de görünür oldu. Merkez Bankası rezervi eksi milyarlarda, doğa geri dönüşümü çok zor biçimde tahrip ve talan edildi, GSMH artarken, eşitsizlikler derinleşti. İktidar tarafından doğrudan kaynak aktarılan bir avuç zengin çok daha zengin olurken, halk yoksullaştı. Son iki ayda sadece dövizdeki artış nedeniyle, soframızdaki 10 ekmeğin ikisi buharlaştı, 8 ekmeğe düştü. Pazarlar bittiğinde, atıklar arasından evine götürecek gıda toplayanlar o kadar arttı ki, artık her bölgede, her şehirde, her ilçede maalesef sıradanlaştı. Demokrasi, adalet, özgürlük ve barış rafa kaldırıldı. Laiklik, sanat, edebiyat, şiir gibi insana değer katan alanlar yok sayıldı.
SDP ile tüm yurttaşları kapsayacak propagandası ile kurdukları genel sağlık sigortası sistemi için sağlık primi adı altında “sağlık vergisi” alınmaya başlandı. Yetmedi, 11 başlıkta katılım payı alıyor ve özel hastane patronlarına aktarıyorlar. Sağlık Bakanlığı da özel hastaneler gibi, bakanlık hastanelerinde yapılan her bir muayene, tetkik, tedavi, ameliyat, yatış vb. için SGK’den para alıyor. Döner sermayesinin kasasını dolduruyor. Az bulunca da daha çok alabilmek için hekimleri her 5 dakikada bir hastayı muayene etmeye “zorluyor”. Oysa, ne tıbbi ne insani ne de ahlaki yönden bu sürede hasta muayene edebilmek mümkün değil. Bu sistemde paranın şehvetine kapılınca, patron olması da bakanlık olması da fark etmiyor. Son üç yıldır yaşanmakta olanlar gösteriyor ki SDP çökmüştür. O nedenle yaklaştığı görünen genel seçimlerde AKP-MHP iktidarının gitmesi yetmez. Pek çok kurum ve sistem gibi sağlık sistemimizin de yeniden inşası gerekiyor.