Bir film ve 3. Yol meselesi…

Bir film ve 3. Yol meselesi…

Özgür Amed

(Filme dair kısmi spoiler içerir)

Politika her şeyden önce bir yaratma alanıdır ve şatafatlı tanımların ötesinde, özce gündelik yaşamı düzenleyebilme gücünü, eyleme ve toplumsal yaşama yansıtabilme sanatıdır.

Bu yönüyle de toplum faydasına dair yapılan her şeyi içerir. Politikanın toplumla bağı, toplumu ilgilendiren her kavram ile doğrudan ilişki demektir. Demokrasi, ahlak, adalet, hafıza vs. Bir anlatı olarak politika ise daha karmaşıktır. Söylenmek isteneni söylemeden de politik diskura yerleştirebilir, tersi şekilde söyleyerek de politik alandan çıkarabilir veya yerleştirebilirsiniz. Sinema, bunun en güzel araçlarından olsa gerek. Sayısız film, farklı kıta ve ülkelerden politik bir dil üzerinden hayatlarımızı anlatmaya ve değiştirmeye, eleştirilerini yükseltmeye devam ediyor. Bu dil tercihi ile gerçeğin bin bir yüzünü görünür kılmaya ve bize yol olmaya çabalıyorlar. Orijinal adı ile ‘Lerd’ (A Man of Integrity) de bu kulvarda giden etkileyici bir film.

Filmin yönetmeni Mohammad Rasoulof İran’da yasaklı bir yönetmen. Hapis cezası ve ülkeden çıkmama, bu süre zarfında da film yapmama gibi cezaları var. Kendisini İran’daki idamları dört farklı ama birbirine bağlı hikâyeden oluşan ‘Şeytan Yoktur’ filmi ile tanıdım.

Rasoulof’un popüler İran yönetmenleri arasındaki ayırt edici özelliği, olayları eğip bükmemek veya sonuçta murat edilen güzel bir geleceğe temenni bırakmamak denilebilir. İzleyenin de kelimelerini kursağında bırakarak gerçeği yüzüne çarpmayı tercih ediyor. ‘Şeytan Yoktur’ filmindeki ilk hikâyeyi izleyenler, ne demek istediğimi iliklerine kadar hissedecektir. Bu açıdan Kiyarüstemi ve Makhmelbaf ekollerinden farklı, Mecidi’nin ise düşsel-ahlaki anlatısının tam zıddı bir yerde konumlanıyor.

Mohammad Rasoulof, kendisinin de maruz kaldığı ve İran’da bürokrasiden siyasete, toplumsal ilişkilerden gündelik yaşam ağına sinen rüşvet meselesi üzerinden bir hikâye ve iddiaya girişiyor. Hikâye, toplumsal çürümeye projektör tutarken; iddia, ‘ya zalimsin ya mazlum’ dikotomisi oluyor. Zaten yönetmen verdiği bir demeçte tam da ‘böylesi bir düzensizliğin dışına çıkmaya çalışırsanız başınıza ne gelir?’ sorusundan hareketle yola çıktığını söylüyor.

Ve ilginçtir, tam da bu aşamada, film “Üçüncü Yol” alanına kayıyor.

Filme dair böylesi bir okuma, HDP’nin stratejik politik hattı olan ve güncel politik tartışmaların da hayati bir parçası haline gelen 3.Yol’a dair farklı bir tartışma ya da anlama şansı veriyor. Buna gelmeden önce filme dair bir iki şey ifade etmek iyi olacaktır.

Film, hikayesini düz ve gerçekçi bir anlatı ekseninde götürürken; bu eksenin derinliğini baştan sona kadar sembolik ve metaforik anlatıyla da örmeyi ihmal etmiyor.

Filmin adı, Lerd, bile böylesi bir tercihin sonucu. Lerd, tortu demek. Karpuz içinden şarap yapımı ile başlayan film ve bunun elde edilmesine dönük sürekli gösterilen tortu zaman içinde anlam kazanıyor.

