1999’daki depremden sonra da, geçtiğimiz haftalarda cereyan eden deprem felâketinden sonra da siyasal tartışmalar, devlet, sivil toplum ve dayanışma tartışmaları etrafında kilitlendi.
Seksenli yıllar sonları, 90’lı yıllar boyunca Türkiye siyaset biliminde sivil toplum tartışmaları zaten yapılmaktaydı. Bu tartışmalar biraz da 80’li yıllarda Avrupa solunda başlayan seksenlerin sonlarında Sovyet Bloku’nun çökmesinden sonra Batıda yürütülen tartışmalardan tevarüs ediyordu.
Sosyalizmi 1980’lerde yeni arayışlara iten ve sosyalizmin öldüğü varsayımlarını Bobbio’nun Bir Politik Ayrımın Anlamı, Sağ ve Sol kitabındaki ifadesiyle bir “halk deyişi ya da popüler bir siyasî kanaat” haline getiren tek neden elbette ki “sosyalizmin dünyadaki temsilcisi ve dünya sosyalistlerinin hamisi (olduğu iddiasındaki)” Sovyetler Birliği’nin çöküşünün sosyalist düşünce üzerinde yarattığı kötü imaj değildi. Sovyet Bloku’nun siyasi ömrünü tamamlaması Avrupa solu açısından, deyim yerindeyse, sadece “bardağı taşıran damla” oldu. Bu tartışmalar (1) 1960’lardan bu yana Avrupa solunda dile getirilmekte olan, Sovyetler Birliği tarafından temsil edilen sosyalizm anlayışına, uygulamalarına ve iki kutuplu dünyanın doğrudan kendisine yönelik eleştiriler, (2) Doğu Avrupa’da başlayan muhalefet hareketleri içerisinde gündeme taşınan devlet-toplum-siyaset ilişkisi, anti siyaset, toplum mühendisliği ve anti otoriteryenizm tartışmaları, (3) kapitalizmin şekil değiştirmesi, bu değişimin siyasal ifadesi olan neo liberalizmin popülerlik kazanması ve bununla birlikte, sosyal demokrasinin temel ekonomik stratejisini oluşturan refah devleti uygulamalarının 1980 sonrasının uluslararası ekonomik şartlarında daha fazla sürdürülemeyeceğinin görülmesi ve (4) Sovyetler Birliği’nin çökmesinin, Amerika’nın temsil ettiği kapitalist düzenin, Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği sosyalist düzenden daha iyi, daha kalıcı olduğu şeklindeki düşüncelere popüler bir meşruiyet katması, bir başka deyişle, Soğuk Savaş’tan yenik çıkan Sovyetlerin mağlubiyetinin, sosyalist düşüncenin entelektüel popülaritesine de ciddi bir darbe indirmesi.
Dört nedenden kaynaklanan ve temelde üç ana hedefe yönelen bu tartışmalar dört temel kavramı ön plana çıkardı; bir başka deyişle bu tartışmalar temelde dört farklı kavram üzerinden sürdürüldü: (1) Birey, (2) sivil toplum, (3) demokrasi ve (4) (yeni) sosyalizm.
Nedenleri, yöneldikleri hedefleri ve tartışmaların odağında yer alan temel kavramları yukarıda ana hatlarıyla özetlenen bu tartışmaları, (1) post endüstriyel kapitalizme uygun, ademi merkeziyetçi, çoğulcu bir sosyalizm arayışı; (2) “aynılık” olarak yorumlanan eşitliğin, eşitliğin çoğulculuk, çoğulculuğun da kişisel farklılıklar ile temellendirildiği bir yöne doğru evrilmesi ve (3) toplum mühendisliği anlayışının yerini sivil toplumum ve örgütlü demokrasi anlayışının alması başlıkları çerçevesinde tartışmak mümkündür.
Benzer süreçler 80’li yıllarla birlikte Türkiye sosyalistlerini de etkilemeye başladı ve sivil toplum, örgütlenme, sosyalizmin toplumsal ilişkiler ağı ve dayanışma örüntüleri içerisinde yeniden tanımlaması gibi konular Türkiye solunda da popüler haline geldi.
Sadece Türkiye solu değil, 80’li yıllarda ciddi bir ivme kazanan kadın ve LGBT+ hareketleri de toplumsal alandaki dayanışmanın önemini ve işlevselliğini keşfettiler. Bu tartışmalara İslâmcı hareketleri de eklemek, Süleyman Karagülle’nin Akevler Projesi ve Ali Bulaç’ın Medine Sözleşmesi gibi tartışmaları da burada anmak gerekmektedir. Benzer gelişmeler Kürt coğrafyasında da yaşanmaya başlamış, toplumsal dayanışma ağları Kürt siyasi hareketinde de önem kazanmıştı.
1996’daki Susurluk Kazası sonrası başlayan sivil direniş (Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık) 28 Şubat sonrası sürdürülen Ne Şeriat Ne Darbe eylemlerini de bu perspektiften ele almak yanlış olmayacaktır.
1999 Körfez Deprem(ler)i sanki tüm bu tartışmaların sınandığı, farklı siyasi geleneklerde devam eden sivil toplum tartışmalarının ve dayanışma örüntülerinin bir felâketin ardından bir topyekûn/toplumsal dayanışmaya doğru evrilmesine de zemin hazırlamıştı. Deprem aynı zamanda Devletin böylesi bir felâkete ne denli hazırlıksız olduğunu, fay hatlarının Körfez’den değil büyük harfle “D”evlet’in tam da altından geçmekte olduğunu da göstermişti bizlere.
Sivil toplum tartışmaları 2000’li yıllarda eski popülerliklerini yitirmeye başlasa da seksenli yıllardan sonra öğrenilen sivil pratikler ve dayanışma ağları hiç unutulmadı. Gezi Direnişi konuşulurken mutlaka ama mutlaka bu dayanışma pratiklerinin de konuşulması gerektiğini düşündüğümü not etmek isterim.
2023 Şubat’ında kapımızı çalan deprem yeniden devlet ve toplum tartışmalarını alevlendirdi; toplumsal dayanışma bir “toplum olduğumuza/olabildiğimize” dair inancımızı pekiştirirken Erdoğan Reistokrasisi’nin toplumsal dayanışmayı engellemeye yönelik tavırları da bu döneme damgasını vurdu.
Bugün tartıştığımız konu “toplumsal dayanışmanın önemi” değildir; Anadolu coğrafyası bu tartışmaları aştı ve bu konuda çeşitli pratikler geliştirdi de. Bugün tartıştığımız konu Reistokrasi’nin toplumsal dayanışma önündeki engeli ve “D”evlet’in dayanışma örüntülerine yaptığı tahribattır. Acil gündemimizin bu olduğunu, Reistokrasi’nin engellerinin hangi (yepyeni) toplumsal pratiklerle nasıl aşılabileceğini düşünmemiz gerektiğini not etmek istiyorum.
Yaklaşan seçimlerde farklı partiler arasında oluşturulan farklı ittifaklar bu yeni dayanışma ağlarının yeşermesi için yepyeni imkanlar sunabilecek münbit bir toprak vermekte bizlere. İttifakların genişletilmesi ve üst ittifakların, toplumsal dayanışma kalıplarının geliştirilmesi bu pratikleri de bir adım daha öteye taşımaya imkân verecektir.
Keyifli pazarlar
Mete Kaan Kaynar kimdir?
1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir.
Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.