Hasan Kılıç
Beyazlık, ideolojik spektrumun her tarafına sinebilen, imtiyazların taşınmasında fikri açıları aynı konumda toplayabilen niteliğe sahiptir. Beyazlığa özgü bu nitelik, beyazlığın duygu, davranış ve tutumlarını soldan sağa her ideolojik açıda benzeştirmeye neden oluyor. Beyaz insan için dünyadaki politik konumu ile imtiyazları arasındaki gerilimde imtiyazlara yaslanmak çoğu zaman tercih edilen seçenek oluyor.
Beyazlık bir sarmaldır. Bu sarmalın içerisine dahiliyetle birlikte yanılsamalar, asli rota olarak yol gösterip durur. Bir defa bu sarmala girince devamına sürüklenmek işten bile değildir. Bu sarmal, öznellik oluşturur ve karakter haline gelir. Artık tek bir lens vardır, dünyayı görmek ve okumak için: Beyaz insan lensi…
Beyaz insan lensi, olayların sadece görülmesinde değil, anlamlandırılması ve meşrulaştırılmasında işlevli hale gelir. İmtiyaz ile hakikat arasında beliriveren gerilimlerin ehlileştirilmesi ve meşrulaştırılması beyazın tarihsel maharetlerinden biri. Bu maharet bazen canhıraş şekilde savunulan hiyerarşiye ‘rasyonel’ sebepler bulmak, bazen ise ‘örtülü’ şekilde hiyerarşiyi besleyen kaynakların akmasına seyirci kalmak şeklinde oluyor. Gerilimler beyaz insanın politik konumu, sosyal çevresi, yaşama dair öncülleri gibi pek çok açıdan çeşitli görünümler alsa da maharet, beyaz insanın tüm bu görünümleri ve bağlamları dikkate alarak gerilimleri ehlileştirmesidir.
Bu ehlileştirme taktiklerin çok sayıda dolayımına tanık olduk, olmaya devam ediyoruz. Kuşkusuz ki en önde gelen dolayımlarından biri, burjuva hukukunun soyut eşitliğe yaslanması ile gerçekleşiyor. Politik ekonomi ve sosyolojik ilişkileri dinamikliğinden ayırıp statikleştiren; ana akım iktisadın ceterisparibus* yaklaşımını yaşama çerçeveleyen bu dolayımlama, her türden gelişmeyi belli biçimlerde okumayı getirtir ama yanılsamalı okumalarla birlikte…
CeterisParibus eleştiriciliği
Hukuka maruz kalma ya da hukuku uygulama yetkisi soyut bir eşitlik üzerinden değerlendirilir. Böylece yaşamın kendisi, politik mücadele, her türlü hareket vedinamizm, tarih dışılaştırılır. Tarih, siyaset ve sosyolojinin ceterisparibus sayılması beyaz insana, siyah insanı eleştirme imkânı sunuyor. Böylece beyaz insan, farklılıkları gözetmeden eleştirinin zehirli ucunu siyah insana doğru yöneltebiliyor.
Misal HDP’li milletvekillerinin oy kullanma yetkisi varsa ve bu oy ile AKP’li milletvekilinin oyu “bir” sayılıyorsa soyut eşitlik prensibine sıkı sıkıya sarılarak HDP eleştirilir. Bu dolayımlama ile eleştiri, tarih dışılığı esas alır. Bu eleştiriye göre HDP’li milletvekillerinin bir mücadele geleneği yoktur, varsa da o anda beyaz insanın ‘istatistiklerle güçlendirilmiş muhteşemanalizi’ karşısında önemsizdir. Bu tarih içerisinde birikerek gelen güncel ve yakıcı sorunlar, mağdurlar ve ezilenlerin yanında olmak; soyut eşitlik dolayımı karşısında sözü bile edilemezdir. Ne de olsa beyaz insan ‘zayıf noktayı’ yakalamış, sosyal medyada like’ları almanın ve sıradan insana ‘yurttaşlık dersi’ vermenin kapılarını sonuna kadar aralamıştır. Ona göre oylamanın yapıldığı gün ya soyut, eşit yetkiyi kullanmak için Meclis’tesindir ya da değilsindir. Neredesin; ne yapıyorsun; sen bu parlamentoya girerken bile onlarca dezavantajı, bariyeri, hileyi aşarak geldin mi, gelmedin mi; o gün için bir hak ihlali ile ilgilenip ilgilenmediğin, açık cezaevine çevrilmiş kentinde seçmenlerinle dayanışma içerisinde bulunup bulunmadığın, hasta tutsak yakınlarına moral ve destek ziyareti yapıp yapmadığın gibi soruların bir önemi yoktur. Beyaz insan için geçerli tek değerlendirme, istatistiklerden süzülüp gelen soğuk sabitliklerdir. Çünkü onun kibri her türlü istatistikle hasbihal eder ama asla siyah insanın özgünlükleri ve farklılıkları ile iletişim kurmaz.
