2019 yılıydı sanırım, yerel seçimlerde muhtar adayı olmak isteyen 5 yaşındaki bir çocuğun videosu sosyal medyada epeyce görünür olmuştu. Çocuk Ardahan’ın bir köyünde giydiği lacivert takım elbisesi ve kravatı ile yöresine uygun konuşma biçimiyle muhtar adaylığını açıklamış ve köylülerden biri de bu anı çekip paylaşmıştı. Çocuk gayet ciddi görünüyordu, ama videonun haber dili çocuğun sempatikliğine vurgu yapıyordu.
Daha yakın bir tarihte de bir çocuk Trabzon’da bir siyasi parti mitinginde sahneye çıkarılmıştı. Kitleleri muhalefet partisinin liderine sesleniş biçimiyle coşturmuştu. Ciddiyet ve hırs bir aradaydı.
Bu çocukların videolarının toplumsal yansıması nasıldı peki? Şunlar olabilir mi?
- Siyaset bu yahu, sana mı kaldı çocuk: Çünkü siyaset öyle zor, ağır, meşakkatli bir iş ki çocukların politikleşmeleri boylarını çok aşar.
- Adam olacak çocuk: Çocuk siyasete karışarak geleceğinin parlak olduğunu gösterebilmektedir. Daha bu yaşta siyasi fikir belirten çocuk kim bilir büyüyünce neler yapabilir!
- Bak ne hallere düştük, bizim muhtarların da çocuktan farkı yok: Demokratik temsil oldukça önemli bir konudur, öyle ki çocuklara veya çocuk gibi yetişkinlere emanet edilemez.
- Çocuk bile anlamış bak nasıl sesleniyor: Çocukların anlayabileceği ve anlayamayacağı konular vardır, siyaset anlayamayacaklarındandır. Eğer bir çocuk bir konuyu idrak edebildiyse ve bir yetişkin edemediyse bu yetişkinin küçümsenmesiyle sonuçlanır.
- Yapacak başka haber bulamamışlar: Haberlerde çocukların çeşitli eylemlerinden daha ciddi meselelere değinilmelidir. Bir çocuğun politik katılım hakkını kullanması ciddi bir mesele değildir. Herhangi bir mağduriyet içermediğinden çocuk haberin konusu olmamalıdır.
Bu söylemler çok arıtılabilir. Çocuk-bebek işi! Çocuk aklı! Çocuk gibi! Çocuk sen de! Çocuk musun! Çocuklaşma! Çocuk saflığı! Çocuk masumiyeti! ve daha nicesi… Hepsi çocuklara dair yetişkin akılla dile getirilen ve ağırlıklı olarak yapılan eylemin yetişkinliğe yakışır olmadığını belirten söylemler. Hangi davranış veya söylemin kime yakışacağına karar verme yetkisine haiz olduğunu iddia eden yetişkin akılların günlük hayatta çocuklar ve yetişkinler arasında birbirini hor görmeye sebep olan bir ayrım ekleme çabası! Hele bir de üstüne politika eklenince, çocukluk ve politikanın ilişkilenmesine itirazlar yükselir.
Politik olmanın ne demek olduğunu tanımlayan çalışmalar yetişkinlerce yapılıyor. Bir çocuğun politik eyleminin içeriği böylece çocuğun eyleminden ve farkındalığından bağımsız bir şekilde tanımlanıyor. Böyleyken çocuklar politikleşebilir mi? Bu konuyu siyasi mecrada kendini ifade etme şeklinde ele alabiliriz.
Bir çocuğun siyasi düzen içinde potansiyel özgürlüğü ve çoğulculuğu ile yenilik doğurması o düzen için bir risktir. Çocuk demokratik siyasette kurucu bir rol oynar. Çocukların seçim kurumlarından resmi olarak dışlanmış olmalarına rağmen, temsili politikanın kurucu birer parçasıdırlar. Hal böyleyken çocukları politik alandan dışlayan korumacı gerekçeler geçerli hale gelir. Aslında çocuklar, siyasette resmi bir rolü olmayan toplum üyeleri olarak kabul edilirler. Siyasetten uzaklaştıkça siyasetin sınırlarının da oluşmasını sağlarlar. Politik olma yaşına gelir gelmez de ardı arkası sorgulanmadan siyasi olgunluğa eriştikleri varsayılır. Artık siyaset sınırından içeri girmişlerdir, politik hakları vardır ve seçilmek için lacivert takım elbise kravat giydiklerinde sempatiyle değil ciddiyetle dinlenirler. Seçmen olarak politik haklarını kullanabilecekleri de her zaman akıldadır ve gençlik çalışmaları politikleşmeye başlar. Yeterli yaş çocuğun önce toplumsal tanımını değiştirir ve bir sihir gibi onu diğerleriyle siyasi eşit haline getirir. Kendi çıkarlarını temsil edebilen, müzakere edebilen, muhalefete seslenebilen, muhalif olabilen kısacası kendi hayatı üzerinde hakim ve politik karar verme yetkisi olabilen haline gelir.
