Deniz Poyraz davası: Katilin rahat tavırları, ailenin isyanı

Deniz Poyraz davası: Katilin rahat tavırları, ailenin isyanı

Zuhal Atlan

Deniz Poyraz davasını takip etmek için İzmir’deydim. İlk duruşmasına katılamamanın verdiği sabırsızlıkla dava gününün gelmesini iple çekiyordum. Ancak, sert bir kışı yaşadığımız bugünlerde İzmir’e varmak kolay olmadı. Ertelenen uçaklar, karayoluyla seyahat etmenin riskleri derken nihayetinde İzmir’e vardık.

Ankara’nın ayazına meydan okuyan soğuk bir İzmir karşıladı bizi. Rüzgâr sesinin kulaklarımızı çınlattığı, parmak uçlarımızın donduğu, ikliminin “kışları yağışlı ve ılık biçimde geçer” ibaresinden eserin olmadığı bir şehir… Böylesi bir atmosferde geçen bir duruşma… Soğuk hava ve mevsim koşullarına rağmen Bayraklı Adliyesi önüne akın eden insanlar…

İstanbul, Ankara, Mardin, Şırnak, Bursa, Diyarbakır, Bingöl, Yalova, Mersin, Muş, Trabzon’dan kilometrelerce yolu kat eden avukat, insan hakları savunucuları, siyasi parti temsilcileri, kadın örgütleri dondurucu havaya aldırış etmeden ortak bir amaç için gelmişlerdi. Ellerde, “Deniz Poyraz isyanımızdır” dövizleri dillerde “Deniz Poyraz için adalet” diyen onlarca kişi, daracık alanda açıklama yaptıktan sonra duruşmayı izlemek için adliye binasına girmek istedi.

Demokratik bir ülkede her yurttaş “adaleti” adliye koridorlarında ararken, Türkiye’de adaletsizliğin fotoğrafı olan adliye saraylarına girmenin eziyet olduğuna Deniz’in duruşmasında bir kez daha tanıklık ettik. Basın kartımız olduğu için bizler “şanslı” sayılırdık. Ama eziyet adliye içine girmekle bitmedi. “Acaba biz basın mensuplarını duruşma salonuna alırlar mı?”nın muhasebesini yaparken, bir yandan mahkeme heyeti ile müzakere eden avukatlardan bizi içeri almaları için ricada bulunuyoruz, bir yandan da “içeri almazlarsa”nın planını yaparak duruşmayı “nasıl takip edebiliriz?”in hesabını yapıyoruz.
Tüm bu cebelleşmeyle birlikte sonunda duruşma salonundayız. Yunan tragedyalarını andırır bir sahne düşünün. Amfi içinde 100’den fazla insan, “Adalet devletin temelidir” yazısı önünde oturan mahkeme heyeti, sağında müşteki avukatlar, solunda sanık avukatı ve ortada etten duvarla korunan katil Onur Gencer.

Deniz’in ailesi ve İzmir il binaları hedeflenen HDP’liler oturma düzeninin ilk sırasında, gazeteci, avukat, kurum temsilcileri ise arka sıralarda yerlerini almış vaziyette. Deniz Poyraz’ın cezaevinde bulunan iki kardeşi de duruşma salonunda.

Saat 9:00’da başlaması gereken duruşma, 12:30 civarı “nizam” sağlandıktan sonra başlıyor. Geçen celsenin yapıldığı büyük salonda çıkan gerginlikten olacak ki ikinci celse için daha dar olan 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi uygun bulunmuş. Öyle ki; bunu mahkeme başkanının duruşma öncesi, “Arbede yaşanırsa duruşmaya ara verip, Şakran Kampüsü’nde duruşma yapmak zorunda kalabiliriz” uyarısından anlıyorum.

Mahkeme Başkanı, gelenlerin müdahillik talebini dinlerken katil Onur Gencer’i görmek için fırsat kolluyorum ama nafile. İki jandarma arasında oluşan azıcık bir boşluktan üzerinde gri bir kazak olduğunu fark ettiğim katil görünüyor. Avukat ve kurum temsilcilerinin aleyhinde konuşmalarına rağmen hareketsiz, soğuk tavırları dikkat çekiyor. O kadar profesyonel ki, asla tepki dahi göstermiyor, sağa sola sataşmıyor, yerinden kımıldamıyor ta ki savunması alınana kadar. Ve sahnede Deniz’in katili Onur Gencer!

İlk cümlesi, “Gerçekleştirdiğim kanlı baskından dolayı pişman değilim” oluyor. Kanlı baskın ve pişman olmamak. Tanımladığı katliam şekli ve eyleminden planlı bir saldırı olduğu apaçık ortadayken hala travma diyor, geçmiş diyor, Kobanî olayları diyor, 1998 yılından beri HDP’lilere nefret duyduğunu ifade ediyor. 90’lı yıllarda yakınları kaybettirilen Kürt çocuklarının travmalarıyla alay eder gibi anlatıyor tüm bunları.

“Abileri”nden aldığı emri yerine getirmiş bir katilin tavrıyla “İçimi soğutmak için yaptığım bir eylem” diyor. Tamamen kodlanmış, ne söylemesi gerektiği ona aktarılmış, dersine iyi çalışmış kof bir özgüvenle hiçbir sansüre mahal vermeden Deniz’i katledilişini anlatıyor.

Hakim müdahale etmedikçe zehir saçıyor dili ve “5 dakika önce orada bulunsaydım bol leşli, kanların su gibi aktığı bir baskın olacaktı” diye devam ediyor.

Ve salonda bağırış çağırışlar… Gerginlik yükseliyor. Deniz’in acısını henüz atlatamayan kardeşleri, katilin anlattıklarına öfkeyle karşılık verdikçe Onur Gencer, yanında sanki jandarma yokmuş gibi eline mikrofonu alarak cinsiyetçi hakaretlerle saldırıya geçiyor. Devamında ağzından dökülen “Kürt kardeşlerimle düşmanlığım yoktur” sözleri ne kadar da tanıdık geliyor. Deniz’in ailesi, HDP’liler, avukatlar katilin zehirli diline müdahale edilmediği için tepki gösterse de uyarılan katil değil, kendileri oluyor. Avukatın, “Bu bir katil, tabi ki böyle konuşacak” sözleri ortamı sakinleştirmeye yetiyor.

Söz sırası Deniz’in ailesinde. Kulaklarımızda “Bir Deniz gider bin Deniz gelir” sözleri yankılanan anne Fehime Poyraz müşteki sıfatıyla dinleniyor. “Anadilim olan Kürtçe ile konuşacaktım ama sizin anlamanız için Türkçe konuşacağım” diye başlıyor söze Fehime Poyraz ve devam ediyor: “Savunmasız bir insanı öldürmek! O kadar rahat söylüyor ki bunu. İçim yanıyor. Nereden güç alıyor da bu kadar rahat konuşuyor?”

Annesi “Barış istiyoruz” dedikçe katil “intikam ve kan” diyor, “içim soğudu” diyor. Bu sözleri düşünerek uçak inişe geçiyor kırmızı sisli bulutların ardında. Sis hiç bitmeyecekmiş gibi, aydınlık hiç gelmeyecekmiş gibi belirsizliğin içinde Ankara’ya varıyoruz. Yere indiğimiz an sisli bir şehir karşılıyor bizi. Ve zihnimi meşgul eden Fehime Poyraz’ın ağzından dökülen “Hak hukuk yerini bulsun” sözlerine Emine Şenyaşar’ın Urfa Adliyesi önündeki, Gülistan Doku’nun ailesinin Dersim Adliyesi önündeki görüntüleri eşlik ediyor.