Bu saatin bir derdi var: Türkan Elçi ve Mustafa Orman’la ‘Kırık Saat’ üzerine

Bu saatin bir derdi var: Türkan Elçi ve Mustafa Orman’la ‘Kırık Saat’ üzerine

HABER MERKEZİ – Tahir Elçi Vakfı’nın kültür-edebiyat-düşünce dergisi Kırık Saat yayın hayatına başladı. Dergi üç ayda bir yayınlanacak. İlk sayının başyazısında, Tahir Elçi’nin katledilmeden birkaç gün önce kaleme aldığı ve Dört Ayaklı Minare önünde yaptığı konuşmanın yansımasının notları var. Ayrıca Ramazan Kaya, Gaye Boralıoğlu ve Sebahattin Şen gibi isimlerin yazılar da bu ilk sayıda. Vakıftan Türkan Elçi ve Mustafa Orman’la derginin çıkış hikayesini ve daha fazlasını konuştuk.


Haber: Kenan Tekeş


“Kolumuzda taşıdığımız saat an gelir kırılır, camında ölümün sureti belirir. Kırık suret bir hanenin eşiğinden bir daha gitmemek üzere meskûn olunur. Âlemin boşluğu, doluluğu, sonluluğu, sonsuzluğu senden sonraya, önceye bölünür…” (Türkan Elçi)


2015’in 28 Kasım’ı.
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Dört Ayaklı Minare’nin hemen yanında “Çatışma/savaş süreci bir an önce durmalı ve silahlar bir daha devreye girmemelidir” çağrısı yaparken, Diyabakır Baro Başkanı Tahir Elçi katledilir.
Eşi Türkan Elçi, Ocak 2019’da Diyarbakır’da Tahir Elçi Vakfı’nı kurar. Nisan 2019’da da vakfın açılışı yapılır.
Vakıf, toplumsal hafızaya yönelik çalışmaların yanında Diyarbakır’da eksikliği hissedilen alanları da doldurma çabası içinde. Bu alanlardan biri de kültürel-sanatsal alan.

Türkan Elçi’ye okuduğum yazılarında veya yönelimlerinde daha çok kültürel alana dair çalışmaları olduğunu, vakfın da bu yönde çalışmalar içerisinde mi olacağını sorduğumda, bana vakfın kültürel-sanatsal alanda da faaliyetlerde bulunacağını belirterek şunları söylüyor:
“Edebiyat -özellikle öykü- benim evvelden beri ilgilendiğim alan. Kişilerin en iyi bildikleri, kendilerini iyi hissedebilecekleri alanlarda verimli olacağına inananlardanım. Vakfımızda beraber çalıştığım arkadaşlarımızla bu konuda verimli çalışmalarla eksikliğini hissettiğimiz alanları doldurma çabası içindeyiz.
“Toplumumuz özellikle de Kürtler sanata uzun yıllar mesafeli durarak, sanata tali bir mücadele alanı olarak yaklaşma yanılgısına düşmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Oysa geriye dönüp baktığımızda tarihsel trajedilerin, sanata özellikle edebiyat alanına hakkıyla yansımadığını görebiliriz. Sanata böylesi bir misyonu yüklemenin doğru olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Fakat toplumsal tarihsel belleği söz uçar yazı kalır düsturundan yola çıkarak yazıyla mümkün kılabiliriz.
“Sanata kimine göre bu misyonu yüklemenin doğru olmadığı yaklaşımına karşılık, yok olmanın felaketi ile var kalmanın umudu arasında olan köprü vazifesi de unutulmamalıdır. Zulüm gören toplumların gasp edilmek istenen belleğinin yeniden inşası da yine sanatla mümkündür. Biz çok yakın zamanda tarihsel bir felaketten geçtik, felaketin, göçüğün altında uzuvlarımızı yitirdik. Şu an eksik dolaşıyoruz.
“Bunların yanında sanatın toplumumuzda herkesin ortaklaşa bir araya gelebilecek bir alan olması da ayrı bir faaliyet alanı. Türkiye toplumu olarak yaşadığımız elim hadiselerden dolayı haz kaynaklarımızı yitirdik. Sanatın, umutsuzlaştırılmak istenen ve konformist kişi tipinin yaratılmasının dayatması karşısında umut taşıyıcılığı ve itiraz eden bir sesin anonimleşmesi imkânına sahip olabilme özelliği bulunmaktadır. Irk, dil, din ayırımı yapılmadan düşsel ve düşünsel dünyalarımızla sadece ve sadece birer insan olduğumuzu unutmamamız gerekir.”

