Bahadır Altan
Deniz Poyraz’ın katilinin yargılanacağı duruşma öncesi İzmir Adliyesi önündeki coşkulu toplaşmada adalet arandı. Polisin her türlü engeli hiç üşenmeden yarattığı, kendi servis otobüslerini bir şeridi kapatacak şekilde adliye önüne park edip diğer şerdin yarısını kendi doldurduğu halde konuşmaları dinlemeye çalışanlara sürekli yolu kapamayın tacizleriyle basın açıklaması sürdü.
Özellikle kadın örgütlerinin oluşturduğu birliktelik, erkekleri de gerilere davet ederek, öz tavırlarıyla, kararlı ve öfkeli duruşlarıyla Deniz’i sahiplendi. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, faşist katilin Minbiç’te eğitildiğine vurgu yaparak esas can alıcı noktayı kamuoyunun dikkatine sundu. Yeni Şafak adlı yayının, katliamdan hiç söz etmeden HDP’nin bir eylemi gibi yansıtıp duruşmaya katıldığı için hedef gösterdiği CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da kısa bir konuşma yaptı. 2005 yılında Şemdinli Umut Kitabevi’nin bombalanması olayında yöre halkı tarafından suçüstü yakalanan 2 uzman çavuş ve bir itirafçı sanığın 15 yıl sonra beraat ettirildiğini hatırlatarak siyasetin dilinin böyle katiller yarattığını, yargının ise “39 yıl ceza alsa da sonunda böyle beraat ettiririz rahat olun” diyerek katilleri cesaretlendirdiğini vurguladı.
Sabahattin Ali cinayetinden bu yana Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink, Musa Anter’e ve günümüze kadar devlet görevlilerinin baş rolü paylaştığı sayısız örnek var. Bugün ise siyasi iktidarın ve ona bağlı medyanın kışkırtıcı yönlendirici dili, durumdan vazife çıkaran potansiyel katiller yaratıyor. Deniz Poyraz duruşmasından bir gün önce Bahçelievler HDP binasındaki katliam girişimi bunun son örneği. Kuşkusuz bunlar kendiliğinden hareket eden yalnız kovboylar değil! Seçimlerinden eğitimlerine, görev verilip koordine edilmelerine kadar ardında büyük bir devlet organizasyonunu görmek gerek. Bu olmadan ne Mumcu’nun aracına ne Suruç’a ne de Ankara Garı’na kadar o bombaların ulaştırılması mümkün değil.
Doksanlı yıllarda yine Kürtlere yönelik faili meçhul cinayetlerin ayyuka çıktığı dönemde, eski MİT mensubu Mahir Kaynak’ın ekranlarda itirafa yakın açıklamaları oluyordu. Hizbullah’ın Kürt Hareketi’ne yönelik devlet desteğiyle katliamları, suikastları sürüyordu. Bölgede Hizbullah’ın baskısına, saldırılarına devlet seyirci kalırken halk, cihatçı çetelere karşı kendi kendini savunmaya çalışıyordu. Devlet, Hizbullah’a her türlü desteği, korumayı sağlıyor, hedefler belirleyip tetikçilik yaptırıyordu.
Mahir Kaynak “Bir devlet kendi sınırları içinde, kendi düşmanının dahi, yasa dışı örgütler tarafından öldürmesine izin verirse egemenlik hakkından vaz geçmiş olur!” diyordu. O günlerde yaşanan ve binlerce insanımızın canına mal olan cinayetler, suikastlar, katliamları aydınlatacak bir sivil irade hiçbir zaman olmadı. Tersine yeni gelenler kendi hedeflerine ulaşmak için bu çarka hâkim olmayı ve kullanmayı seçtiler.
Bugün ise hukuk devleti açısından durum daha da kötüdür. Kürtlere ve sol sosyalist örgütlere yönelik bütün hukuk dışı operasyonlarda, katliamlarda devlet, saldırganlarla aynı tarafta olduğunu gizlemeye dahi gerek duymuyor! İşkenceci polisin, jandarmanın, askerin açıkça sırtını sıvazlıyor. Helikopterden aşağıya atılan Kürt köylülerini haber yapan gazeteciyi tutuklayıp, işkencenin sorumlularını “görevlerine” devam ettirerek bu vahşeti açıkça onaylıyor. Suruç’ta, Ankara Garı önünde IŞİD taşeronluğunda gerçekleştirilen katliamların protesto edilmesine bile izin vermeyerek, duruşmalarına katılanlara çeşitli eziyetler ederek katliamları açık açık üstleniyor, savunuyor. Deniz’in duruşmasında da bu anlayışın yüzü sırıtıp durdu…
Yargı da aynı tutum içindedir. Siyasi cinayetleri organize eden, yardımcı olan, tetikçilerin irtibat kurdukları kişileri araştıran, devlet içinde destek olan, göz yuman suç ağını ortaya çıkarmak gibi bir sorumlulukları olduğunu inkâr edercesine, delillerin üzerlerini örtüp suçu bir tek sanığa veya zaten ölen bombacıya yüklemek için uğraşıyor. Faşist Katil Onur Gencer, mahkeme salonuna elleri serbest vaziyette Deniz’in ailesinin arasından geçirilerek alınıyor. Jandarmalarla sıkı fıkı tavırlarla hatta sırıtarak aileye laf atabiliyor! Saldırı öncesi İzmir Emniyet müdürlüğüyle yaptığı 26 telefon görüşmesine, ilişkilerine dair soru dahi sorulmuyor! 24 Ocak’taki ikinci duruşmada beraat ettirip adliye girişine bir de heykelini dikmek istedikleri her hallerinden bellidir.
Bütün bunların bir tek anlamı var, iktidar artık “Kürt öldürmeyi” bir suç olarak görmediğini resmen ilan ediyor. Bunu, iktidarının devamını sağlayacak bir öfke yumağı olarak beslemeye çalışıyor.
Rüzgâr ekiyor rüzgâr…