Cinayet içinde cinayet, mahpus içinde mahpus, işkence içinde işkence!

Cinayet içinde cinayet, mahpus içinde mahpus, işkence içinde işkence!

Erdal Doğan

 

“1990’lardaki sistematik işkence bugünlerde yok!” Bu siyasal propagandanın devamı şöyle gelebilir: “O yıllarda herkeste ne cep telefonu vardı ne de her evde buzdolabı vardı! hatta her ilde bu kadar cezaevi de yoktu çok şükür ki tüm bunlara bu son hükümetler döneminde kavuştuk.”

Evet yangın yeri cezaevleri! Mevcutlar yetmezmiş gibi yenilerinin yapımı ekonomik kalkınma programına alınarak müjdesi verilen cezaevleri! Şu an itibariyle yaklaşık 300 bin kişinin mahpus tutulduğu beton cehennemleri! Son yıllarda sistematik işkence yok demek de; gözaltına alınıp bırakılanlarla birlikte on binlerce insanın her bir aşamasının işkenceye dönüşen o cehennemi dünyanın görülmez kılınmasıdır. Yalnız o mu? 300 bin kişilik mahpusun adli ve mahpus süreçlerinin her bir aşamasını da.. Özelikle de hasta mahpusların yıllardır süren işkenceli yaşamlarını da..

Pandemi nedeniyle cezaevlerinde başlayan aile ve avukat görüş sınırlamalarının da neredeyse kalıcı hale gelişini de görünmez kılmaktır!

O kadar çok şeyi görünmez kılar ki görünmez kılınanlar bir kitap çapını aşar..

Bu yazıyı kaleme aldığım sırada tutukluluğu halen Edirne F tipinde devam eden eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş da cezaevlerindeki duruma ilişkin sosyal medya hesabından paylaşımlar yapmaktaydı. Bir siyasetçiden ziyade kıymetli bir insan hakları hukukçusu olarak tanıdığım, bildiğim, arkadaşım Selahattin Demirtaş’ı en son cezaevi ziyareti öncesinde çok ciddi hayati bir sağlık sorunu yaşamış ve o an için atlatmıştı. Yıllardır tek koğuş arkadaşı eski Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan’ın bu durumu zamanında fark ederek ciddi çabası, ailesi ve avukatların da yoğun çabalarıyla nihayetinde hastaneye sevki sağlanmış belki ölümden kurtarılmıştı.

Demirtaş bu durumunu özellikle ön plana çıkarmasa da sağlığına dair taşıdığı ciddi riskler yakın ailesi ve doktorunu halen endişelendirdiğini tekrar kaydetmek lazım. Son görüşmemizde kendisinin bu durumunun bizleri endişelendirdiğini söylediğimde ise Demirtaş: “cezaevlerinde benden çok daha ağır durumda onlarca mahpus var, böyle bir tablo karşısında kendimi, hastalığımla ön plana çıkarmayı yakışıksız bulurum, hastalığım nedeniyle tahliyemi istemem, ölürsem de bunun tüm sorumluluğu arkadaşlarım gibi bizleri içerde rehin tutanlardadır!” Bunları söyleyen hayati kalp sağlık sorunları olan, hakkında AİHM’in tutukluluğuna dair çok kez hak ihlali verilmesine rağmen tahliye edilmeyen bir siyasi rehine olarak tutulan eski HDP eş genel başkanı, iki kez o koşullarda CB adayı olmuş Demirtaş.

Hukuk cinayetleri olarak adlandırdığımız süreçlere yüzlerce hasta mahpusun durumu; işlenen cinayet silsilesi içinde çok ağır bir sistematik işkencenin normalleştirilmeye çalışılmasıdır!

Örnekler çok! Vakalar da çok ağır!

4. evre kanser hastası olmasına rağmen kendisine verilen 9 yıl 4 aylık hapis cezasının infazı için hapse konulan Ayşe Özdoğan’ın Adli Tıp Kurumu’nun “nüks yok” diyerek infaz ertelemeyi reddetmesine rağmen Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi son PET CT raporu ve tetkiklerde nüks şüphesi olduğunu kaydederek, ileri tetkiklerin yapılacağına rağmen mahpusluğu halen devam ediyor.