Filmin ana karakteri Rıza, genel olarak dürüst biridir. Kendi halinde bir yaşamı eşi ve çocuğu ile sırtlanmıştır. Tahran’da yaşarken ve bir işi varken haksızlığa karşı geldiği için dışlanınca merkezden çıkıp Gilan eyaletindeki bir ilçede, herkese uzak bir ev kurup, Japon balığı yetiştiriciliği yapar. Eşi Hadîs de bir lisede müdürdür.

Bölgede çok büyük bir güç sahibi olan şirket, Rızaların çiftliğinin olduğu yere göz dikince işler sarpa sarar. Burada bir parantez açmak gerekir: Bu ‘şirket’ ve şirketin işlerinin döndüğü mekân olarak ‘cami’ son derece soyut bir yer olarak anlatılmış. Kafka’nın Şato’sundaki gibi bir döngü bu. Her yerde olan hiçbir yerde olmayan bir özne olarak ‘şirket’ var. Diğer bir konu, çiftliğin ipotekli olması. Bunun üzerinden başlayan ve film boyunca da karşılaştığımız ‘borç’ konusu! Bu detay da önemli, zira borçla yönetme, borç üzerinden vatandaşın imali her yerde karşımıza çıkan korkunç bir gerçek. Kore ya da İran fark etmez, yöntem ve amaç aynıdır.

Borç ve saldırı sarmalından sistemin tarif ettiği hak/hukuk yöntemleri ile baş etmeye çalışınca Tahran’dan daha beter bir gerçekler tablosu ile karşı karşıya kalır ve bu zorluğun içinde herkes Rıza’ya tek bir öğüt vermektedir: Ortamın kurallarına uy. Rüşvet ver, düzenin suyundan git. Rıza buna direniyor, filmde de sonuç olarak cevabını en çok merak ettiğimiz şey bu oluyor. Rıza’nın kendi sesini dinlediği, olan bitenlere anlam vermeye çalıştığı kaçış yerleri var. Bu bir ‘mağara’dır. Burada kendi yaptığı şarabı içerek içine girdiği her arınma, dışarıda bir başka sorun olarak önüne geliyor. Başına gelen sorunlarla uğraşırken bir gayrimüslimin mezarlığa gömülemeyeceğini, din ile dindışılığın nasıl iç içe geçtiğini, kötülüğün toplumun kendisi haline geldiğini de anlamaya başlıyor örneklerle. Öyle ki medikal yöntemlerle karpuz içinden elde ettiği şarap, adeta toplumun değişen kimyası gibidir. Toplum suç üretip bireyi buna işlemeye mı hazırlar yoksa zaten birey bu potansiyel ile mi dolanır soruları bizi sarpa sarmaya başlar.

Son bir bağlam, merkez ve çevre ilişkisidir. Merkez, kötülüğün de merkezidir. Siyasal rejim bunun icracısıdır ve Rıza bununla yüzleşmiş, kaçmıştır. Fakat içine girdiği çevre, siyasalı da aşan daha korkunç bir çıkmazın içindedir. Tahran’a arkadaşını görmeye giden ve onun cezaevinde olduğunu öğrenen Rıza, şu gerçekle döner: “Ya zalimsin ya mazlum! Başka bir seçenek yoktur”

Lerd, sakin görünüp bağıran bir film ve Rıza’nın tercihini beklerken bu bağırışı şiddetle hissetmeye başlıyorsunuz.

***

Şimdi filmi burada bırakalım ve esas konumuza geçelim.

Gerçekten ya zalim ya mazlumluk dışında bir seçenek yok mudur?

Bu durum en çok kimin işine yarar, zalimlik veya o çarka katılanların mı yoksa geriye kalanların mı?

Filmdeki karakterlerin yaşadığı dilemma da şu: Bürokratik, yalan dolan, yolsuzluk ve kötülükten ibaret bu sistemde iki seçenek dışında bir şey mümkün mü?

