Çocukların medyadaki görünürlüğünde çocuk hakları ihlali yapmamak, çocuk istismarına sebep olmamak ve çocuğun birey olduğunu unutmamak mümkün mü?
Aslında bu sadece çocukları ilgilendiren bir durum değil. Ama çocuklar için ayrıca üzerine düşmek ve düşünmek gerektiği kanısındayım. Çünkü çocuklar, dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri olmalarına rağmen ‘birey halleriyle’ bir toplumsal görünmezlik içindeler, ama medyadaki görünürlükleri de bir o kadar yüksek.
Oysa çocuklar izleniyor, izliyor ve medyayı bizzat kullanıyor. Peki medya yüzünü, ne zaman ve nasıl çocuklara dönüyor, haber içeriklerini anımsayarak bir bakalım: Sessiz gözyaşı, acıma duygusu, sevimlilik, gurur, tebessüm…
Çocuklarla ilgili en son denk geldiğimiz haberleri bir hatırlamak istesek bunlardan biri ya da çok benzerleri yerleşir kalbimize, yüzümüze. Ayakkabısı olmayan bir çocuğun heyecandan parmaklarını ısırarak ayakkabıya kavuşma anı; (babasının) tabutu başındaki ağlayan kalabalığı anlama çabasıyla etrafa şaşkın bakışlar atan çocuğun yavaş hareketlerle sağı solu kesme anı; açıklama yapan yetkililerin önüne dizilmiş ve hareket etmemesi, anı bozmaması tembihlenmiş çocuğun telaşla kameraya bakma anı; haylazlık peşindeki çocuğun düşme ve hemen sonrasındaki ağlama anı; ayakkabı boyama sandığının yanına gizlenmiş ders kitabıyla her şeye rağmen başarılı olunabileceğini kanıtlama çabasına itilirken sandığa gelebilecek zararı düşünen zihnin gözlere yansıma anı… Yazarken benim gözümde canlandı hepsi, hatta neredeyse hepsiyle zihnimde eşleşmiş çocuk görselleri bile var. Peki çocuğun, benim zihnimdeki bu yerinden haberi var mı? Zihnimdeki görsellerle eşleşen duygularımdan haberi var mı? Zihnimin fonunda çalan ve görseli daha etkili hale getiren müzikten haberi var mı? Yok elbette. Görünürlüğünden bihaber… Haberdar ise de bu içeriğin başkalarının zihninde oluşturduğu imgeden bihaber. İşte burada hak ihlalini, istismarı konuşmak gerekiyor. Sonuçta kim olduğunu bilmediğim veya o görsel aracılığıyla bildiğim bir imge, benim aile albümü gibi açıp açıp bakabileceğim masumca, basitçe bir içerik değil. Ben derken, hepimizi kastediyorum aslında.
Başka bir açıdan bakalım: Çocuklar izliyor. Televizyonda saat 21.30 civarında ekranın altında bir animasyon beliriyor, çocuklara iyi uykular diliyor. Yani son derece kanlı bıçaklı, tacizli, şiddetli, nefretli bir sahne devam ederken çocuğu uyumaya gönderen bir bildirim sahnenin altından akıyor. Bunu gören çocuk da durur mu, hemen o sahneyi bırakıp koşarak uyumaya gidiyor. Gerçekten mi? Bunun gerçekleştiği kaç hane var acaba? İki, bir, hiç? Uyku saati bildiriminden önce, çocuğun o sahneye maruz kalmaması, olanca şiddeti içselleştirmemesi gibi bir tartışmaya ihtiyacımız yok mu? Saat 21.30’da kaç hanede çocuk dostu televizyon kanalı açık? Çocuk dostu televizyon kanalı diye bir şey var mı/mümkün mü, uyku saatini ekrandan öğrenmek çocuk dostu mu?