1996 yılından beri mahpus 83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan kalp, tansiyon, zehirli guatr, kemik erimesi, böbrek ve bağırsak bozuklukları, aşırı derecede kilo kaybı, duyma ve görme eksikliği gibi hastalıkları yanında yaşlı oluşu ve uzun süredir cezaevinin olağanüstü koşullarında yaşaması nedeniyle; yeme, içme giyinme, banyo, tuvalet gibi ihtiyaçlarını tek başına gideremiyor. Yani bakıma muhtaç. Ağır hasta ve bakıma muhtaç olmasına rağmen tahliye edilmeyen Özkan, son olarak kelepçeli ellerinde poşetiyle hastaneye götürülürken kamuoyuna yansımıştı..

Özkan, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ı öldürme iddiasıyla yargılanmış ve müebbet hapse mahkûm edilmiş. Özkan hakkında ceza, yalnız iki kişinin ifadesine dayanılarak verilmiş. Özkan savunmasında, olay anında bölgeye 8 km uzaklıkta olduğunu söylemesine rağmen ne bu savunması ne de diğer savunmaları dikkate alınıp araştırılmamış. Suçlandığı döneme dair Jitem faaliyetleri, Lice’deki katliamlar ve Bahtiyar Aydın suikastine dair onlarca görgüye dayalı haberin kamuoyuna yansımasına rağmen Türkçe bilmeyen, köyünün yakılması sonrası Mersin’e göç etmiş Mehmet Emin Özkan olayın biricik faili oluvermiş. Hem de hakkındaki suçlamalar karşısında ekonomik koşulları nedeniyle özel avukat tutamaması nedeniyle. avukat desteğinden ve hukuki yardımdan yoksun olarak.

Bir başka can yakıcı olay yine kıymetli meslektaşım Aysel Tuğluk’la ilgili..

28 Aralık 2016 tarihinden bu yana Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde mahpus olarak tutulan Aysel Tuğluk, tanıdığımdan beri hem avukat olarak hem de siyasetçi olarak çokça zorluğa göğüs germiştir. Fakat cezaevinde mahpusken annesini kaybetmesi sonrası Ankara’da mezarlıkta defnedilirken yaşanan ırkçı faşizan saldırıların Aysel Tuğluk’ta yarattığı yıkımın telafisi tahmin edilmesinin ötesine geçti. Nasıl telafi edilsin ki? O ırkçı saldırıyı örgütleyenlerle birlikte önlenemeyenlerin yarattığı dehşet toplumun çoğunu derinden sarsmışken Aysel Tuğluk’u nasıl sarsmasın. Adlandırmada bile zorlandığım bu dehşet olayın hemen ardından Aysel Tuğluk’u cezaevindeki ziyaretimde yürek ve aklın alamayacağı bu yıkımın acısına karşı büyük bir çaba ile durmaya çalışıyordu. Fakat Aysel Tuğluk’u ilk kez bu kadar içine kapanık ve kaskatı kesilmiş görüyordum. Kendisine cezaevi dışındaki o büyük hapishaneden farklı siyasi çevrelerden kız kardeşi yazarlardan ve insan hakları kadın aktivistlerin dayanışma duygularını içeren notlarını iletirken, o zulmün kişisel bedeni ve ruhunda yarattığı yıkım ve kaskatılığa karşı en insani en zarif tepki ile yani göz yaşlarıyla yanıt verebilmişti..

Yıllar geçti Aysel Tuğluk’un tutukluluğu devam etti.. Hakkındaki hukuksuz, usulsüz yürütülen davalar da.. O süreçte yalnızca bedenin hapsi değil o zor hapishane koşullarında o ırkçı faşizan eylemle ruhu çok daha fazla tutuklu kaldı.. O dehşet olaydan sonra ülkede yaşananlar o güzergahta seyredip gitmişken nasıl tutuk içinde tutuk kalmasın.. Aysel Tuğluk’ta ki, bu ağır yıpranmaya bağlı durum Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı raporunda da belirtilmiş tüm bu sürecin demans hastalığının gelişmesine yol açtığı vurgulanmıştır. Raporda ayrıca Tuğluk’un hayatını sürdürmek için ikinci kişilerin yardımına ihtiyaç duyduğu da açıkça belirtilmiş. Aysel Tuğluk’un bu durumuna rağmen hakkındaki infaz ertelemesi reddedilmiştir!.

Cinayet içinde cinayet, tutukluk içinde tutukluluk, işkence içinde işkence!