Giriş
Siyasal literatürde iktidar etmenin iki biçiminden söz edilebilir. Biri, seçimle gelen demokratik siyasi iktidarlardır. Öbürü de vesayet odaklarınca kullanılan ve gücü temsil eden bir devlet iktidarıdır. AKP ve küçük ortağı MHP ikincisini temsil ediyor. Bu süreci iyice kavramak için nasıl geldiklerine, ne yaptıklarına ve nereye gittiklerine kısaca bakmak gerekir.
Nasıl geldiler?
Eski tablo (Erbakan zamandaki durum) diğer bir deyişle bağlı oldukları o ideolojik yapı iktidar için umut vermiyordu, çünkü laikliğin yüzyıldır uygulandığı Türkiye’de sığındıkları ideolojik yaklaşım iktidar için gerekli meşruiyete sahip değildi. O halde din üzerinden siyaset yapmayı bırakmaları lazımdı. Yoksa yüz sene kalsa iktidar olamayacaklarını gördüler. Onlar da “sureti haktan” görünüp ‘değiştik’ dediler. (Böyle diyoruz, çünkü sonrasında bu değişimin gereç olmadığını görecektik.)
Bir şey daha vardı, o da Atatürk’le barışma meselesi idi. Çünkü Atatürk ülkenin banisi idi, büyük çoğunluk şöyle ya da böyle onu kabul etmişti. O yüzden Atatürk’le kavga ederek bir yere varamayacaklarını kavrayan bu ekip onunla barışmamız lazım diyerek ortaya çıktılar. Refah’tan kopan bu pragmatik grup kendilerine “yenilikçi kanat” diye ad taktı. Aslında gerçek düşünceleri bu olmasa da siyasetin pragmatist bir etkinlik olduğunu kavradıkları için değiştiklerini söyleyerek bu yola girdiler. ‘Biz artık değiştik, Atatürk’le ve onun kurduğu cumhuriyet ile bir sorunumuz yok’ dediler. Daha önemlisi iç ve dış kamuoyunu kolayca tavlayan (ya da bugünden bakınca avlayan) üç söylem daha dile getirdiler:
- Erbakan’ın faiz rubadır, İslam Birliği içinde İslam Dinarı getireceğiz yaklaşımıyla iktidar olamayacaklarını gördükleri için bu noktayla bir kopuş yaşayarak serbest piyasa ekonomisini sürdüreceklerini belirterek sermayeyi rahatlattılar. Küreselleşmeye ülke ekonomisini eklemleyeceğiz söylemiyle de uluslararası finans çevrelerinin kendilerinden ürkmemesini sağladılar.
- Erbakan’ın ‘AB Hristiyan kulübüdür’ temel kabulüne karşı çıkarak ‘AB değerler manzumesidir ve Türkiye’yi biz AB’ye sokacağız’ dediler. Bu noktada hem içerde liberalleri kazandılar hem de dışarda AB ile ABD’nin desteğini aldılar.
- Daha da önemlisi, katı ideolojik duruşunu terk ettiklerini, milli görüş gömleğin çıkardıklarını söylediler, o sırada ikna edici olmak için ilk yıllar kapsayıcı bir politika da izlediler. Kürt, Alevi, vesayet meselesi, başörtüsü sorunlarını çözmeye yeltendiler, bazı girişimlerle toplumun bu kesimlerine güven verdiler ve büyüdüler. Görüldüğü gibi AKP kurulurken bu kesim kurucu kodlardan ve onları engelleyen bagajlarından kurtularak “akıllıca” iktidara yürüdü.
Ne yaptılar?
2011’de güç zehirlenmesi, 2015 yılında tamamen bu yoldan çıkarak 2018’de MHP ile milli güvenlik söylemiyle başka bir kulvara, güvenlikçi kulvara savruldular. Sonrasında öfkeli ve kibirli bir yönetim sergilediler. Artık biat yetmiyordu, sadakat arayan lider narsizmden neronizme geçmişti.
