Arkadaşımın annesi tutuklu, bir arkadaşımın daha annesi tutuklu, bir arkadaşımın babası faili meçhul, benim annem tutuklu, arkadaşlarım 25 Kasım’da gözaltına alındı, TTB başkanı tutuklu, HDP önceki dönem eş genel başkanları tutuklu, milletvekilleri tutuklu, gazeteciler tutuklu, öğrenciler tutuklu, belediye başkanları tutuklu, bir arkadaşımın daha annesi tutuklu, birçok tanıdığım 12 Eylül ve 90’lar boyunca gözaltı ve tutuklamalarda ağır işkencelerle sakat bırakılmış, bir arkadaşımın annesinin bekleyen onlarca fezlekesi var, belki de yargılamaya konu edilecekler, takip ettiğim ve sevdiğim bir sinemacı-yapımcı tutuklu, bir arkadaşımın eşi tutuklu, birçok arkadaşım anayasal hakları olan toplantı gösteri ve yürüyüş haklarını çeşitli tarihlerde kullandıkları için yargılanıyor, bir tanıdığımın ablası tutuklu, birçok kadın siyasetçi ve aktivist tutuklu, genç bir kadın müzisyen tutuklu, muhalif siyaset yapma ihtimali olan tanıdığım hemen herkes tutuklu-tutuksuz yargılanıyor, ülkenin en çok oy alan üçüncü büyük partisi kapatılma riskiyle karşı karşıya, gazeteler kapatılıyor, kitaplar toplatılıyor, bir arkadaşımın daha annesi tutuklu, bir arkadaşımın daha babası faili meçhul ve dosyası zaman aşımına uğrama riskiyle karşı karşıya…
Sağım solum önüm arkam adaletsizlik, eşitsizlik, haksızlık, hukuksuzluk…
Türkiye’de adalete olan güvenin ne kadar az olduğuna dair sürekli yeni veriler ortaya konuyor. Yüzde altmış, yetmiş, seksen adalete güven duymuyor gibi çeşitli veriler ortaya konuyor.
Farklı çevrelerden de olsalar, siyasi davaların tamamı “bunlar siyasi davalar, sürece göre, sürecin nasıl şekillenip ilerleyeceğine göre sonuçları değişiklik gösterecektir” diye takip ediliyor, üzerine analizler yapılıyor toplumun çeşitli kesimleri tarafından. Avukatlar, akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler de bu ve benzeri yorum-analizleri yapanların başında geliyor üstelik. Bu yaklaşım birçok açıdan tehlikeli. Öncelikle, ortada bir adaletsizlik olduğu ortak kanısına varılmış, üstüne de adaletsizlik hali kabul görmüş izlenimi veriyor. Dolayısıyla adalete olan güvenin azalmasına giden yola bir taş daha döşenmiş oluyor bu analizler her yapıldığında. Siyasetçilerden, akademisyenlerden, gazetecilerden, toplumun geniş kesimlerine reva görülen adaletsizliğin nasıl bir motivasyonla yapıldığına, bu durumun nasıl değiştirilebileceğine, değiştirmek için neler yapılabileceğine dair yorum ve analizler duymak, görmek hepimize daha iyi gelecektir. Zaten var olan adaletsizliği, soyut bir yere ve zamana bağlamak, toplumu sadece daha fazla olumsuzluğa, inançsızlığa, değersizliğe, aidiyetsizliğe sürüklüyor. Adaletsizlik duygusunu pekiştirmekten başka bir şeye hizmet etmiyor.
Şu an tutuklu olan 1950-60 doğumlu anneleri olan kadın arkadaşlarımla dertleşmek ve dayanışmak için buluştuğumuzda, hepimiz annelerimizin dava dosyalarının güncel durumlarını birbirimize aktardıktan sonra dönüp dolaşıp vardığımız yer “bu politik bir süreç, geçecek” demek oluyor. Fakat bizi tam da buraya mahkum etmek isteyen sistematik bir süreç olduğunu görmek ve itirazlarımızı buradan kurmak gerekiyor artık, geç kalmış olsak da. “Hayır bunu hak etmediler, tutuklanmamalılar, yargılanmamalılar. Onlar siyaset yaptılar, itiraz ettiler, söz kurdular. Bunların hiçbiri ömürlerinden ömür çalmamalı, onları hapsetmemeli. Aksine hepimiz daha fazla soru sormalıyız, itiraz etmeliyiz, siyaset yapmalıyız. Ana akımdan farklı bir söz kurmak, fikre sahip olmak suç değil, olmamalı” gibi en temel haklarımızı, her açılan yeni dosyada, her yapılan adaletsiz tutuklamada yeniden yüksek sesle dile getirmeliyiz.