Mustafa Orman ve Türkan Elçi

Vakfın, Yayın ve İletişim Koordinatörü Mustafa Orman ise yaşadıkları coğrafyada, kültürel, siyasal, mekansal alanların çoğunun yıkıma uğratıldığını belirterek, şunları ifade ediyor:
“Vakıf henüz yeni kuruldu. Çalışmalar yeni yeni yürütülmeye çalışılıyor. Yapılacak çalışmalar belli bir aşama, aynı zamanda bir iş gücü gerektiriyor.
“Yaşadığımız coğrafyada, kültürel, siyasal, mekansal alanların çoğu yıkıma uğratılmış. Tarih disiplinin insani yöne daha az eğildiği bir yerde, sanat ve edebiyatın insani yönelişi ancak bir şeyleri açığa çıkarabilir. Kamusal güçlerin yönettiği belleği de yine sanat ve edebiyat, yönetilen bu alanı ele geçirebilir.
“Geçmişte kalıntıları olan, günümüzde de devam eden kültürel değerlerin yok edilmesi, tarihsel mekanların yıkılması, insani değerlerin yok sayılması, politik gölgelerin hemen hemen her dönemde bütün faaliyet alanlarında etkili olmaya çalışmasıyla sanatsal alanlardaki ilerlemeye katkı sağlamasından daha çok kısırlaşmasına durağanlaşmasına neden olabilmiştir. Bu saydıklarımızın bir bütün halinde yoğrulmasıyla ancak bir bellek yaratılabilir.”
“Unutturmak en büyük ihanettir” diyen Orman, özellikle kültür, sanat ve edebiyat alanında yıkıma uğramış hafızayı hem gösterme hem de unutturmamak gibi çalışmalarının ön ayağının Kırık Saat Dergisi olduğunu söylüyor.

Gizli Yüz’den Kırık Saat’e “saatin derdi”


Derginin adının “Kırık Saat” olması bana Orhan Pamuk’un senaryosunu Kara Kitap‘taki “Karlı Gecenin Aşk Hikayeleri” adlı bölümünden uyarlayarak yazdığı ve Ömer Kavur’un çektiği 1991 yapımı Gizli Yüz filminde “anlamlı bir yüz” arayan bir kadınla ona yardım eden fotoğrafçının hikayesini hatırlatıyor.
Filmin bir sahnesinde, saatinin bir “derdi”nin olduğunu düşünen fotoğrafçı bir saatçi dükkanına giriyor ve orada şöyle bir diyalog gelişiyordu:

Fotoğrafçı: “Huzurlu olmak için böyle bir dükkanda mı çalışmak gerekiyor?”

Saatçi: “Sır dükkanda değil, sır saatlerin içindedir.”

Fotoğrafçı: “Nedir bu sır?”

Saatçi: “Bilmiyorum tam ne olduğunu, ama akşam dükkanı kapar eve giderim. Ev sessizdir, o kadar sessizdir ki dükkandaki saatlerin tıkırtısını duyarım sanki. Kapıları kapayıp, kepengi indirdikten sonra, karanlıkta saatlerin tıkır tıkır işlediklerini duyarım, hepsi boş ve karanlık dükkanda bir an. İşte bu düşünce huzurumu kaçırır.”

Fotoğrafçı: “Hayatta en çok ne olmasını istersin?”

Saatçi: “İnsanlara saatleri anlatmak isterim. Mekanizmanın inceliğini, yayların korkunçluğunu, çarkların karanlığını… Şimdi kimse ‘saat nedir’ diye farkında değil. Belki bunun için insanlar kederli, belki bunun için kendi hikayelerini bile anlatamıyorlar. Akrep ile yelkovanın arkasında ‘nasıl bir can vardır’ diye hissetmiyorlar. İnsanlara saatlerin sırrını anlatmak isterdim. O zaman uykudan uyanır gibi, dünyaya yeniden gözlerini açarlardı, kederlerinden kurtulurlardı. Belki kendi hikayelerini bile anlatabilirlerdi.”

