Rejim değişikliğini hedefleyen muhalefet birliğinin dağılması, ne yazık ki geleceğe ümitle bakmak isteyen insanların çoğunluğunda hayal kırıklığı yarattı, İyi Parti liderinin hem de ağır ithamlarla ittifakı terk etmesi, kaçan daha doğrusu kolayca harcanan bir fırsat olarak görüldü.
Bir açıdan bakıldığında bu anlaşılabilir bir saptama.
Toplumun, HDP’nin temsil ettiği seçmen kesimi hariç, otoriter ve popüler kişi rejimine karşı olan tüm kesimlerini bir araya getiren ittifakın iş görebileceğine inananlar çoktu.
Ancak dünyadaki benzer örnekleri izleyenlerin hep dikkat çektikleri bir nokta vardı: Bu kadar farklı ideolojilere dayalı partileri bir araya getiren birlikteliklerin yaşama şansı ve de işleyebilen bir koalisyonda toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilme olasılıkları fazla yüksek değildi.
Burada kastettiğim öncelikle seçimin kazanılması değildi. Seçim, Millet İttifakı’nın zaferiyle sonuçlansa bile daha sonra gündeme gelebilecek toplumsal dönüşüm sürecinde atılacak adımların, partilerin farklı ideolojik temellere oturmaları nedeniyle zıtlıklar içermesi kaçınılmazdı ve bu da iktidarda olan partiler açısından ciddi çatışma riskleri taşıyordu.
“Bu riskleri zamanı geldiğinde düşünürüz” demek de mümkündü elbette. Ancak unutulmasın ki Erdoğan dönemi sonrasında hiçbir hükümet yirmi yıllık bir iktidar dönemi düşü görmemeli. Yani kimse için ülkeyi yönetme fırsatı o kadar uzun dönem içermeyecek. Dolayısıyla “Post-Erdoğan” dönemi için, o dönemde gündeme gelebilecek toplumsal reformlar açısından çok iyi hazırlıklar yapılması, işleyebilecek bir model üzerinde mutabık kalınması gerekiyordu.
Millet İttifakı ise bunu gerçekleştirdiğini öne sürüyordu. Bir yıldır devam eden toplantılarda atılacak adımların ayrıntılı bir şekilde ele alındığı, gündeme gelecek reformların hangi sırayla ve ne biçimde uygulanacağına varıncaya kadar detaylı bir şekilde görüşüldüğü ve üzerinde mutabakata varıldığı ileri sürülüyordu.
Basına yansıdığı kadarıyla henüz açıklama yapılmayan tek husus, ittifakın Erdoğan’a karşı kimi önereceğiydi. Parti kulislerine yakın olmayan, ancak muhalefeti destekleyen milyonlarca seçmene sunulan şuydu: “Merak etmeyin, bazı ufak tefek tereddütler olmakla birlikte aslında bu iş de çözüldü; ittifakın en büyük partisinin lideri seçimlerde ittifakın ortak adayı olacak. Ancak bunu taktiksel nedenlerle henüz tam netleştirmemiş görünüyoruz.”
İyi Parti’nin Millet İttifakı’ndan, hem de bu kadar gürültülü bir şekilde uzaklaşması, bu konunun hiç de kamuoyuna yansıtıldığı gibi olmadığını ortaya koyuyor. Kimin cumhurbaşkanlığı için aday olacağı sorusunun son zamanlara kadar CHP içinde bile çalkantılı bir süreç yaşattığını ve bu konunun İyi Parti ile asla çok net bir şekilde görüşülmediğini şimdi anlıyoruz.
Peki ama, Millet ittifakının iki temel direği olan CHP ve İYİP arasında, kimin cumhurbaşkanlığına aday gösterileceği bile konuşulmamışsa ve bu konuda seçime üç ay kala bile bir mutabakata varılmamışsa, şimdiye kadar ne konuşuldu? Hangi konuda mutabakat yaratıldı?
Evet, Erdoğan rejimi son bulmalı, hukuk devleti inşa edilmeli. Bu konuda mutabakat var denildi. Ama iki parti arasında hukuk devletinin neleri içereceği, asgari demokratik hakların neler olacağı acaba konuşulmuş muydu?