Bu noktadan sonra kopuşlar başladı ve AKP için iniş hızlandı. Çünkü AKP artık ilk ortaya çıktığı AKP değildi. Yasaklar arttı, yolsuzluklar tavan yaptı, yoksulluk diz boyu oldu. Bu AKP yönetiminin pek umursadığı bir şey değildi. Çünkü devleti yönetilmesi gereken bir aygıttan ziyade paylaşılması gereken bir ganimet olarak görenler çoğalmıştı. Güç zehirlenmesi ile siyasal ikballerinin ve zenginleşmenin peşine düştüler.
Bunun için hem devleti arkalarına almaları hem de devletin arkasında durur gibi yapmaları gerekiyordu, onlar da her safhada yaptıkları gibi, bu kez de öyle yaptılar. Sonrası malum, AKP sonrasında devlet iktidarının bir parçasına dönüştü.
Hukuk askıda
Şimdi ekonomik krizle birlikte hukuksal çöküntü de yaşanıyor. Söz gelimi başta Kavala ve Demirtaş davaları olmak üzere Gezi davasında yaşanan tutuklama kararlarının, en son TTB başkanının tutuklanmasının neresinde Anayasa’ya, yasaya ve hukuka uygunluk var? Bu tutuklama kararlarının neresinde vicdan var? Hukuk, adalete dayanır; adalet gücünü toplumsal vicdandan alır. Toplumsal vicdanı sızlatan, kanatan kararlar adaletli değildir. Bugün hangi siyasi düşünceden olursa olsun milletin büyük bir kısmı bu tutuklama kararlarına itiraz etmektedir. HSK’ya düşen görev; Anayasa’ya, yasaya ve hukuka aykırı olarak keyfi karar veren hakim ve savcılar hakkında yasal işlem yapmaktır. Yoksa yargı sisteminde sürüp giden keyfiliğin önüne geçemeyiz.
Peki CHP neden bir çıkış yaparak iktidara yürümesin
Şimdi bozulan AKP’nin yerini dolduracak bir alternatife ihtiyaç var. Ana muhalefet partisi CHP ve muhalefet bunu başarabilir mi? Bunun için başta ülkenin ana sorunları olmak üzere temel meselelerin çözümünde paradigma değişikliğine gidilmesi gerekir. AKP’nin bozduğu düzen ancak böyle düzeltilebilir ve sorunlar çözüm yoluna gidebilir. Bunun adı yeni Türkiye’nin inşasıdır. Bu değişime ancak yeni Türkiye inşası öncülük edebilir.
Burada da bir eksiklik söz konusu. Şöyle ki, “Yeni Türkiye İnşası” büyük bir uzlaşmayı gerektiriyor. Büyük uzlaşma ise toplumdaki ana damarlarım buluşmasını gerektirir. Ana akım merkez sağ, merkez sol ve Kürtler olagelmiş. Bu bazen üç, bazen beş parti olmuş. Uçlar da var ama kabaca bu üç damardan bahsedilebilir.
Makro düzeyde baktığımızda genel olarak bunlar muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtlerdir. Altılı masada biri hariç diğerleri var. Biraz daha açacak olursak laik ve sosyal demokrat CHP seküler damarı, aynı zamanda seküler olmaya çalışan İYİ Parti milliyetçileri, Saadet, Gelecek gibi partiler muhafazakarları, DEVA ve DP ise daha çok liberalleri temsil ediyor diyebiliriz. Bu tabloda Kürtler yok, HDP yok. Kürtlerin olmadığı bir uzlaşma yeni Türkiye’yi nasıl inşa edecek, temel soru bu.
Nereye gidiyorlar?
Şimdi gelinen noktada kullandıkları dil üstenci, söylemler yaftalayıcı, sözler karalayıcı nitelikte. Türkiye ekonomik olarak çökmüş, siyasi olarak bir kutuplaşmanın içine savrulmuş, dış politikada yalnızlaşmış durumda. Kimi inanç din üzerinden çatışmaların yaşandığı bir Orta Doğu ülkesi olmasını istiyor. Bazıları bunu siyasi ikbal için iç siyaset de kullanıyor ne yazık ki. Bu gidişatı bundan sonra 1) Erdoğan’ın tavrı 2) Ekonominin gidişatı 3) Putin’in tutumu ve 4) Muhalefetin çalışmaları belirleyecek diyebiliriz.