“Bizim saatimizin de bir derdi var”

Tahir Elçi’nin saati

Bu sahneyi Türkan Elçi’ye hatırlatarak, soruyorum: “Derginin adının, Tahir Elçi katledilirken duran saatine atıfla ‘Kırık Saat’ olmasının; Elçi’nin saatinin durmadığını, hala çalıştığını, saatçinin anlattığı gibi, biz yaşayanlara da dergi aracılığıyla ‘kendi hikayelerini anlatma’ imkanını mı sağlıyor?”
Elçi, Gizli Yüz filmin başında geçen bir cümleyle kendi saatlerinin “derdi”ni anlatmaya başlıyor:
“Gizli Yüz filmi şöyle bir replikle başlar. ‘Bana bir hikâye anlat diyorsunuz, olur size bir hikâye anlatayım. Ama kalbimi açabilir miyim, bilmem?’ Ömer Kavur’un çok sevdiğim filmlerinden olan Gizli Yüz’de fotoğrafçı, saatinin bir derdi olduğunu düşünerek saatçiye gider.
“İşte tam da burada olduğu gibi bizim de bir derdimiz var. Zaten edebiyatla meşguliyeti olanın dertsiz olduğu düşünülemez. Bizim saatimizin de bir derdi var. Düşünün bir kere, sevdiğiniz kişi evden çıkıyor akşam eve dönmeden saati eve geliyor. Bu dert değil de nedir? Sabah evden sapasağlam çıkmış, kola itinayla takılmış sevilen bir saat, eve kırılarak dönüyor, kol eve geri gelmiyor. Ölümün gerçekliğini, acımasızlığını kırık camda gördüm. Bir kişinin bir daha geri gelmeyeceğini o saatte gördüm.”
Saatin kırılmasının, durdurulmasının akabinde o saat gibi her şeyin durduğunu ve zamanın aleyhlerine işlemeye başladığını ifade eden Türkan Elçi, filmde fotoğrafçı ile saatçi arasında geçen diyalogla anlatmaya devam ediyor:
“Adı geçen filmde fotoğrafçı saatinin derdi olduğu şikâyetiyle saatçiye başvurduğunda saatçi, ‘Herkes senin gibi hissettseydi dünya bambaşka yer olurdu’ der. Bizim saatimizin acısını, herkesten benim gibi hissetmesini beklememin doğru olmadığının farkındayım. Fakat kırık saati koluna takan saatin sahibi, vurulup kırılmadan önce toplumun huzuru ve çatışmasızlığın tesisi için temennilerde bulunmuş biri. Bu nedenle her ne kadar benim özel bir derdim, benim acım olduğu düşünülse de ‘kırılmış bir saat’ bizi aşan bir neticeyle toplumumuza mal olmuştur.
“Sizin de değindiğiniz gibi fotoğrafçının saatçiye, ‘Hayatta ne olmasını istersiniz en çok’ sorusuna cevaben, saatçi, ‘İnsanlara saatleri anlatmak isterim’ der. Ben de vakfımızın dergisi olan Kırık Saat Dergisi’nin vasıtasıyla kırılmış, dökülmüş yüreklerin acısını duyurmak isterim. Bir tek acıyı duyurmak mıdır meramız? Asla mevzu sadece bu boyutuyla ele alınmamalıdır, bu şekilde ifade edersem yapmak istediklerimizi eksik aktarmış olurum.
“Saat ile beraber durdurulan bir sürece tanık olduk. Yarınlara umutla bakılan, toplumsal barışın temellerinin atılacağına inanılan bir süreçti diyebilirim. Saatin kırılmasının, durdurulmasının akabinde o saat gibi her şey durdu ve zaman aleyhimize işlemeye başladı. Biz, Kırık Saat Dergisi’nin satırlarında saatin çalışmaya başlayacağına dair umudumuzu yineleyeceğiz. Her ne kadar saatin camında kederimizi görsek de.”