Yapılan bunca haksız hukuksuz yargılamanın, adalet duygusunu geliştirmek yerine, yerle bir eden bunca uygulamanın aslında günün sonunda, modern hukuk sistemine güveni kalmayan-güvenemeyen bir toplum inşasına bizi hızla sürüklediğini daha açık ve net konuşmalıyız. Adalete güvensizliğin inşasına, karşı politikalar üretilmeliyiz. Adaletsizlik duygusunu güçlendiren uygulamaların sadece birkaç siyasi fikre, partiye ya da organizasyona yönelik olduğu yanılgısına düşmekten hızla vazgeç-ilmeli-meliyiz. Önceleri, isyancıları, komünistleri, solcuları, sendikacıları vuracağız diye başlayan süreç, Kürdü vuracağız diye güçlenerek devam etti. Bütün bir yüzyıl boyunca, yüzleşilmesi gereken binlerce suç işlendi, hem bireylere hem de topluma yönelik. Bunların hiçbiriyle yüzleşilmedi. Geçmişe yönelik, adalet duygusunu onarıcı çalışmalar yapılmadı. Bütün bunların öznesi olan taraflar, yaşatılan acılarla ve mücadele dolu yıllarla yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken, bir kesim de adaletsizliğin verdiği güçle, yeni suçlar işlemeye devam ettiler, ediyorlar. Bu kadar haksızlık, adaletsizlik sadece “muhaliflere” zarar vermiyor. Bütün bir toplumun, ortak yaşamını organize eden hukuk ve hukukun üstünlüğü ortadan kaldırılıyor. Bunun bizi ne kadar tehlikeli bir yere sürüklediğini zaman kaybetmeden görmeli-yiz. Tarihin bir noktasında bir tarlaya çit çekildi ve o çitin içinde kalanlar o çitin içinde beraber yaşayabilmek için kurallar koydular. Aslında meselenin özeti bu. Bizi birbirimize ve bu çite bağlayan şey beraber oluşturduğumuz ve herkesin eşit bir şekilde uyması gereken kurallar. Bu kurallar elden ele bir hamur gibi şekillendirilemez, manipüle edilemez.
Kobani dosyasının en son periyodunda annem Gültan Kışanak uzunca bir savunma yapmaya başladı. Başladı diyorum çünkü sözü henüz bitmedi. Türkiye siyasi tarihinin yakın geçmişine ışık tuttu, detaylıca hangi çözüm süreçlerinde neler oldu, neler olmadı, neler olabilirdi diye anlattı. Avukatlar da siyasi mahpuslar da birçok önemli talepte bulundular duruşmanın sürdüğü günler boyunca. Fakat bütün talepler kafadan reddedildi. Yahu hiç değilse şeklen bile olsa tarafsız görünmek için bir iki talep bile mi kabul edilmez dersiniz, ama yok. Toptan bütün taleplerin reddine… diye kopyala yapıştır bir süreç izlemeye devam ediyoruz. Benim annem 12 Eylül’ün en karanlık günlerinde yargılanmış biri. Bugün, onlar bunlardan daha iyidir demeyeceğim ama trajik bir şekilde, o günkü yargılamaların şeklen bile olsa çok gerisine düşüldüğü bir süreçten geçiyoruz. Günlerce siyasi mahpuslar uzun uzun detaylıca savunma yapıyorlar, haftanın sonunda cevaben, hep aynı tınıda ve ritimde kararlarını okuyan otomatik bir ses duyuluyor sadece. Şu yedi sekiz yılda birçok farklı dava, duruşma takibi yaptım, hepsinin sesi bir bilim kurgu edasıyla aynı yerden geliyor gibi duyuluyor. Orada, bilmediğimiz bir yerde, bir salgın hastalık olmuş da herkesin zihnini, sesini, dilini ele geçirmiş gibi bir felaket yaşanıyor adeta.
Öte yandan, davanın görüldüğü günlerde basını da yakından takip etmeye çalıştım, fakat ne yazık ki bu dava dosyası, en muhalifim diyen, sabah akşam televizyonlarında HDP’nin oyları ne olacak diye uzun uzun analizler yapanlar tarafından dahi takip edilmedi, edilmiyor. Kürdün oyunu isteyenler bu davaları dikkatlice takip etmeli, Kürtlerin dertlerini yakından takip etmeli ve çözüm önerileri sunmalı. Kürtler çok örgütlü ve politik bir halk. Şekilci demokrasiye herkesin karnı tok sanırım artık. “HDP’nin oyu kilit olacak” analizinin ötesine geçilmesini dört gözle bekliyoruz.
Bu ülkenin en akil, entelektüel, güçlü, temiz yürekli insanları hapsediliyor. Kişilere karşı suçlar işleyenler de sistematik olarak serbest bırakılıyor. Bunun iki yüzü var. Birincisi toplum siyaset yapmaktan alı konuluyor, korkutuluyor. İkincisi de bireyler işledikleri suçlar karşısında, gördükleri cezasızlık sistematiğiyle, suç işlemeye yeniden yeniden motive oluyor. Yani ortak yaşam için bütün güzel değerlerimiz bir bir yok ediliyor.
Bir gün bir arkadaşıma, yine yeniden karşılaştığım bir hukuksuzluk konusunu anlatıyordum, hani politik bir yerden de değil artık şeklen, usulen bile kendi kurdukları, yazdıkları sisteme nasıl hiç ama hiç uymadıklarını anlatıyordum, sonunda da “yahu devlet elden gidiyor, tutun ucundan” derken buldum kendimi ve bir kahkaha patlattım. Hüznün ve trajedinin katman katman kahkahasıydı sanırım. Sonra sevgili Musa Anter’i andım. Trajedilerimizi, ince ama derin esprileriyle ne de güzel anlatırdı.
Evin Jiyan Kışanak kimdir?
Uluslararası ilişkiler lisans eğitimi aldıktan sonra, insan hakları hukuku yüksek lisans programına devam etmekte. Geçmişle yüzleşme ve adalet alanında çalışmalar yürüten çeşitli sivil toplum kurumlarında projelerde yer aldı. Barış aktivisti ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde barış atölyeleri organize edip yürütücülüğünü yaptı. Mahpus yakını ve hak savunucusu.