Beyaz insan soyut-eşit yetkiye dayanmış; ‘istatistiklerin objektifliğinde’ tarih ve toplum dışı analizlerini, beyaz ile siyah arasındaki tarihsel, siyasal, iktisadi, sosyolojik farklılıkları ve hiyerarşileri görünmez kılarak ‘sosyal medya like çarkına’ sunmuştur. Bu öyle bir çarktır ki, bir defa içine girdiğinde bir daha kurtulmak imkansıza yakındır. Beğenilme isteği, siyasal eleştiriyi basit polemiğe kurban eder. Her polemik kurban ritüeli etrafında döner, durur. Elbette kurban seçilirken ‘rasyonel’ tercihler yapılır ve siyasi iktidarın otoriter hışmındansa ezilenin temsilcisi polemiğin merkezine yerleştirilir. Böylece hem otoriter hışımdan kurtulma garantisi edinir hem de sosyal medya like’ları beyaz insanın gururunu okşar, durur.
Oysa ki, siyah insanı soyut-eşit yetkiler düzleminden çekip çıkarmak ve beyaza göre paranteze almak ahlaki politik eleştirinin kaçınılmaz şartıdır. Öbür türlüsü eleştirinin yapıcı özelliklerini alır götürür, kendinde eleştiri haline getirir. Oysa iddia, temel meselelerde siyasi partilerin eleştirisi, eksik ve yanlışların gözler önüne serilmesiyse öncelikle eleştiri kendisi için olmamalı, muhatabının özgünlükleri ve gerçeklerle birlikte gerçekleştirilmelidir.
Siyasi partilerin yasal düzenlemelere yönelik oylarını sayıya indirgemek, yetki eşitliği düzleminde değerlendirmek; siyahın özgül durumunu kabul etmemek anlamını taşır. Halbuki siyaset bir etkinlik ise aynılık ve soyut-eşit yetkiler düzleminde değil; farklılıklar düzleminde okunmalıdır. Siyasetin dili ve eleştiri, aynılığı çağırdıkça beyazlaşır, totalleşir, konfora yaslanmaktan kendini alamaz. Fakat dil ve eleştiri, farklılıkları esas alarak emek gerektiren bir düşünüm sürecine girerse beyazlığın tuzaklarından kurtulur ve görevini yerine getirebilir.
Eleştirinin sorumluluk ihtiyacı ve siyah insanın eleştirisi
Kestirmeden ifade edelim ki, Meclis’te grubu bulunan diğer partilere göre HDP hem yaslandığı seçmenin sınıfsal pozisyonu hem ulusal-ideolojik taban ve yönetici bileşimi ile Türkiye’nin siyah partisidir. Bu gerçek göz ardı edildiği her an eleştiri, en iyimser haliyle çok sayıda yanılsama barındırır.
Yanılsamadan kurtuluşun yolu ise eleştiriyi sorumlulukla yerine getirmek, eleştiriyi yapan özneden olabildiğince ayırabilmek ve yapılan özneyi totalleştirmeden konfora yaslanma kolaycılığına düşmeden yapmaktır.
HDP, siyahlığı ile birlikte salt bir parlamento partisi olmaktan uzak bir partidir. Toplumsal mücadele alanlarından biri parlamento olsa da örgütlü mücadeleyi parlamento zemini dışına taşımak, böylece parlamentoyu da etkilemek HDP’nin varlık zeminidir. Temel hedefini “politikayı toplumsallaştırmak, toplumsal olanı politikleştirmek” olarak belirleyen HDP’yi eleştirmek, hiç olmadığı kadar bütüncül bir eleştirinin öznesi haline getirmekle mümkündür. Aksi takdirde eleştirinin dayandığı ontolojik zemin kaçınılmaz paradokslar yaratır.
Kuşkusuz bu yazı “HDP’yi eleştiremeyelim” yazısı değil, bilakis sorumlu eleştiriyi amansızca yapmaya davettir. Kuşkusuz ki bu eleştiri Karl Marx’ın belirttiği “…düzenin radikal eleştirisi…” ile el ele gitmelidir.