Roboski Katliamı sonrası Meclis’te kurulan komisyonda görev yapan CHP Milletvekili Levent Gök, helalleşmenin, acının ardındaki bir hesaplaşmayı sağladıktan sonra mümkün olduğunu söyledi: “Siyasal iklim değiştiğinde bu net bir bir şekilde yargıya intikal edecek.”
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde 28 Aralık 2011 gecesi saat 21.39 ile 22.24 arasında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından savaş uçaklarıyla yapılan bombardımanda 19’u çocuk 34 kişi yaşamını yitirmişti.
Roboski Katliamı’nın 11’inci yıldönümünde Meclis’te katliama dair kurulan komisyonda yer alan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ankara Milletvekili Levent Gök’le, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açıklamasını, Altılı Masa iktidara gelirse bu tür katliamların yaşanmaması için ne tür somut adımlar atılacağını, davaya yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) tutumunu ve Gök’ün kaleme aldığı Roboski: Uludere’nin Gözyaşları kitabı hakkında konuştuk.
Roboski Katliamı’na dair Meclis’teki komisyon süreçlerinden, dava süreçlerine kadar birçok boyutu yakından takip ettiniz. Roboski’ye ilişkin bilinmeyenleri farklı boyutlarıyla kitaba dönüştürdünüz. Öncelikle sizi, bu kitabı yazmaya iten sebepler neydi ve yaşananların bir belge-belgesel örneği şeklinde anlatıldığı kitabı neden yazma ihtiyacı duydunuz?
Roboski ve o gün yaşananlar benim hayatımın önemli dönüm noktalarından biridir. Roboski’deki hava saldırısında 34 çocuk hayatını kaybettiğinde, ilk günler bunun iktidar tarafından kamuoyuna yansıtılış biçimi çok farklı oldu. Bunların terör örgütleriyle bağlantılı olduğuna dair kimi yazılar, değerlendirmeler kaçakçı olsalar dahi kaçakçılığın suç olduğu, yani sanki böyle bir hava bombardımanın sonucu ölmeleri normalmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı. Ben o zaman Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nda üye olarak görev yaparken verdiğimiz önerge üzerine İnsan Hakları Komisyonu’nda bir ‘Uludere Komisyonu’ kuruldu. Partim adına da ben görev yaptım.
Roboski’deki olaydan 40 gün sonra köye gittik. Ailelerle görüştük, askeri yetkilileri dinledik. Tabii orada ben ilk defa ailelerle karşı karşıya geldiğimde, bütün anneler kucaklarında çocuklarının fotoğraflarını taşıyarak beni bir ayrı bir odaya aldılar. Ve biz, sizin bu olayın üzerine gitmenizi ve takip etmenizi istiyoruz. Adaleti sağlamanızı istiyoruz dediler. Çok duygusal anlar yaşadık. Fotoğraflardan da gördüğümüz manzara son derece hüzün verici ve üzüntülü bir tablo. Çünkü ölenlerin çoğu çocuk yaşlarındaki yurttaşlarımızdı.
4’ü 13 yaşında. 19’u 18 yaşının altında olmak üzere çocuklardan bahsediyoruz. Bunların her birinin bedenleri parçalandı. Aileler çocuklarını öperek, koklayarak gönderdikleri bir günün akşamında, gecesinde parçalanmış bedenleriyle karşılaştı. Ortada büyük bir travma vardı Olayı irdelemeye başlayınca komisyondan gelen belge bilgileri değerlendirdiğimiz zaman, olayın gizlenmeye çalışıldığını, iktidar tarafından da unutturulmaya çalışıldığına çok yakından tanık oldum. Çünkü arzu ettiğim belgeler gelmediği gibi çok yetersiz gelen belgeleri, kendi çabalarımızla izini sürdüğümüzde olayın çok farklı bir tabloya doğru gittiğini tespit ettim. Günlerce ve aylarca bu olayın izini yakından sürdürdüm. Ve kamuoyundaki anlatılanların aksine olayın devletin bütün kademeleri üst kademeler tarafından ortak bir sorumluluğu olduğunu çok net tespit ettim. Ancak ailelere o zamanki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilen “Karanlık dehlizlerde kalmayacak” sözünün gerçekçi bir söz olmadığını, aslında olayın çok berrak bir olay olduğunu ama bilinçli bir şekilde soğutulmaya, karartılmaya ve unutturulmaya çalışıldığını da gördüm.
Olayın bilinçli bir şekilde soğutulmaya, karartılmaya ve unutturulmaya çalışıldığını da söylediniz. Bu açıklamalarınızı biraz daha açar mısınız?