Bilindiği üzere seçmeye dair bu sihirli yaş Türkiye için 18. Türkiye’de 18 yaşını doldurmuş kaç kişi kendi hayatını idame edebilme konusunda özerklik kazanabiliyor? Elbette bazı başarı (!) hikayeleri var, arada haberlere çıkıyor, filmlere konu oluyor. Ama kendi hayatı üzerinde çok az şeyi değiştirebilen bir birey birden bire nasıl politik olma erişkinliğine ulaşabiliyor. Bu sorunun daha doğru sorulma biçimi şu: 18 yaş öncesinde bireyin, kendini politik konumlandıramayacağıyla ilgili düşünmemize sebep olan nedir?
Deneyim denebilir hemen. Ya da hayat tecrübesi. Oysa hayat tecrübesi hiç bitmiyor ki! Dün yediğimiz bir yemekten sonra hayata bakışımız değişmiş olabilir, biriyle tanışırız şimdiye kadar olan biteni siler götürür, bir kitap okuruz bir eyleme katılırız geçmiş bütün yüküyle gelir veya gider. Yani deneyim bitmeyen bir süreçtir, sürekli yenisi eklenir ve bazen büyük farklar yaratabilir. Bazense fark yaratmadan birikmeye devam eder. Ayrıca toplumlar zorunlu olarak üyelerinin karşılıklı bağımlılığı ve topluluk duygusu üzerinde inşa edilirler ve çocuklar çeşitli konularda yardıma ihtiyaç duymada toplumun diğer bireylerinden farklı değillerdir.
Şu durumda çocukluğun hayata dair az deneyimle ilişkilendirilip çocukların deneyimsizlik nedeniyle politikadan dışlanmasının pek de anlamı kalmıyor. Olduğu kadar deneyimle, yapabildiği kadar katılmak da gayet yeterli görünüyor.
Seçmen olmaktan bahsettik ama politik katılım meselesi oy kullanmakla sınırlı değil. Oy verme veya daha fazlası yoluyla katılım için ise çocuk ve gençlerin ana-akım siyaseti taklit etmeyip siyasete kendi çizdikleri sınırlar yoluyla tam katılımı talep etmeleri gerektiği şeklinde bir çalışma var. Tam politik katılım konusundaki karşı gelişlerin iki şekilde oluşturulduğunu söyleniyor: Bunlardan birincisi, geleneksel bir reaksiyon olup, çocukların tam katılıma hazır olmadıkları söylemidir. İkincisi ise, oy vermenin zaten başlı başına tatmin edici bir eylem olmadığına, oy kullanma oranlarının düşüşte olduğuna dair söylemdir. Söylem aynı zamanda oy kullanma yaşının küçültülmesine değil, gençlerin azınlık haline getirilip oy kullanmaları fikrine karşıdır. Bir diğer deyişle, oy kullanma yaşını düşürmenin ve gençlerin oy hakkının yayılmasının kendi başına yaygın siyasi katılım üretme olasılığı düşüktür. Katılımın oy kullanmayla yaygınlaştırılamamasından anlaşılan oyların bir sayı olmasının ötesinde bir fikir beyan etme süreci olması gerekliliğidir. Fikirlerin beyan edilmesine ve dikkate alınmasına hazır bir ortamın varlığı oy kullanmayı etkin kılabilecektir. Oy kullanmak bir davranıştır, bir seçime dönmesi için arkasındaki bir fikirden destek alması gerekmektedir.