Erdoğan’ın giderek daha da sertleşmesi söz konusu olabilir. Çünkü kendi tabanını konsolide etmesi için geçen seçimlerde olduğu gibi keskin ve kutuplaştırıcı dilin dozunu artırarak bunu yapamaya çalışıyor. Tabii bu arada ekonomin gidişatı da önemli. Açıklanan sosyal konut projesi, yılbaşında çalışana, emekliye ve asgari ücretliye yönelik yapılması düşünülen iyileştirici düzenlemeler kısmi bir rahatlamaya yol açabilir. Bu arada Rusya-Ukrayna savaşında oynamak istediği rol ve Şangay’a kırmızı gül atması Putin ile Erdoğan’ın ilişkilerini güçlendirmiş görünüyor.
Örneğin Putin’in doğal gaz çıkışı, Erdoğan’a bir seçim jesti olarak değerlendirenler oldu. Her ne kadar henüz ortada bir şey yoksa da Türkiye’nin gelecekte de olsa doğal gaz depolama alanı ve dağıtım merkezi olması önemli. Çünkü doğal gazın üçte birini konutlarda, üçte biri sanayide, geri kalan üçte biri ise enerji üretiminde kullanan Türkiye doğal gazda büyük oranda Rusya’ya bağlı.
Görüldüğü üzere bazı muhalefet partilerinin belirttiği gibi seçimi kazanmak amiyane deyimle öyle “cepte keklik” değil. Rehavete kapılmamak, birliği bozmamak ve HDP ile diyalog içinde olmak seçimi kazanmak için nirengi noktaları olarak öne çıkıyor. Bunlar başarılırsa bir dönemin kapatılması da başarılacaktır.
Sonuç
Sonuç itibariyle başta kendi doğruları ile iktidara gelen AKP, bugün kendi yanlışları nedeniyle iktidardan gidecek gibi görünüyor. Önemli olan bunun yerine yeni demokratik bir düzen ikame etmek ve gelenin gideni aratmamasıdır.
Ahmet Özer kimdir?
Van’da doğdu, Van Atatürk Lisesi ikinci sınıf öğrencisiyken Hakkâri Lisesine sürgün oldu, 1977 yılında Diyarbakır Lisesinden mezun oldu. 1980’de Van Eğitim Enstitüsü’nü, 1986 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünü birincilikle bitirdi, aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde yan dal yaptı.
Hacettepe üniversitesinde “Sosyoloji”, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ise “Bilim ve Siyaset Felsefesi” alanında olmak üzere iki mastır yaptı. 1995 yılında Hacettepe Üniversitesinde Sosyoloji Doktoru unvanını aldı.
GAP Projesinde çalıştı. 1989 yılında hazırlanan meşhur Kürt Sorunu Raporu’na katkıda bulundu. Merkezi Diyarbakır’da olan “GAP Belediyeler Birliği’nin” kuruluşunu gerçekleştirdi, Genel Sekreterliğini ve Yönetim Kurulu üyeliğini yedi yıl yürüttü. Almanya, İtalya, İsrail, Filistin, Kazakistan ve Azerbaycan’da inceleme ve araştırmalarda bulunuldu, bu çalışmaları kitap olarak yayınlandı.
1997 yılında doktora sonrası ABD’nin sekiz eyaletinde demokrasi, insan hakları, başkanlık sistemi ve sosyolojik konularda araştırma ve incelemelerde bulundu ve bu çalışmalarını daha sonra profesörlük tezi olarak sundu. 1999 yılında Mersin Üniversitesinde Siyaset Bilimi doçenti oldu.
2001 yılında YÖK tarafından Isparta SDÜ’ne sürgün edildi, bir yıl sonra geri dönmeyi beklerken üniversite ile ilişiği kesildi. YÖK aleyhine açtığı davayı 2004 yılında kazandı, tekrar üniversiteye geri döndü.
Milliyet, Radikal, Özgür Gündem, Cumhuriyet gibi gazetelerde yazı ve makaleleri yayınlandı. Birçok ulusal ve uluslararası toplantı tertipledi, kongre ve sempozyumun düzenleme kurulu başkanlığını yaptı. Bugüne kadar yayınlanmış 150 ulusal ve uluslararası bilimsel makalesi, 350 civarında bildirisi ve 36 adet kitabı bulunuyor. Çok sayıda ödülü bulunan Özer, dört dil biliyor.