“Abdullah Paşa şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’de de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük, yeni mehil istendi. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler, mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz…”
Böyle demişti, Dersim Katliamı sırasında Malatya Emniyet Müdürlüğü görevini yürüten ve idama mahkum edilenlerin infazını düzenlemekle görevlendirilen İhsan Sabri Çağlayangil. Kime, yıllar önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na…
Yıllar sonra da yönetmenliğini Nezahat Gündoğan, yapımcılığını ise Kazım Gündoğan’ın yaptığı “Hay Way Zaman” adlı belgeselde İhsan Sabri Çağlayangil’in itiraflarını belgeleyen Abdullah Alpdoğan’ın “Tayyare Alay Kumandanı’ndan yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim” içerikli telgrafı ile 3 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesindeki “Kırmanjlar, Bunların Kürtlük Denilen Şeyle Hiç Alakaları Yoktur” başlıklı Latif Erenel imzalı haberde, Dersimlilerin öz be öz Türk oldukları belirtilerek, Alpdoğan’ın Elazığ’da gaz kursu açtığını ve bu açılışta “Devlete uzanan eli kırmak, devlet kanununu tecavüz edilemez hale getirmek vazifemizdir” sözleri sarf ettiğini yazar. ( https://www.cnnturk.com/amp/
Yıllar sonra Irak’ın Kürdistan Bölgesi toprakları içerisinde, PKK’ya karşı yürüttüğü askeri operasyonlar esnasında TSK’nın (Avaşin-Basyan, Zap ve Metina’da) “uluslararası düzeyde yasaklanmış bombalar ve zehirli gazlar üreten kimyasal silahlar” kullandığı iddialarını, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 16 Kasım 2021’de gerçekleştirilen oturumda HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a sormuştu.
Bakan Hulusi Akar, söz konusu iddiaların doğru olmadığını belirterek “TSK envanterinde kesinlikle ve asla herhangi bir şekilde gaz kimyasal silah yok. Böyle bir şey söz konusu değil. Ne alındı ne saklı ne de gizli. Böyle bir şey yok. Bu kimyasal silahların nereden alındığı, nereye gittiği takibi çok kolaydır” ifadelerini kullanmıştı.
Bu açıklamalardan yaklaşık bir yıl sonra PKK, 46 mensubunun bu yasaklanmış silahlarla öldürüldüğünü, bunlardan 17’sinin kimlik bilgilerini açıklamış, bu silahlara maruz kaldığı öne sürülen iki örgüt üyesinin videosu haber ve sosyal medya hesaplarında paylaşılmıştı. Bunun üzerine 19/10/2022 tarihinde HDP Merkez Yürütme Kurulu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Zap, Metina ve Avaşin bölgelerinde 2021’den beri sürdürdüğü operasyonlarda, kimyasal gaz kullandığına dair iddialara ilişkin yaptığı yazılı açıklamada şunları söyledi:
“2021’den bu yana dönem dönem kimyasal kullanımı haberleri gündeme gelmektedir. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı hareket ettiği iddiaları ifade edilmektedir. Bu gelişmeler bölge halklarında endişe yaratmakta ve olası katliamların da kapısını aralamaktadır.
Bir kez daha vurguluyoruz; kimyasal kullanımı Cenevre Konvansiyonu’na aykırıdır, savaş suçudur ve açıkça insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur (…).
Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü (OPCW) ve Birleşmiş Milletler de dahil ilgili uluslararası kurum ve kamuoyunun daha etkili çalışmaya, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin, kendi topraklarında cereyan eden kimyasal saldırı araç ve malzemelerin kullanımına dair iddiaları ciddi bir şekilde araştırması gerektiğini vurguluyoruz. Kimyasalı kullanan, tedarik eden ve nakledenler hakkında derhal soruşturma açılmalıdır. HDP olarak bir kez daha hatırlatmak isteriz ki; Kürt sorunu askeri yöntemlerle şimdiye kadar çözülemedi, bundan sonra da çözülemeyecektir. Ülke ve bölge halklarımız için tek doğru yol demokratik zemindeki diyalog ve müzakeredir.”
Bir gün sonra Brüksel’den yayın yapan Medya Haber’e konuşan Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanlığını da yürüten fakat uzmanlık alanı adli tıp olan Prof. Şebnem Korur Fincancı Zap, Metina ve Avaşin’de kimyasal silah kullanımına ilişkin Medya Haber sunucusunun sorusuna yaptığı değerlendirmede, görüntüleri incelediğini belirterek “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz. Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü’nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor. Bağımsız heyetlerin oraya gidişinin engellenmemesi gerekiyor ama bir engelle karşılaşmışlar. Bu silahları kullanan devletlerle ilgili etkili bir soruşturma yürütülmeli” beyanında bulundu.
