Deprem bölgelerinde devletin kriz yönetiminin başından beri ihlallerle dolu olduğunu ve toplumda güvensizlik yarattığını belirten Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nden Remzi Altunpolat, cansız bedenlerin, yakınlarına vücut bütünlüğü korunmuş biçimde teslim edilmesinin ve uygun şekilde gömülmesinin önemine dikkat çekti.
Maraş merkezli iki büyük deprem sonrası yaşamını yitirenlerin sayısı resmi verilere göre 38 binin üzerinde. Enkaz altında hala çıkarılmayı bekleyenler varken, arama kurtarma çalışmaları yerini, çoğu yerde enkaz kaldırma çalışmasına bıraktı.
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nden (ÖSAİ) Remzi Altunpolat, konuya dair Gazete Karınca’ya konuştu.
‘Hızla başlatılan enkaz kaldırma çalışmaları ihlallere yol açıyor’
İnisiyatifin iki yıl önce kurulduğunu hatırlatan Altunpolat, insanların kendi dini ya da geleneksel ritüellerine uygun biçimde gömülme hakkı çerçevesinde çalıştıklarını söyledi.
Ölen insanların kamusal olarak yasının tutulabilmesi ve bunun dillendirilebilmesini sağlamak adına savunuculuk yaptıklarını belirten Altunpolat, deprem sonrası bölgeye bir süre gitmemiş olan devlet kurumlarının, bir anda enkaz kaldırma çabasına girmesinin politik olarak ihlal olduğunu vurguladı.
Konunun hukuken de tartışılması gerektiğinin altını çizen Altunpolat, “Devlet neden bir anda oraya kepçeyi sokarak enkaz kaldırma çabası içerisine giriyor? Belki hala orada sağ kalan insanlar var ki bunları görebiliyoruz. Bunun dışında da cansız bedenlerin yakınlarına teslim edilmesi ve uygun biçimde gömülmesi bizim talebimiz” dedi.
‘Yakınlarının, kişiyi vücut bütünlüğü korunmuş halde teslim alma hakkı var’
Enkaz kaldırma çalışmaları yürütülürken cansız bedenlerin, vücut bütünlüğünün ortadan kaldırıldığına dikkat çeken Altunpolat, yakınlarının, kişiyi vücut bütünlüğü korunmuş halde teslim alma hakkı bulunduğunu söyledi.
Altunpolat, şöyle devam etti:
Kepçeler, sözüm ona arama kurtarma çalışmaları içindeyken bedenlere zarar verebiliyor. Zaten kayıp yaşayanların bir de parçalanmış bedenlerle karşılaşması travmayı katmerliyor. Ölülerini kendi alışılagelmiş geleneklerine dair gömme hakları olduğunun altını çizmek istiyorum. İnsanlar bunun yasını nasıl tutacak? Ölülerine ulaşamayan insanlar ne yapacak? Enkaz kaldırılıp götürülüyor, bu insanları nereye gömüyorlar? Enkaz altında kalan bazı insanların ölü sayılıp, isimsiz gömüldüğü de söyleniyor. İnsanların, bekledikleri yakınlarına ölü ya da diri biçimde ulaşma arzusu var.
Kepçelerle girilen enkaz kaldırma çalışmasından dolayı belki buna dahi ulaşamayacaklar. Devletin böyle bir derdi yok, zaten bölgeye müdahalede ve insanları kurtarmada gecikmiş olan devlet, şu an muhtemelen enkazı bir an önce kaldırıp yeni rant mekanizmaları peşinde koşacak.
‘Devletin kriz yönetimi hak ihlalleriyle dolu’
Deprem bölgelerinde başından itibaren her türlü hak ihlalinin yaşandığını vurgulayan Altunpolat, şunları da vurguladı:
Soyut insan dediğimiz varlık ya da insan haklarının öznesi olan varlık, doğum öncesinden, ölüm sonrasındaki sürece kadar hakka sahip. İnsan hakkı dediğimizde bunu kastediyoruz. Ölümle de bütünüyle son bulmayan bir süreçten bahsediyoruz. Bu süreçte o korkunç görüntülerin her biri ihlal oluşturuyor. Bu çerçevede, bütün hak temelli örgütlenmelerin ve baroların bu konunun peşine düşmesi gerekiyor. Hem geride kalanlar için hem de ölen kişiye saygı açısından bunun hak ihlali olduğunun tespitinin yapılması ve sürekli biçimde gündeme getirilmesi gerekiyor.