Çocuk, televizyonu değil de dijital medyayı izliyor da olabilir. Akışta çıkan mini klipler, söyleşiler, sohbetler, görseller… Kendisi gibi olan veya olmayan bir başka çocuğun yansıması. Mesela evinde, yetişkinler, yetişkin işleriyle meşgulken sosyal medyada oyalanan çocuk. Pekâlâ bir başka çocuğun maruz kaldığı istismar görseline denk gelebilir, değil mi? İstismar sözcüğü sizi incitti mi? Şöyle desek, gelişimsel olarak hazır olmadığı bir görsele de denk gelebilir ki burada da ihmali gündeme alabiliriz. Yukarıda bahsettiğim zihnimde fon müziğiyle yer edinen çocuğa dair mini klibe ben denk geliyorsam elindeki telefon veya tabletiyle çocuk neden denk gelmesin? Dijitali izleme konusunda başka ihtimaller de var. Ayakkabı sandıklı çocuk veya arabanın çocuk koltuğundaki çocuk, her ikisi de eş zamanlı olarak cadde kenarındaki billboardda depremzede bir çocuğun ayan beyan görseli ile paylaşılan yardım-dayanışma mesaj hattını görebilir. Orada her iki çocuğun da gördüğü, mesaj hattından ziyade depremzede çocuğun kendisine sorulmadan paylaşılan ayan beyan görüntüsü. Hem görülen çocuk hem gören çocuk, izinsiz, onaysız, habersiz, rızasız. Her yanı ihmal, istismar…
Bir başka tartışma da çocukların özellikle dijital medyayı kendi kullanımlarıyla ilişkili hak ihlalleri. O kadar çok bilimsel yayın var ki bu konuda. Neredeyse dijital medyanın çocuğa erişebileceği her nokta için çalışma görmek mümkünken çocukları dijital istismardan sakınmak nasıl mümkün olamıyor? Bir sayısal veri öneri sürmemekle birlikte özellikle dijital medyanın çocuklara epeyce bir yer ve zaman ayırdığına dair pek çoğumuz aynı fikirdeyizdir. Komik bebek/çocuk videosu diye bir şey var mesela… Ağlayan, gülen, şarkı söyleyen, hatta makyaj videosu çeken çocukların bol bol yer aldığı; bizzat aileleri veya bakım verenlerince paylaşılan görseller var. Çağı, telefonundaki, tabletindeki oyunla yakalamaya çalışan çocuk nasıl oluyor da dijital istismarın oyun aracılığıyla yakaladığı çocuk haline dönüşüyor. İşte bunu çok iyi açıklayan bilimsel içeriklerden biri diyor ki çocuğu, çağı yakalamak üzere dijitale emanet etmeden önce dijitalin istismara sebep olabileceğine dair farkındalığı yakalamak lazım! Çocukları dijital olarak zehirliyorlar korkusunu yaymaktan, bu furyaya kapılmaktan önce, dijitalin ne zaman zehre dönüştüğüne dair bilgiye sahip olmak lazım. Aynı dijitalin çocuğu ve yetişkini aynı şekilde zehirleyebildiğinin farkına varmak, yetişkin olarak kendimizi koruyabilip çocukları koruyamadığımız için onlar üzerinde ahkam kesme hakkından vazgeçmek lazım. Burası önemli işte. ‘Bu sosyal medyalar, uygulamalar hep çocuklar için zararlı’ bakışından öteye geçmek, dijitalin herkes için zararlı veya faydalı yanlarını birlikte ele alabilmek… Böylece çocukların birey olma hallerine de saygı duymak, yetişkin olarak kendimizle ilgili olanı çocuklara yansıtıp kendimizi görünmez kılmaktan sıyrılmak. Çocuklar ve dijital medya arasındaki ilişkiyi ve sınırları tartışan çokça bilimsel içerikle araya mesafe koymasak mı?
Çocukların medyadaki görünürlükleri hayli çetrefilli bir konu. Çocukları ve çocukluğu olduğu gibi görünür hale getirelim, onların olduğu yerden başlayalım derken hak ihlaline neden olmaktan çekinmek gerekiyor. Bu yazıyı yazarken zihnimde canlanan tüm çocuk görselleri adına tüm çocuklardan özür dilerim ve bu özrü dilemek durumunda kalmadığımız çocuk görünürlüğü günlerini birlikte inşa etmek için kendilerini ve diğer herkesi mücadeleye davet etmek isterim.
Tuğba Canbulut kimdir?
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’nde Sosyal Politika ve Sosyal Hizmetler Yüksek Lisans Programını ve Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doktora Programını tamamladı. İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa’da akademik hayatına devam ediyor. Ağırlıklı olarak çocuk hakları, politik katılım ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında çalışıyor.