Kamu kurumlarının eğitim ve terfi sistemleri siyasi iktidarın etkisine açık hale geldikçe halktan, kamudan uzaklaşmaları ve iktidar partisinin örgütlerine dönüşmeleri kaçınılmaz. Yirmi yıllık AKP ve Erdoğan iktidarının başlangıçtaki “liberal” söylem ve icraatlarının giderek faşizan dil ve uygulamalara dönüşümü bu sürece paralel gelişti. AKP devletleşirken devlet, İslami kodlarla AKP’leşti. Görece kurumsallaşmış, kendi gelenek ve kuralları olan Asker ve Polis başta olmak üzere yargı, milli eğitim, yüksek öğretim kurumları giderek birer parti organına dönüştü. Zorluk çıkaran, engel olan Boğaziçi gibi hala süren direnişlerin yanında bu sürecin en kullanışlı unsurları, toplumda hazır bekleyen yükselme hırsıyla kendi değerlerini yitirmiş, çıkarlarına odaklı bürokrat, memur tayfasıdır dersek yanlış olmaz…
Güçlünün, iktidarın yanında olmayı marifet sayan, en azından karşısında konumlanmamaya özen gösteren çıkarcı bürokratlar cennetidir devlet çarkımız. Hicivlere, karikatürlere, romanlara konu olan halk dilinde her devrin adamı “Zübüklerin” filmleri “keyifle” izlenir o yüzden. Neyzen’i de bunlar hiciv ustası yapmıştır zaten.
“İşte bu zümre hukuk-ı vatanın müktesibi.
Bir düşün ki ne olur her birinin müntehibi,
Ötecekler bir ağaçta tüneyen karga gibi,
Bu sadadan nice har, vâkıf-ı elhan olacak!”
İktidar önünde cübbesinin önünü elleriyle kavuşturan yüksek yargı üyelerinden, yerlere kadar eğilen sarıklı cübbeli generallere, el pençe divan duran rektörlerden, emniyet müdürlerine, valilere, kaymakamlara ve nihayet cezaevi müdürleri ve gardiyanlara kadar bu “hukuk-i vatanın müktesiplerinin” göze girmek için yapacaklarının sınırı yok. Sarayın hedef göstermesi veya amirlerinin buyrukları olmasa da durumdan vazife de çıkarabilirler. Son örneğini HDP Genel Merkez önündeki tertipte gördüğümüz “çivileme” yollu ölüm tehdidini hem de bir kadın vekile savuran memur, bunu emir kulu olduğu için yapmıyor. Emniyet terfilerinin yayınlandığı ilk listede adını yukarılara tırmanmış göreceğinizden kuşkunuz olmasın. Medya önünde kendini gösterme olanağı olmayanlar ise daha etkili uygulamalar yapmak zorunda. Diyarbakır Cezaevi Müdürü Esat Oktay Yıldıran’a özenen cezaevleri müdürleri veya yeni terfi ettiği Baş Gardiyanlıktan gözünü daha da yukarılara diktiği anlaşılan “Kebire Hanımlara” kadar işini tutsaklara işkence etmekten keyif almaya vardıranların listesi hayli uzun olurdu sanırım.
Erkek bakışıyla yetişmenin kalıntıları mı yoksa zulüm, esas olarak erkeklerin eylemesi olduğundan mıdır bilmem ama bir kadının zalimliği beni çok daha derinden yaralıyor. Bu ülkede kadınlar için her yer zindan. Ama hem kadın, hem de zindanda ve siyasi tutsak iseniz size zulmedenlerin de “kadın” olması, durumu çok daha zor bir hale getiriyor. Gardiyanları da çoğunlukla sadece işlerini yapan, aslında kendileri için de hiç hoş olmayan koşullarda çalışan emekçiler gibi düşünmek çok zorlaşıyor. Verilen her türlü emri yasalara uygun olup olmadığını sorgulamadan yerine getirmeye gönüllü hale gelen polis veya gardiyanların kadınlardan da olmasını bir türlü içime sinmiyor. Oysa askeri eğitimler gibi itaat esasında, emir komuta zincirine uyumlu “eğitilmiş” her kim olursa olsun vicdanını bir kenara fırlattığında fark etmeyecektir elbet. Hatta siyasi tutsakları düşman görecek kadar şartlanmış kişiliklerin, yaptığı işten keyif de aldıkları anlaşılıyor.
İzmir Aliağa Kadın Kapalı Cezaevinde 10 kişilik koğuşta 37 kadın tutsak kalıyor. Boş koğuş olmasına rağmen siyasi tutsaklara tahsis edilmemesini, üstüne üstlük koğuştaki insan sayısına göre değil de hala 10 kişiye yetecek kadar yemek verilmesini neyle izah edebilir, ekmek dahi yeterli olmuyorsa bunu nasıl tanımlayabilirsiniz?
Yıllardır birçok tutuklu ve hükümlü mektup arkadaşlarım oldu, hiç tanımadığım birçok insana mektuplar kartlar gönderdim, açık kapalı görüşlere gittim ve ilk defa bir arkadaşın yemekleri konu ettiğine, daha doğrusu buna mecbur kaldığına şahit oldum. Bu gerçekten yeni bir zulüm politikasıdır. Hasta siyasi tutsakların intiharlara ölüme sürüklenmelerinin yanında şimdi de resmen, devlet eliyle, açlığa mahkûm ediliyor. İktidar başka konulardaki hüsranlarının öcünü siyasi tutsaklardan bu yolla almaya çalışıyor.
Bugün anneler günü. Bence her kadın bir annedir. Çünkü kendi çocuğu olmasa da her kadının, mutlaka başka bir çocuğa analık, ana yarılığı yapmışlığı, başını göğsüne dayamışlığı vardır. Bu vesileyle zindanlardaki tüm kadın tutsakların ve evlatları bu koşullarda olan tüm anaların anneler gününü kutluyorum…