Bahadır Altan
İlk tayin olduğum birlikti Eskişehir 1.Ana Jet Üs. 112. Filo’nun en genç pilotlarıydık. 1982 Temmuzu’nda can yoldaşım Mesut Karaoğlan’la gözaltına alındığımızda, önce filodaki dolaplarımızı aradılar, sonra evlerimizi didik didik ettiler. Kızım Şafak, 1.5 aylık bebekti…
Merkez Komutanlığı’ndan işgüzar bir astsubay salondaki kitaplığa dalmış, Kutsal İsyan ciltlerini, Şevket Süreyya kitaplarını, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” vb. birkaç romanı sakıncalı bulup tutanak hazırlamıştı. Filo Komutanı Kurmay Yarbay Senai Günal da aramaya nezaret ediyordu. Tutanağı ve kitapları görünce “sen bunlara sakıncalı mı diyorsun, bunlar benim evimde de var, o zaman hepimiz tası tarağı toplayıp gidelim bu memleketten!” diyerek çıkışmıştı astsubaya. Gözaltına alınacağımızı tahmin ediyorduk. 78 devresi karacı arkadaşlarımızdan başlayan furyanın bize ulaşacağı belliydi. Kitaplığı çoktan ayıklamış, hazırlanmıştık. Filo Komutanı’nın, personeline bu yürekli sahip çıkışı o kara günlerde kendisi için büyük riskti aslında. “Bunlar yasak kitap değil komutanım, sorun olmaz gibilerinden” araya girsem de tutanağı, “Sakıncalı bir şeye rastlanmamıştır” şeklinde değiştirildikten sonra imzaladı. 3 ay kadar sonra geri döndüğümüzde de bizi kucaklayan, sahip çıkan bir ortam bulmuştum filoda. Şimdi TSK da böyle komutanlara, üstlere rastlamak olası değil elbet. Kaybettiklerimi saygıyla anarken, hala onurlu duruşlarını sürdürenleri uzun ömürler dileyerek selamlıyorum…
İki gece üs içinde gözaltında kaldıktan sonra Albay Kurubacak ve Bnb. Yalçın Uz’un kullandığı C-47 Dakota uçağıyla Ankara’ya getirilip Merkez Komutanlığı’na teslim edildik. Derslikleri bölünüp, hücreler haline getirilerek “Gözetim Evine” dönüştürülmüş İstihbarat Dil Okulu’na bir askeri jiple, gözlerimiz bağlı olarak ulaştık. Binanın en üst katında A.Türkeş, Yaşar Okuyan ve MHP yönetici kadrosu ile solcu olarak sadece merhum Sadun Aren hoca vardı. Devrimci subaylar olarak bizler alt katta hücrelerde, tam tecritteyken onların havalandırma, ziyaret vb hakları vardı. Ailelerimize nerede tutulduğumuza dair bilgi verilmemiş, sadece “sessizce beklemeleri” söylenmişti! Buna rağmen yerimizi öğrenip ziyaret olanaklarını zorladıklarında ise sadece bir pusula yazıp içeri gönderebiliyorlardı: “Biz iyiyiz, buradayız, nasılsın?”
Cevap olarak bizler de sadece, “İyiyim, merak etmeyin, yakında kavuşacağız!” yazabiliyorduk. İçerdeki işkence ve kötü muamelelerden söz etmek kuşkusuz olanaksızdı.
Gözetim Evi’nde askerliklerini yapan erlerin çoğu, gözlerimizi bağlayarak sorgulara götürüp getirirken zamanla bizleri tanıyıp anladılar ve saygı duydular. 80 öncesinin köylerinden, varoşlarından, görece siyasi havayı koklamış bu erlerden kısıtlı imkanlarda destekler de gördük. Beni bir arkadaşımla gece nöbeti sırasında hücre kapısında gizlice görüştürürken yakalanan, ismi bende saklı hemşehrime vurulan tokatların sesleri hala kulağımdadır! Ve onun, “sizler için birkaç tokat yemişim çok mu?” diyerek teselli etmeye çalışan sözleri…
Karacı arkadaşlarımıza oranla şanslıydık, onlar tutuklanıp çok daha ağır koşullar yaşarken ve ordudan uzaklaştırılırken bizler özellikle pilotlar “sakıncalı personel” olarak da olsa “göreve iade” edildik. Cunta, devre arkadaşım Teğmen Ömer Yazgan’ı darağacında katlederken, Teğmen Ahmet Reşit Erdoğdu, Mamak zindanlarında yaşamını yitirdi. Geriye Metris mahkeme salonunda, tek tip elbiseye karşı soyunarak direnen devrimci subayların onurlu fotoğrafı kaldı. Bir de çatısı altında hala dayanışmayı sürdürdüğümüz, Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM DER)…
Subaylara bunları yapan askeri cunta, başta Binbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın komutanlığını yaptığı Diyarbakır olmak üzere, zindanlarda Kürtlere akla hayale gelmeyen işkenceler uyguluyordu. Hiç unutmadık elbet, ama bütün bunları film şeridi gibi yeniden gözümün önüne getiren şey, bir ananın yaşamını yitirmesidir. İpek Ateş yaşamını yitirdi. O günlerle sınırlı olmayan ve bugün katlanarak sürdürülen işkencelerin, Kürt dili ve kültürü üzerindeki devlet baskısının simgesi, “Kamber Ateş nasılsın?” cümlesinin sahibi İpek Ana…
Türkçe Devlet Dersinin simgesi olan bu cümle, bilindiği gibi oğlunu ziyarete gittiğinde yasak olan ana dilinde konuşamadığı için ezberlediği tek Türkçe sözdü. Yanındaki kızı, abisiyle ne konuşursa konuşsun O’nun oğluna söyleyebileceği tek söz!
Bugün “Ben Esat Oktay Yıldıran’ın devamıyım!” diyen Cezaevi Müdürleri var! Çoğu Kürt olan siyasi tutsaklara yapılan hukuksuzluklar dünyanın gözü önünde sürüyor. Hasta tutsaklar ise neredeyse birer birer infaz ediliyor. Salt Aysel Tuğluk’a reva görülenler başta eskisi ve yenisiyle Adalet Bakanlarını ve bütün iktidarı insanlık suçundan yargılamaya yetecek boyuttadır.
Bunlar unutulmayacak. O günler gelecek. Herkesin ana dilinde sorduğu “nasılsın” sorusuna, alışkanlıktan değil, gerçekten “iyiyim” yanıtını vereceğimiz güzel günler, mutlaka gelecek.
NOT: Diyarbakır’daki işkencelerin sorumlusu İç Güvenlik Komutanı emekli subay Esat Oktay Yıldıran 1988 yılında belediye otobüsünde eşi ve oğlunun gözleri önünde vurularak öldürüldü.