Hangi konuda mutabakat sağlanmıştı? Mesela Kürt meselesi ne kadar ele alınmıştı? Türkiye’nin en önemli sorunu olan, toplumsal dinamizmin her defasında önünü tıkayan ve duyulan korku nedeniyle toplumsal reformların uygulanmasının en büyük engeli haline gelen bu konuda ittifak içinde nasıl bir mutabakat sağlanmıştı?
Öyle ya, eğer Millet İttifakı bu seçimi kazanırsa iktidara gelecekti. Peki, ama bu sorunun halledilmesi dışında ne yapacaktı? Hangi adımları atacaktı? Asgari bir programı var mıydı?
Bu soru çok önemli, çünkü “beyaz toroslar” ülkede korku yaratırken, faili meçhul cinayetler işlenirken bütün bu sürecin ana şahsiyetlerinden biri de o dönem İçişçileri bakanı olan Meral Akşener’di.
Ve Meral Akşener birkaç gün öncesine kadar, Erdoğan sonrası dönemin, eğer Millet İttifakı zafer kazanırsa en önemli şahsiyetlerinden biri olmaya adaydı.
Yeni dönemde neler yapılacaktı? Erdoğan sonrasının hukuk devleti inşası periyodunda atılacak somut adımlar neydi?
Kürt meselesini, ülke açısından en belirleyici sorunlardan biri olması nedeniyle örnek olarak verdim. Bu örnekler elbette arttırılabilir; kültürel ve dini azınlıklar, sivil kuruluşlar ve demokratik kurumlar, bireysel haklar, İstanbul Sözleşmesi, dış politika ve ittifaklar vb. gibi konularda nasıl bir mutabakata ulaşıldığı da tek tek sorulabilir.
Kaldı ki yine en belirleyici sorulardan biri, Türkiye’deki derin devletle olan ilişkiler meselesidir.
Türkiye’de ordunun görünürdeki vesayetinin ortadan kaldırılmasının tek başına asla vesayet riskinin kaybolduğu anlamına gelmediği, AKP’nin ve lideri Erdoğan’ın 20 yıl içinde izlediği trajik rotadan da belli değil mi?
Millet İttifakının olası seçim zaferinin ardından derin devlete karşı olan tavrı ne olacaktı? Bu konuda neler konuşulmuştu?
Atılan son adım kuşkuları tamamen ortadan kaldırmıştır: Akşener ve partisi Erdoğan sonrası dönemde demokratik bir açılım isteyen güçlere değil, öz itibarıyla ideolojik kan bağıyla bağlı olduğu ve derin devletle organik ilişkileri olması muhtemel MHP’ye yakındır.
Anlaşılan İyi Parti’nin Erdoğan rejimine karşı muhalefeti ve bu süreçte gireceği ittifakları, sadece bu iktidarın ortadan kaldırılması noktasına kadar devam edebilecek bir çerçeve içermektedir. Erdoğan sonrası model ise anlaşılan Akşener ve geri plandaki akıl hocaları için, Erdoğan öncesinin yani 90’lı yılların rejimidir.
Bu anlamda İyi Parti’nin masayı devirerek ittifaktan uzaklaşması, Erdoğan rejimi sonrasında ortaya çıkması muhtemel sorunları seçim öncesine çekmesi açısından olumlu bir gelişme olarak da değerlendirilebilir.
Bu fırsattan nasıl yararlanılabileceği sorusu şimdi en önemli görev olarak, toplumsal muhalefetin en büyük partisi olan CHP’nin önünde duruyor.
Eğer ortaya çıkan krizi Türkiye için bir paradigma değişikliği fırsatı olarak görebilirse, iki ay sonraki seçim için değil belki, ama daha kalıcı ve uzun vadeli bir değişiklik, demokratik bir sistem inşası için çok önemli adımlar atabilir.
Elbette bu görev sadece CHP’nin değil, demokrasinin ve hukuk devletinin yanında olan sağdan sola, liberallerden Kürt sorununun birincil temsilcilerine kadar her toplumsal kesimin önünde durmaktadır.
Türkiye açısından artık mesele Recep Tayyip Erdoğan ve temsil ettiği rejimin değiştirilmesi değil, bunun yerine neyin inşa edileceğidir.
Bu seçimle olmasa bile bu rejimin gitmekte olduğunu kör gözler de artık görüyor, henüz görülmeyen ve bilinmeyen, yerine neyin geleceğidir.
İyi Parti’nin muhalefetle yolunu ayırmasının gerisindeki ve yanıt bulunması gereken asıl soru budur.