Devletin üst düzeyi tamamen sorumlu ve ortak olunca hava harekatının karar sürecinde, olayın adli intikali elbette engellendi ve öyle bir süreç başlatılmadı. Çünkü hava harekatının karar süreci, devletin bütün üst kademesinin ortak sorumluluğunda alınmış bir karardır. Dolayısıyla bu olayı ne kadar unutturursak, ne kadar soğutursak, ne kadar zamana yayarsak gündemden düşürürüz ve kendi sorumluluklarını örtme anlayışının hakim olduğu bir süreci yürüttüler. Çok bilinçlidir bu. Bir yandan Diyarbakır savcılığında yürütülen soruşturma da öyledir. Tam 1,5 yıl sonra Diyarbakır Başsavcılığı görevsizlik kararı vermiştir. Dosyayı Genelkurmay askeri savcılığına gönderdi. Orası da 1,5 yıl sonra takipsizlik kararı verdi. Mecliste kurulan komisyon da 1,5 yıl sonra; Olayda kasıt yoktur şeklinde iktidar partisinin üyelerinin oylarıyla bir değerlendirme buldular ve dosyayı kapattılar. Bizim tabii oradaki muhalefet şerhlerimiz yine aynı güncelliğini koruyor. Sonuçta hiçbir mekanizmadan sonuç alınmayacak; sanki soruşturma yapıyorlarmış gibi bir süreç yürüttüler. Ben de her yıl mutlaka ailelerin anma törenlerde orada olurum. Tam 11 yıl oldu. Olayın artık iyice kamuoyu gündeminden düşürülmesi çabalarına karşı, adaletin bu iktidar tarafından hiçbir şekilde getirilmesine dair bir inancımızın kalmadığı bir süreçte elimdeki belge ve bilgileri bir kitap halinde derlemeyi ve tarihe not düşmeyi amaçladım.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Roboski’ye yaptığı ziyarette, katliamda hayatını kaybedenlerin aileleri, “Önce adalet, sonra helalleşme” talebinde bulunmuştu. Kılıçdaroğlu da katliamın aydınlatılacağına söz vererek, helalleşme açıklaması yapmıştı. Bu ne anlama geliyor?
Bir acının yaşandığı bir yerde helalleşme, önce o acının ardındaki bir hesaplaşmayı sağladıktan sonra mümkündür. Yani bu olay adalet önüne çıkmazsa sorumluları hesap vermezse, ailelerin bugüne kadar olan beklentileri bundan sonra da devam eder. Dolayısıyla oraya gitmemizdeki amaç tamamen ailelere bu sözü vermek ve taahhütte bulunmak ve bu olayı mutlaka bir yargı önüne çıkartmak sözüdür. Yani Roboski’deki helalleşme, hesaplaşmadan sonra gelecektir. Bu anlayışla hareket ediyoruz.
Sizin de içinde bulunduğunuz Altılı Masa, iktidara gelmesi halinde, ‘geçmişle helalleşme ve yüzleşme’ ekseninde bu tür katliamların yaşanmaması için ne tür somut ve yasal adımlar atacak?
Roboski’de yapılması gereken adımlar mümkün ve bellidir. Bu da siyasi iklimin değişmesine bağlı. Bir kere bir devlet böyle bir katliamın ve buna benzer katliamlarla yüzleşmeden, hiçbir ülkeye demokrasi de gelmesi söz konusu olmaz. Bunlarla yüzleşilmeli ve gereği yapılmalıdır. Soğukta toprağın altında beklerken hiçbir adli mekanizmanın işlememesi, adaletin işlememesi sonucu doğurur. Ve devletler de adalet temeliyle ayakta kalırlar. “Devletin Mülkü Adalettir” derken boşuna söylenmemiştir bu söz. Her devlet, adaletten uzaklaşırsa devlet olma vasfını kaybeder. Burada bir başka tablo da şu; sınırımızın sıfır noktasındaki yaşayan Roboskili aileler adaletin gelmemesinden ötürü çok ciddi kırgınlık, küskünlük içerisindeler. Duygusal kopuş yaşıyorlar. Bir devlet yurttaşlarının adalet ihtiyaçlarına cevap vermezse bu ailelerin kırgınlıklarına, küskünlüklerine ilişkin duygusal kopuşları önleyemez. Şimdi biz Roboskili ailelerin ellerini tutuyoruz ve o elleriyle tuttuğumuz ellere diyoruz ki merak etmeyin buraya mutlaka adalet gelecek ve bunu gerçekleştireceğiz. Sizler de bizim eşit birer yurttaşımızsınız. Bunu ifade etmeye çalışıyoruz. İktidarın yaptığı söylemlerin tersine onlarla kucaklaşarak adaleti getirerek onların da bu Türkiye’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit birer yurttaşı olduğunu onlara hissettirmemiz gerekiyor.
Siz, Konya’nın Meram ilçesinde Dedeoğulları ailesine yönelik katliam davasını da yakından takip eden birisiniz. Katliamların ya da toplu saldırıların olmaması için hukuki adım ve yaptırımı nasıl olmalı? Böylesi saldırıların bir daha yaşanmaması için neler yapılmalı?