Devletin kriz ve afet yönetiminin başlı başına hak ihlalleriyle dolu ve problemli olduğunun vurgusunu yapan Altunpolat, devletin “Ölen ölmüş, kalan sağlar bizimdir” mantığıyla hareket ettiğini belirtti. “Ölenlerin haklarını savunmak için de mücadele süreci bizi bekliyor” diye ekledi.
‘Devletin resmi rakamları dışındaki insanlar nereye gömüldü?’
Ülke tarihinde her durumda benzer ihlallerin yaşandığına değinen Altunpolat, bazı örnekler paylaştı:
15 Temmuz sonrası isimsizler mezarlığına gömülen insanlar, gerilla cenazelerine yapılan saldırılar, zihnimizden hiç silinmeyen Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un gömülmesine izin verilmemesi, Hristiyan, Musevi mezarlarına yapılan tahribatlar, LGBTİ+ların nasıl gömüldüğü ya da gömülemediği, kamusal yasının tutulamadığı meseleleri var. Tüm bunları değerlendirdiğimizde uzun erimli katliamlar tarihi ile karşı karşıyayız.
Afet üzerinden gideceksek, 1999 depremini düşünelim. Devlet bize 17 bin kişinin öldüğünü söyledi. O zamanki gazetelerde en az 40 bin kişinin olduğu söyleniyordu, hâlâ da öyle düşünülüyor. Devletin verdiği resmi rakamların dışındaki insanlar hakikaten nasıl, nereye gömüldüler? Kim cenazesini alıp götürdü ve gömmek zorunda kaldı? Son olayda gördünüz, bir yerlerden vinç çağırarak kendi ölüsünü götürmeye çalışan insanlar, ölülerini poşete koyup bir motosikletin arkasında götürüp gömmeye çalışan insanlar var. Devletin söylemiyle her ne kadar ‘ölülere saygılı olunduğu söylense de aslında öyle olmadığını görüyoruz.
‘Toplumda büyük bir güvensizlik ve endişe söz konusu’
Bölgedeki insanların demografik yapısına dikkat çeken Altunpolat, devletin Maraş, Antakya ya da Adıyaman’da neden müdahalede geç kaldığı, özellikle mi geciktiği sorularının gündeme geldiğini söyledi. Altunpolat, bunların iddia olduğunu ancak devletin kendisini “biz” olarak kurguladığı ve bunun dışındakilere yönelik bu tutumunun düşünüldüğünde şaşırtıcı olmadığını ifade etti. Altunpolat, böylesi bir afet durumunda dahi insanlarda büyük bir güvensizlik yaratıldığının altını çizdi.
Siyasal iklimin yarattığı güvensizlik doruğa çıktı
Yakınlarını kaybeden insanlar dışında, sürecin Türkiye toplumunda çok uzun sürecek ve kapanması zor olacak yaralar açtığını ifade eden Altunpolat, sözlerini şöyle sürdürdü:
İnsanlar sürekli İstanbul’da ya da yaşadığı şehirde deprem olursa diye korku içindeler. Aslında bu korku, endişe ve mutsuzluk hali yeni değil. Belki de doruğa çıktığı dönem. Türkiye’deki siyasal iklim zaten çok uzun süredir insanlar için güvensizlik ve kaygı ortamı yaratıyor. Bunun ardından da böyle büyük bir krizin devlet tarafından yönetilememesi, hala sayılarını bilmediğimiz enkaz altındaki insanlar ve onların çıkarılma biçimlerine baktığımız zaman geniş ölçekli toplumsal bir travma oluştuğunu söyleyebiliriz.
‘Hafızayı canlı tutarsak, yaşananlarla hesaplaşabiliriz’
Sürecin örgütlenme ve dayanışmayla aşılabileceğini ancak dayanışmanın önünde de engeller çıkartan siyasal bir akılla karşı karşıya kalındığını söyleyen Altunpolat, “O zaman insanlar nasıl iyileşecekler sorusu ortaya çıkıyor. Her şey unutuluşa mı terk edilecek? İnisiyatif olarak derdimiz, meselenin ve hafızanın her daim canlı kılınması. Hafızayı canlı tutabilirsek yaşananlarla hesaplaşabiliriz ve geleceğe belli ölçüde güvenli bakmak mümkün olabilir” dedi.
‘Altunpolat, inisiyatif olarak, “İnsanlar yakınlarına ulaştılar mı?”, “Uygun şekilde gömülme hakkına sahip oldular mı, olmadılar mı?” gibi konularda tüm sürecin hukuken takipçisi olacaklarının altını çizdi.