Depremzedelerle dayanışmak için Maraş’ın Pazarcık ilçesindeki Hasan Koca Köy Evi’nde bir araya gelen gönüllüler, her ihtiyaca yanıt olmaya çalışıyor.
Gönüllülerin arasında çeşitli illerden gelen sağlıkçılar da yer alıyor. İçinde doktor, tıp fakültesi öğrencisi, paramedik ve psikoloğun yer aldığı sağlık ekibi, Pazarcık’ın köylerine giderek hem depremde yaralananlara hem de bu süreçte tedavi hakkına erişemeyenlere yardım ediyor.
Ekibe, 13 yaşındaki Deniz eşlik ediyor. Kendisi de bir depremzede olan Deniz, civardaki tüm köyleri avcunun içi gibi biliyor. Kendisi grubun rehberi.
İlk durak Damlataş (Kurtdere) köyü oluyor. Köyde genel olarak yaşlı nüfus hakim. Kimisi depremde yaralanan bacağını gösteriyor sağlıkçılara kimi de bu süreçte alamadığı ilaçlarına nasıl ulaşabileceğini soruyor.
Köyde konuştuğumuz bir genç:
Artık burası bitti, ne su var ne elektrik. Bir sürü insan aynı yerde kalıyor. Gıda ve giyecek yardımı yapıldı ama bundan sonra hayatımızı nasıl sürdürürüz bilmiyorum. Artık yurtdışına gitmek istiyorum.
Köy, diğer yerlere göre nispeten yıkımın az olduğu yerlerden biri. Ancak insanlar korkudan evlerine giremiyor.
Diğer köylere giderken Karakaya Barajı’ndan geçiliyor. Yol, depremde oldukça hasar görmüş, bir yani baraja diğer yanı göle bakan yolda derin çatlaklar var. Yolun bir kısmı uçmuş ancak herhangi bir onarım çalışması yok. Köylere ulaşmak için tehlikeli olan bu yoldan geçmek gerekiyor.
Sağlıkçıların bir sonraki durağı Şekerci Çiftliği köyü.
Depremde Şekerci Çiftliği’nde ikisi yaşlı biri çocuk, 3 kişi yaşamını yitirmiş, insanlar genellikle kendi kurdukları derme çatma çadırlarda kalıyor. Sağlıkçılar, aralarında yatalak ve depremde yaralanan kişilerin de olduğu hastaları muayene edip, gerekli ilaçları veriyor.
Pek çok köyün ortak noktası yaşlı nüfusunun fazla olması. Tansiyon, kalp gibi birçok hastalığı bulunan bu kişiler, raporlu ilaçlara dahi ulaşamıyor. Buna dair herhangi bir çalışma da yapılmıyor. Hal böyle olunca gönüllü sağlıkçıların gelişi bu koşullar altında ‘sevinç’ yaratıyor.
Çiçekalan köyünde de durum pek farklı değil. AFAD, köylere depremin 3,4. günü gelmiş, az sayıda çadır var ve bunlar yeterli değil. Bu nedenle köylüler kendi kurdukları çadırlarda kalabalık bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Depremde can kaybı yaşamayanlar soğukla mücadele ederken nasıl hayatta kalabileceklerinden duydukları endişeyi dile getiriyor.
Yukarıdaki köylere gittikçe durum da ağırlaşıyor. Armutlu köyünde bulunan okul tamamen yıkılmış. Köylülerden bir kadın, “Deprem gündüz saatlerinde olsaydı katliam yaşanacaktı” diyor. Burada yıkılan ve hasar gören ev sayısı daha fazla. Diğer köyler gibi burada da çocuklar eksi dereceye düşen soğuklarda çoktan hasta olmaya başlamış.
Yıkılan okulun yanında kurulan AFAD çadırlarında ve kendi kurdukları yerlerde kalan köylüler, AFAD’ın çok geç gelmesine sitem ediyor. Günlerce soğukta kendi kurdukları çadırda birçok aile bir arada kaldıklarını anlatıyor, bir kadın, “Neyse ki biz hayatta kaldık” diyor.
