Bi susun konuşma zamanı kadınlarda!

Bi susun konuşma zamanı kadınlarda!

Zuhal Atlan

Ataerkil toplumda çıplaklık, cinsellik kavramlarının konuşulması “tabu” olarak görülmüştür. Dogmatik bir bakış açısı sunan bu kavramları ağza almak, tartışmak adeta yasaklı elmayı yemeye benzer. Hele ki söz konusu kadının cinselliği ise iki kat fazla “ayıp”lanmıştır. Kadının bedeni, kadının cinselliği erkeğin sömürü aracı; vajinası ise kötülüklerin kaynağı haline gelmiş, aşağılanma ve hakaret olarak kullanılmıştır.

Kadın bedeninin bu denli baskı altına alınması, onları erkeklere bağımlı hale getirmiş ve bu bağımlılık kadının duygusal zekası ya da biyolojik hormonlarıyla açıklanmıştır. Oysa dişilik hormonu östrojenin, erkeklik hormonu testosterondan çok daha akışkan ve enerjik olduğu bilimsel olarak kanıtlanmasına rağmen kadınların fiziki ve biyolojik özellikleri erkeğe bağımlılığı gerekçe kılmıştır. Feminist yazar Kate Millet, Cinsel Politika kitabında “Kadınların bağımlı durumunu yaratan en önemli öğelerden birisi ataerkil düzenin sistematik bir biçimde kadınları bilgisiz bırakmasıdır” diye yazar. Bedeni bir bütünen kendisinin olmayan kadın, sömürgeleştirilmiş ve cinsine yabancılaştırılmak istenmiştir.

Erkek egemen toplumun bu yargılarına karşı gelen kadınlar ise “cinselliğine düşkün”, “libidosu yüksek”, “şuh”, “şehvetli”, “cadı”, şeklinde tanımlamalara maruz kalmıştır. Bir kadının şehvetli olması yadırganırken, evlilik dışı cinselliğini yaşaması, hatta orgazm olması bile suç sayılmıştır. Bu yüzdendir ki kahkaha atması iffetsizliğinin sembolü olmuş, mini etek giymesi ya da hamileyken sokakta dolaşması ona saldırma gerekçesi olmuştur. Bu saldırılara zemin hazırlayanlar ise; yetkiyi, iktidarı elinde bulunduran zümrenin ideolojik aygıtlarından biri olan medya-basın, eğitim sistemi, kurumlar aracılığıyla yaymak istemiştir.

“Kadınların veya kadınlarla erkeklerin birlikte, topluluk içinde dans etmeleri veya başkaca oynamaları caiz değildir” diyen Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman’ın açıklaması tam da bu politikalara tekabül etmektedir. Yine Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, evlilik dışı ilişkinin bir suç olarak TCK’ye konulması gerektiğini savunurken “Zina suçu Türk Ceza Kanunu’na konulmalıdır. Belediye olarak sosyal sorumluluğumuz var” açıklaması hakeza kadın bedenini erkeğe bağımlı kılmak istemesinin bir sonucudur. Bolu Belediye Başkanı her ne kadar açıklamasında zina sözcüğünü kullansa da bunun kadınların bedenini baskı altına almak isteyen, kadınlara evlenip çocuk doğurmayı dayatan bir zihniyetin yansıması olduğu apaçık ortada.

Nihayetinde erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz ve şiddeti içinde barındıran bu konuşmalara her dönem rastlıyoruz. Dizi, film, reklam yani bir bütünen medya eliyle “erkeği baştan çıkartıcı” kadın bedeni ve cinselliğinin korku aracı olarak gösterilmesine tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla kadın özgürlük mücadelesi veren kadınlar olarak bizler, zihinlerimizi esir almaya çalışan erkek-egemen algılara karşı sürekli mücadele içindeyiz. Böylesi bir sistemde tamamiyle özgürleştiğimizi, feodal-patriyatik bakış açısından sıyrıldığımızı söylesek de bu bizim için çok büyük bir iddia olur. Evet farkındalığı olan kadınlarız, evet erkek egemen “değer yargılarına” karşı mücadele eden kadınlarız, ancak hiçbirimiz toplumun bize dayattığı, “evde oturmak”, “ağabeyi, sevgilisi ya da babanın sözünden çıkmamak”, “kocasına hizmet etmek, gerekirse onu elinde tutmak için fedakar olmak, onu kıskanmak, sürekli kontrol etmek, ona bağımlı yaşamak, çocuk doğurmak”, “yazıp-çizmemek”, “haklarının farkında olup konuşmamak,” gibi dayatılan rolleri yok etmiş değiliz. Elbette DNA’larımıza kadar işlenmiş erkek egemen kodları değiştirmek, buna karşı mücadele etmek çok zor ve meşakkatli; ama hiçbir mücadele kolay kazanılmadı. Kadınlar bin yıllardır kendilerinden çalınanı geri almak için direniyor, mücadele ediyor. Bu geri almanın bedelini bazı dönemler canıyla kimi zaman bedeninin hapsedilmesiyle ödüyor. Tarihten bunun birçok örneğine tanıklık ediyoruz.

Onlardan birine değinmek istiyorum: Virginia Woolf. Woolf, bir gün araştırma için gittiği kütüphaneden kadın olduğu için çevrildiğini görünce şunu der: “Kitaplıklarınıza kilit vurun, ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne sürgü ne de kapatabileceğiniz bir kapı”

Bizler de hakkımızda konuşmayı had edinmiş erkeklere şunu söyleyelim; kadınlar kendilerine dayatılan rollerin farkında, “bilgisiz” değil, aksine bedenlerinin baskı altına alınmasına isyan ediyor. O yüzden susun konuşma zamanı bizde; kadınlarda!