Soylulaştırma kavramı uzunca bir süredir Türkçede kullanılıyor. Muadili, mutenalaştırma. Neo-liberal dönüşümle birlikte yaygınlaşan kentsel dönüşümleri ifade etmek için kullanılıyor çoğunlukla. Tarihsel bir arka planı olan, yakın geçmişte bir şekilde metruklaşmış ya da kentin dışıyken birden bire kentin merkezi yerlerinden birisi haline gelmiş yerleri dönüştürme. Bu dönüşüm işlerine elbette önce bir tekinsizleştirme, bu tekinsizleştirmenin ‘suç ya da terör’ mahalli olarak medyada pompalanması ve sonra, devletin buradaki kriminalize edilmiş suçluları boşalttıktan sonra emlak rantına bölgeyi peşkeş çekmesi.
Dolayısıyla kavram günümüzde şehirleşme sorunları etrafında tartışılan meselelerin düğüm noktalarından birisi. Öte yandan, Türkçeye soylulaştırma ya da mutenalaştırma olarak çevrilen bu kelimenin geldiği yer gentryfication yani aslında kentlerin, mahallelerin, metruk yerlerin soylulaştırılması/mutenalaştırılması değil, bizzat burjuvaların ve onların sermayelerinin soylulaştırılması ile ilgili.
Bilindiği üzere, Amerika’nın keşfi ile tetiklenen kolonicilik, Avrupa’da merkantilizm denilen büyük bir denizaşırı ticaret şeklini ve buna bağlı sermaye birikimini ortaya çıkardı. Sonradan endüstriyel sermayenin ilksel birikimi olacak olan bu birikim, o yıllarda henüz korunmaya ve sınıfsal aidiyetlerle güçlendirilmeye muhtaç bir sermaye biçimiydi. Özellikle 17. Yüzyılda Avrupa’da ve İngiltere’de pek çok sebepten dolayı güçsüzleşmeye başlamış olan, hanedanlığa kan bağı ile bağlı olmayan geleneksel aristokrat sınıflar (örneğin kimi sörler), güçlenmeye, korunmaya ve himayeye muhtaç olan türedi burjuvaları, soylulaştırmaya başladılar.
Yoksullaşan gentry sınıfına mensup aristokratlar ile soy himayesine ihtiyaç duyan burjuvalar evlenerek yeni bir sınıfsal alaşım ortaya çıkarıyorlardı. Bu yüzden, burjuvaların zenginliğinden faydalanmak için aristokratik bağlarını kaybetmiş ya da zayıflamış olan bütün gentry soyluları, aristokratik kökenlerini ispatlamak için, kraliyet fermanları, belediye meclisi tutanakları, eski soylu günlerin nişanlarını taşıyan ve çoktan mahzenlere kaldırılmış olan yemek takımlarının izleri sürülmeye başlandı.
***
Muhtemelen 19. yüzyılda ve çoğunlukla yoksulların bir oyunu olarak ortaya çıkmış olan ve 20. yüzyılda mutenalaştırılmış olan futbol, dünyanın en endüstriyel sporlarından birisi ve bu sporun en endüstriyel hali şüphesiz dünya kupası.
2022 Şampiyonası geçtiğimiz günlerde Katar’da başlayan, bu seneki dünya kupası da tıpkı öncekiler gibi, siyasi tartışmalar, güncel diplomatik kamplaşmalar, rüşvet skandalları eşliğinde sürüyor. Ama bu seneki tartışmaların tonu önceki yıllardaki tartışmalardan daha sert. Hatta bunun bir dünya kupası olamayacağına ilişkin ciddi itirazlar ve tartışmalar da yok değil.
Ne var ki, burada olan şeyi bir dünya şampiyonasından ziyade, 17. yüzyılda yapılmış olan soylulaştırma girişimlerinin bir benzeri olarak görmek gerekiyor. Yırtıcı kuşları ehlileştirip av yapmak, kılıçla talim yapmak, uzay pistini andıran lüks asfaltlarda milyon dolarlık araçlarla ipin atmak dışında pek bir kültür-sanat-spor aktivitesi ile anılmayan Katar, elindeki en büyük güç olan para ile, kendisini yalnızca bir spor değil aynı zamanda, kültür ve diplomasi organizasyonu olan futbol ile birlikte soylulaştırmak istiyor belli ki.
Öte yandan, şimdiye kadar yaşananlara bakarsak bu muradına pek yaklaşmış gibi görünmüyor. Öncelikle şampiyonaların yapılacağı stadlarda kaç işçinin öldüğü resmi olarak açıklanmıyor ama değişik işçi örgütlerinin verdiği rakamlar toplandığında Afrika ve Hindistan’ın yoksul ülkelerinden toplam 3-4 bin yoksul turnuvaya kurban verilmiş gibi görünüyor.
İşçilerin hayaletleri turnuvanın yakasını bırakmazken bir başka mesele de, bir çeşit yaz festivali olan şampiyonanın Katar’ın iklim şartlarından dolayı neredeyse kışın başlamış olması. Katar’ın genel sevimsizliği ile mesaide, okulda olan taraftarların takımlarını desteklemek için Katar’a gelemiyor oluşunun, yevmiyeli taraftarlarca giderilmeye çalışılması da şampiyona da en fazla konuşulan şeylerden birisi. Katarlı yöneticilerin canlı yayın araçlarına zaman zaman izin vermemesi, bilindik alkol yasağını sürdürmekteki ısrarı tüm bu tartışmalara tüy dikti.
Öte yandan tüm bunlar ‘şeriatçi’ Katar ile ‘modern’ dünyanın tıpkı aslında birbirlerine düşman olan aristokratlar ile burjuvaların para ve statü için birbirlerine katlanmalarına dayanan evliliklerinin iki yüzlülüğünü andırıyor. Zira alkol tüketimi söz konusu olduğunda ‘iki aylığına dinlerini değiştirmeyeceklerini’ söyleyen Katarlı yetkililer, futbol şampiyonasının bir başka olmazsa olmazı olan turnuva şarkısı ve klibinde, (çölde kötü adamların arasında oryantal ile modern dans arası bir şeyler yapan yarı geleneksel yarı dekolte giyinmiş bir dansçı kadın) tam da Avrupalıların görmek istedikleri frikiklerle dolu bir şarkıyı ve klibi turnuvanın resmi şarkısı olarak yayınlayarak, Avrupa’nın oryantalist nazarlarını, beklentilerini boşa çıkartmadılar. Açılış geçit töreninde ahaliyi selamlayan cüce, keza bu oryantalist hafızaya gel gel eden bir başka imge olarak dikkat çekti.
Dolayısıyla, rüşvetle başlayan dünya kupası, parasıyla pavyon kapattıktan sonra istedikleri her şeyi yapabileceklerini düşünen taşra eşrafının görgüsüzlüğüyle devam ediyor. Bunda da aslında şaşılacak bir şey yok, soylulaştırma iki yüzlülüklerle dolu uzun bir yoldur. 17 ve 18. yüzyıllarda Erasmus’un yazdığı adab-ı muaşeret kitaplarını okuyarak ve aristokratların evlatlarıyla evlenerek mutenalaşmış olanlarla, onların oyunlarını satın alarak soylulaşmaya çalışanların arasında bir fark varsa, o da 300 yıllık bir gecikmedir ki, bunun da müsebbibi herhalde gene oraları kolonize edip, bu görgüsüzleri hangar dolusu para ile kendilerine işbirlikçi yapan Avrupalı koloniciler ve emperyalistlerdir.