Peki politik katılım seçmek seçilmek dışında ne olabilir? Esasında toplumsal hayatı paylaşmakla ilgili her şeyin içinde politik bir akış var. Her ne kadar deneyim gibi, gelişim özellikleri gibi açıklamalar çocukların politikleşmelerini imkanlar dahiline almasa da hayatın kendisi politiktir. Yani bir kalıba yerleştirdiğimiz, coğrafyayı, kültürü, sosyolojiyi göz ardı etmek ve her aşamayı bir süreç olarak görüp her birine birer benzer gelişim özellikleri sunmak da çocukların politikleşemeyeceğine bizleri ikna eden açıklamalar sunar. Buraya bir itiraz her 5 yaşındaki çocuğun aynı 5 yaş özelliklerine sahip olmadığına dikkat çekmekle diğeri ise politikleşmek için ön koşulların olmamasıyla getirilebilir.
Ötekileştirilmişlere yönelik eşitsiz koşulları göz önünde bulundurarak politikanın ötekilerle beraber oluşturulmasının önemini vurgulayalım. Böylece, marjinalleşmenin, sosyal dışlanmanın ve yoksulluğun anlamlı bir şekilde üstesinden gelinebilir. Eşitsizlik, genel olarak çocukların sadece toplumun aktif olmayan birer parçaları olmaları gibi bir nedenden dolayı bile maruz kalabildikleri bir durumdur. Sosyal dışlanma veya yoksulluk gibi demokrasinin de güç kaybettiği durumlarda çocuklar kendileri için biçilen eşitsiz konumlarından sözde herkes için olan demokrasinin uzak izleyicisi olurlar. Bu şüphesiz, politik katılımlarına yönelik yapabilirliklerini engelleyen bir durumdur.
Başka bir durum ise çocukları vatandaş görmeyle ilgilidir. Çocuklar, bir küresel vatandaşlığa tamamen dahil edilebilirler çünkü onların dahil edilmeleri, yalnızca kendi kendilerini güçlendirmelerine bağlı değildir. Aksine, vatandaşlıkları hem çocukların hem de yetişkinlerin ortak sorumluluğudur. Çocukların marjinalleştirilmiş deneyimleri, mevcut siyasi tahayyülleri ve uygulamaları dönüştürmek için güçlendirilmelidir. Bir yandan, çocukların kendileri toplum içinde statükoya karşı gözle görülür meydan okumalar olarak görünmelidir. Çocukların da demokrasi için yürütülen müzakerelerin bir parçası olmaları onları da etkin politika yapıcı konuma taşıyabilecektir. Çocukların politikaya katılmayı talep etmelerinin toplumsal sonuçları üzerine eğilmek gerekir.
Öte yandan bu görünüm, kamusal alanda iktidara sahip olanların yanıt olarak siyasal alanın tahayyüllerini yeniden yapılandırmalarını gerektiriyor. Küresel yurttaşlığın amacı, ne ortak bir dünyanın inşası ne de başkaları tarafından dayatılan dünyaların yapı sökümü değil, daha çok, birbirlerinin yaşanmış farklılık deneyimlerine yanıt veren yaratıcı dünyaların yeniden inşasıdır. Çocuklar, herkes için daha kapsayıcı bir küresel vatandaşlığa giden yolu gösterir ki bu eşitlik için önemli bir adımdır.
Baker, Zorunlu Eğitime Hayır kitabında çocuğun kendisi olmasının önlenmesinden bahseder ve manidar bir şekilde sorar: Çocukların her akıllarına eseni yaptıklarını düşün! Ne hallere düşerdik? Çocuklar öznedir demiştik ya daha önce, şimdi de çocuklar politik öznedir diyelim. Söyleye söyleye kabullenelim, yetişkin gardımızı bir kenara bırakıp içselleştirelim. Politik çocukların, çocukluğa ve toplumsal eşitliğe etkisi ve katkısını görelim.
Tuğba Canbulut kimdir?
1987 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 2010 yılında mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’nde Sosyal Politika ve Sosyal Hizmetler Yüksek Lisans Programı’nı 2015 ve Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doktora Programı’nda öğrenimini 2022 yılında tamamladı. Doktora tez çalışması kapsamında İspanya-Cadiz Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa’da akademik hayatına devam ediyor. Ağırlıklı olarak çocuk hakları, politik katılım ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında çalışıyor.