Gelirken geçtiğimiz hasarlı yola değinen yurttaş, “Sizin gördüğünüz biraz kepçeyle düzeltilmiş hali. Bize diyorlar ki o yolu kullanmayın. E insanlar hasta olsa nasıl gidecek, nasıl buraya yardım gelecek. O yolun hemen yapılması lazım. Her gün sürekli deprem olmaya devam ediyor” diyor.
Ve Pazarcık’ın en büyük köylerinden olan Tetirlik köyü var sırada. Bin 137 nüfuslu köy, yıkımın yoğun olduğu yerlerden biri. Köyün altından geçen fay hattı, toprağı çatlatmış, bir ağacı ortadan ikiye bölmüş, evlerin temeli yerinden oynamış, yıkılan ve ciddi hasarlar oluşan evler mevcut.
Can kaybı yok ama yıkım büyük. Burada da köylüler, kendi yaptıkları çadırlarda kalıyor. Bir de girişte duran birkaç AFAD çadırında…
Köylülerden biri, yardımın eşit dağıtılmadığını söylüyor:
Muhtar ve yakınları yardımın çoğunu kendilerine alıyor, günlerdir istememize rağmen bize hala çadır verilmedi. Çocuklarımız hep hasta.
Kız kardeşi de, “Deprem öldürmedi ama bu soğuk öldürecek bizi” diyor. Depremin ardından çocuklarla birlikte sabaha kadar karın altında oturduklarını söylüyor.
Depremden önceki gün haberlerde birçok kadının, erkekler tarafından öldürüldüğünü gördüğünü söylüyor:
Dünyanın sonu geldi diye düşünmüştüm, ertesi gün deprem oldu.
Ardından köy sakinlerinden biri hasarlı bakkalına çağırıyor bizi. Çadır ihtiyacı olduklarını ve ısınmak için ateş yaktıklarını söylüyor. Yardım çağrısı yapıyor. Vergilerini ödediklerini ve bu yardımın hakları olduğunu vurguluyor.
En çok hastanın olduğu köy, nüfusla bağlantılı olarak burası. Yatalak bir kişiyi depremde enkazdan komşuları kurtarmış, ardından ateş başında yatarken soğuk nedeniyle hissizleşen bedeninin bir kısmı yanmış. Hiçbir sağlık ekibi gelmediğinden yara günlerdir tedavi edilmediği için büyümüş. Yaraya pansuman yapıp ilaç veren sağlıkçılar, kesinlikle doktora gitmesi gerektiğini aksi durumda yaranın kötüleşeceğini söylüyor. Ancak insanların çoğunda araç yok olanların bir kısmı da depremde yıkılan binaların altında kalmış.
Yine köyde yenidoğan bebeklerin hepsi hasta olmuş. Dünyaya gözlerini açtıklarında depremle tanışan bebekler, kötü şartlardaki çadırlarda yaşam mücadelesi veriyor. Zatürre olan bir bebeğin doktor tarafından verilen iğneleri günlerdir yapılamamış. Bebeğin babası, artık çocuğunun nefes almakta güçlük çektiğini anlatıyor.
Köylerin hepsinde hemen hemen durum bu. Dağların doruklarına yakın olan köylerle irtibat yok denecek kadar az. Yaralı ve hastalar imkansızlığın pençesinde.
Sağlık ekipleri, kadınlara hijyen ürünleri götürüyor ancak elbette ki yetersiz.
Köylerden birinde yurttaş, Diyarbakır’dan gelen tıp fakültesi öğrencisine teşekkür edip, ekliyor:
Biz olsak gelir miydik bilmiyorum. Allah yaptıklarınızı kabul etsin.
Köylülerin çoğu resmi makamlardan yardım gelmemesinden şikayetçi. Neden kendi kaderlerine terk edildiklerini soruyorlar. Gittiğimiz Kürt köylerinin sakinlerinden biri, “Devlet bir çivi bile getirmedi” diyor. Neden diye sorduğumuzda ise verdiği yanıt şöyle: “Kürdüz diye.”