Kırık Saat Yayınları da kuruldu

Aynı zamanda derginin Genel Yayın Yönetmeni olan Mustafa Orman, derginin adının “Kırık Saat” olmasının tesadüf olmadığını, Tahir Elçi’nin vurulduğu gün yere düşerken kolundaki saatin kırıldığını, bir süre çalıştıktan sonra saatin durduğunu hatırlatarak, şunları söylüyor:
“Dergi ismini Tahir Elçi’nin kırık olan saatinden almaktadır. Dergi fikri de dergiye ‘Kırık Saat’ adını koymak da Türkan Elçi’ye aittir. Dört Ayaklı Minare gibi ‘Kırık Saat’ de artık topluma mâlolmuş bir simgedir.”
Dergi dışında Kırık Saat Yayınları’nı da kurduklarını belirten Orman, Kasım ayının içerisinde Kırık Saat Yayınları’nın ilk kitabının da okuyucuyla buluşacağını belirtiyor ve ekliyor:
“Yine belirttiğim gibi yayınevi de ileriki dönemlerde toplumsal hafızaya yönelik basılı materyaller kazandıracaktır. Vakfın hem internet sitesi hem sosyal medya hesaplarını takip eden herkes yapılacak işlerden, etkinliklerden haberdar olabilirler.”

Kırık Saat

Kültür-edebiyat-düşünce dergisi Kırık Saat üç ayda bir yayınlanacak.
İlk sayının başyazısında, Tahir Elçi’nin katledilmeden birkaç gün önce kaleme aldığı ve Dört Ayaklı Minare önünde yaptığı konuşmanın yansımasının notları yer alıyor.
Tahir Elçi, “Birbirimizin yaralarıyla birleşmesek, aynı çatı altında birlikte yaşam imkanının kalmayacağını herkes görmelidir” diye sesleniyor.
Derginin ilk sayısında yer alan yazılar ise şöyle:

  • Türkan Elçi, “Kesmelerdi Ağaçları” yazısıyla Hallacı Mansur’dan Pisagor’a, İskenderiyeli Hypatia’dan Victor Jara’ya, Sokrates’ten Sivas Madımak’a, Hrant Dink’ten Tahir Elçi’ye uzanan tarihsel hafızayı yeniden tazeliyor.
  • Hukuk ve Edebiyat Dosyası‘nda Vedat Ahsen Coşar, Behçet Çelik ve Burhan Sönmez, edebiyat ile hukuk arasındaki tarihsel ve metinsel ilişkileri ele alarak katkıda bulundu.
  • Aziz Yağan, Türklük Sözleşmesi kitabıyla Türkiye’deki algıları ters yüz eden Barış Ünlü ile Türklük Sözleşmesi’ne ve gündeme dair konuştu.
  • Abdullah Aren Çelik, Filistin Davası’ndaki sivil duruşuyla dikkatleri üzerine çeken Filistinli yazar Gassan Kanafani ve Filistin davasının kaybedilmesini ele aldı.
  • Orhan Gazi Ertekin, Türkiye’deki hukuk sistemi üzerinden, bölgesel ve kentsel ekolleri irdeledi. Ertekin, “Türklük Hukukundan Kürtlük Hukukuna Türkiye’de Kürt Hak Hareketinin Doğuşu ve Yükselişi” başlıklı yazısıyla Şerafettin Elçi’den Selçuk Kozağaçlı’ya, Sezgin Tanrıkulu’ndan Hüseyin Aygün’e, Tahir Elçi’den Eren Keskin’e kadar birçok ismi ele aldı.
  • Melike Uzun, Gabriel Garcia Marquez’i yaşamından kitaplarına, yaşadığı coğrafyadan gazeteciliğine dek birçok açıdan anlattı.
  • Gaye Boralıoğlu, Figen Şakacı ve Abdullah Ataşçı öyküleriyle, Cihan Ülsen şiiriyle yer aldı. Mustafa Orman da fotoğraf üzerine bir yazısıyla yer aldı.
  • Ramazan Kaya, Marquez’in Albaya Mektup Yok kitabını, Semih Gümüş ise Paul Mason’un Kapitalizm Sonrası Geleceğimiz İçin Bir Kılavuz kitabını inceledi.
  • Ümit Kıvanç İlk Ders, Erhan Sunar Henri Cartier-Bresson ve Fotoğrafçılığı, Mehmet Fatih Uslu Yesayan “Milli Politika Yapıyor”: Uysallar ve Asiller, Nahit Eren Bağımlı Yargı: “İstiklal Mahkemelerinden Sulh Ceza Hakimliklerine”, Sabahattin Şen Yılmaz Güney’den Yeni Türk Sinemasına Politik Film yazılarıyla katkıda bulundu.