Filmin tezi, bunun olmadığıdır… (Üzücü tabi…)

Üçüncü yol konusu malum güncel bir konu. Siyasi arenada tartışılan bu programın sadece ‘siyasi’ olarak algılanması kanımca bir dezavantaj, açtığı fırsatları tepmektir.

Çünkü üçüncü seçenek (üçüncü ayak) son derece toplumsal/sosyal da bir tez. Yaşamın her alanına dair bir çıkış önerisinden bahsediyoruz.

Güncel duruma bakalım. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı var. Bir blok parlamento diyor diğeri başkanlık diyor, partileri de kısmen ortadan kaldırma mantığı güdüyor. İki taraf açısından da çıkmaz nedir? İki taraf da halkın talep ettiği demokrasiyi ve politikaları temsil etmiyor.

Bu anlamda denilebilir ki Türkiye’deki masa iki ayaklıdır. Bu iki ayaklı hal sağlam değil, masa düşüyor. Üçüncü bir ayak gerekiyor. İşte bahsettiğimiz durum budur.

HDP, tarihsel hakikatler ışığında bütün ezme-ezilme ilişkilerine, bütün egemenlik ve sömürü biçimlerine son vermek amacıyla kurulduğu için, tam da olmaz denileni, en umutsuz görünen seçenekleri de denemenin sorumluluğunu üstleniyor tüm inananları ve bileşenleriyle. Toplumun çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı yapısına uygun bir demokratik toplum inşasına öncülük etme arayışı bundandır. Bu siyasette önemli bir iddiadır. Bu iddianın değiştirme, dönüştürme gücü 7 Haziran’da, 24 Haziran’da, 31 Mart’ta ve yine tarihi 23 Haziran İstanbul seçimlerinde test edildi. Sonuçlar, yıkılmaz denileni, zalimlikten ibaret kaleleri yıkmak oldu. Ya bendensin ya ondan seçeneğini devre dışı bıraktı tüm somut sonuçlarıyla. Bu sonuçları sadece siyasal okumak, görmek doğru olmaz. Bir o kadar da toplumsaldır.

Çünkü biliyoruz ki üçüncü seçenek, iki geleneksel çizginin dışında kalır ve yenilikçidir, esnektir, ilkeleri esas alır, kutuplaştırıcı, düşman yönetimler arasında taraf olmaz. Bundan dolayı da milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe ve siyasi dinciliğe karşı etkili mücadeleyi demokratik bilinç ve dayanışma ile sürdürür.

Üçüncü seçenek, sistemin küçülmesi toplumun büyümesi demektir, özce buna davettir.

Başa dönersek,

Rıza’ya sürekli tembih edilen şey aslında politik olması gerekliliğidir. Bankacı, emlakçı, şirket, eşi, kayını, polis vs. Herkes çözüm geliştirmenin yolu olarak ona siyaset yapmasını tembihliyor. Öyle değilse bile öyleymiş gibi davranmasının onun için iyi olacağı nasihat ediliyor.

Rızanın kendinden kaçışı ile başlayan süreç, tercih aşamasına gelince ‘politika’ denilen şeyin egemen açısından suretini kavradığı an oluyor.

Karşıda durmanın bir bedeli olduğunu bilince çıkarıyor.

İki seçenek dışında kalan her şeyin üçüncü bir seçeneği de aşan varoluşa gittiğini fark ediyor. Fakat ilerletemiyor bu içsel kavgasını, çünkü yalnız.

Film tam da bu kalpsiz dünyada ‘üçüncü seçeneğin’ neden var olması gerektiğinin bam telini yakalamış! Tüm anlattıkları ve anlatmaya çalıştıklarının çözümü iki kutbun dışında bir çözümü işaret ederek, önemli nedenselliklerle bizi baş başa bırakıyor.