Bu tarz olaylarda devlet, ırkçı saiklerle hareket eden herkesin böyle davranmalarına cüret etmesine olanak sağlayacak ortamı ortadan kaldıracaktır. Dedeoğulları ailesine yönelik saldırıda buna çok net tanık olduk. Bu aileler arasında husumet olduğu sırada ailenin, İçişleri Bakanlığı’na ve diğer ilgili bakanlıklara ciddi başvuruları var. Biz kökenimizden dolayı ırkçı saldırılara uğruyoruz. Gerekli tedbirleri alın diye. Devletin bunu görmemesi, bunun üzerinde durmaması devletin büyük, ağır bir ihmali, kusuru. Yani böyle bir tablo kabul edilemez Dolayısıyla devlet gereğini yapmalı. Hem Roboski hem de Meram’daki Dedeoğulları olayında olduğu gibi herkese kendisinin buranın eşit yurttaşı olduğunu hissettirmeli. Konya’daki davada, ben de son duruşmayı takip ettim. Ne yazık ki mahkeme başkanı duruşmayı katletti. Aile ve avukatların iddialarının hiçbirini araştırmadı. Üzerinde durulması gereken pek çok tamamen reddetti. Ailenin tek hayatta kalan ferdi o duruşmadan son derece yıkılmış olarak çıktı. Lanet olsun dedi böyle bir tabloya, böyle bir adalete. Çünkü yedi kişiyi kaybetmişti. Devletin bütünlüğünü korumak hepimizin görevi ama insanları ırkları, mezhepleri, dilleri yüzünden bir ayrıştırmaya tabi tutar ve bunun gereğini yerine getirmezseniz çok üzücü sonuçların olduğunu her alanda görebiliriz. Dedeoğulları davası da bunun tipik bir örneğidir.
Roboski davasında AYM’nin kararını nasıl değerlendirirsiniz? Ayrıca ne oldu da AİHM bu davayı görmeden, kapatılmasına yönelik karar verdi?
Olayın, özellikle mahkemelerin böylesine önemli konularda çok daha dosyaya hakim bir şekilde karar vermelerini beklerim. Ne yazık ki ülkemizde de Anayasa Mahkemesi bu olayda böyle bir karar verdi Böyle bir tabloya Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de olumsuz bir şekilde cevap vermesi hepimiz gibi aile açısından da üzüntü verici olmuştur. Özellikle bu mahkemelerin kuruluş gerekçesi olarak hak ihlalleri konusunda karar vermektir. Hak ihlallerine giden dosyaların da çok daha dikkatli, soğukkanlı ve geniş yorumlarla incelenmesi gerekir. Bunlar yapılmamıştır. Şimdi yapılması gereken siyasal iklimin değişmesi bu olayı tekrar maddi delilleri de ortaya koymak ve gereğini yapmaktır. Bunu yapacak birikimimiz belgelerimiz, bilgilerimiz bizde mevcut. Siyasal iklim değiştiğinde bunun net bir şekilde yargıya intikal edeceğini herkese çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Siz de Roboski’deki anmada olacaksınız ve katliamda hayatını kaybedenlerin ailelerine, ‘Roboski Uludere’nin Gözyaşları’ kitabınızı hediye edeceksiniz. Neler hissediyorsunuz?
Bu kitap ölen çocuklarımızın anısına yazıldı ve bu kitabın gerçek sahibi onlar. Ailelerinin bu olayın fikri takibinin yapıldığının bilinmesi ve fikri takibin yapıldığı bir noktada da ellerine her zaman bulundurabilecekleri bir referans kitabı olmasını arzu ettim. İleride de yazmış olduğum kitabın, Roboski’yle ilgili olayı daha sonradan öğrenenler ya da daha ileriki tarihlerde öğrenenler açısından bir başvuru kitabı olacağını düşünüyorum. Ben burada bir insani, vicdani görevimi yerine getirmeye çalıştım. Umarım aileler ve olayın mağdurlarının yakınları da takdir ederler. Bir devletin hesaplaşması gereken bir konuda devletin üst kademesinin sorumlu olduğunu çok açık bir dille yazarak Milli Güvenlik Kurulu, MİT’in, Genelkurmay’ın, Hulusi Akar’ın, şimdiki Orgeneral Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in sorumluluklarını anlattığım bir kitaptır. Burada bir gerçek yüzleşmeye ve toplumla da bir aracı olmaya çalışıyorum. Bu gerçekleri herkes, çok daha yoğun kitleler okuyacak, değerlendirecekler. Eğer arzu ettiklerimizi gerçekleştirebilirsek, ailelere de kendilerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin birer eşit yurttaşı olduğunu, onların da adaletten pay alma herkes gibi hakları olduğunu ama devleti yönetenlerin de hesap verme yükümlü niteliğinin bulunduğunu hissettirebilirsem mutlu hissederim. Ama sonuçta ne yaparsak yapalım ölen 34 çocuğumuzu geri getirmemiz mümkün değil. Bu acı yine yaşayacak, ben ölen kardeşlerimizin anısına yazdığım bu kitabın onların anısını yaşatmalarına birer vesile olmasını beklerim.