Hemen akabinde hükümet basınında hedef alınan Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması yönünde de sosyal medyada kampanya yürütüldü. Bu kampanya ve lincin hemen akabinde; AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, askeri operasyonda kimyasal silah kullanıldığı yönündeki iddiaları sosyal medya hesabından yalanladı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın da sosyal medya hesabından, “Kimyasal silah yalanı, terörü aklamaya ve estetize etmeye çalışanların beyhude çabasıdır” cümlesiyle yalanladığı iddialara, Milli Savunma Bakanlığı da resmî sitesi ile Twitter hesabından yanıt verdi:
“Türk Silahlı Kuvvetlerimizin terörle mücadelesi artan bir şiddet ve tempoda azim ve kararlılıkla devam etmektedir.
Mehmetçiğin son derece onurlu ve şeffaf bir şekilde sürdürdüğü terörle mücadeleyi lekelemek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısına gölge düşürmek isteyen çevrelerce periyodik bir şekilde gündeme getirilen “Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ‘kimyasal silah’ kullanıldığına” yönelik iddialar tamamen asılsız ve gerçek dışıdır.
Daha önce defalarca açıklandığı gibi Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından uluslararası hukuk ve anlaşmalarca yasaklanmış mühimmat kullanılmamaktadır. Bu tür mühimmat, Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinde bulunmamaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, bugüne kadar komşularımızın ve tüm dünyanın gözü önünde icra ettiği bütün harekât ve operasyonlarda uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa haklarımız kapsamında sadece teröristleri hedef almakta; sivillerin, tarihî, dinî ve kültürel varlıklar ile çevrenin zarar görmemesi için azami dikkat ve hassasiyet göstermektedir.
Tüm bu dezenformasyon çabaları Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin kararlı mücadelesi sonucu çökme noktasına gelen ve bulunduğu zor durumdan kurtulmak için yalan ve ahlak dışı yollarla çıkış arayışında olan terör örgütü ve müzahirlerinin beyhude çırpınışlarıdır. Teröristler için adalete teslim olmaktan başka çare yoktur.
Türk Silahlı Kuvvetleri terörle mücadelesini en son terörist etkisiz hâle getirilinceye kadar sürdürmeye azimli ve kararlıdır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Açıklamalar sürerken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da Adli Tıp uzmanı ve TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında soruşturma açtığını duyurdu.
Ne hız, ne linç öyle değil mi?
İnsanlığa karşı suçlar kapsamına giren yasaklı silahların kullanımında herkes hem fikirse, böyle iddialar ardı ardına gündeme geliyorsa, bunun gereği bağımsız heyetlerin çatışma bölgesinde araştırma yapması mıdır yoksa hemen yalanlayarak iddialar için uzman görüşü açıklayan adli tıp uzmanı, hukukçu ve siyasiler hakkında soruşturma açmak ve linç midir?
Bizde izlenen yol ikincisidir!
Daha vahimi ise bu yol izlenirken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP grup kürsüsünde, kadınların kariyerinin çocuk doğurmak olduğunu, PKK’nın 5-10-15 çocuk doğurduğunu ifade ettiği, yani devletin kadınlara ve Kürtlere resmî bakış açısını ifşa etmiş olmasıdır.
Hatırlarsanız, 19 Aralık 2000 tarihinde “Hayata Dönüş” ismiyle Bayrampaşa ve Ümraniye cezaevlerine yapılan operasyonlarda 30 mahpus öldürülmüş, Bayrampaşa Cezaevi’nde 6 kadın tutuklu diri diri yakılmıştı. Hayatta kalanların beden ve ciltlerindeki yaralar da kalıcıydı. Bu katliama karşı Eyüp Adliyesi’nde açılan davanın ilk yıllarıydı ve o yıllarda avukat olarak davayı takip edenler arasındaydım. Kaçak inşaattan devşirilmiş o küçük mahkeme odasında, sıkı güvenlik önlemleri ve tacizleri arasında, bir yandan faillerin tespiti ve yargılanması için çabalarken, öte yandan hayatta kalan mahpusların yüzlerine, gözlerine bakmak ayrı bir zorluk ve acıydı. Çünkü halen bugün bile, o operasyonda mahpuslara karşı kullanılmış olan, giyside hiç hasar bırakmasa da beden ve organlara doğrudan işleyen, eriten o kimyasal silah tespit edilmiş değil ve resmî envanterde de bulunmuş değil!