Yoksulluk, son dönem yaşanan ekonomik buhranla beraber gündemden düşmeyen bir konu. Yoksul, kendisini geçindirecek malı, parası, geliri az olan ya da hiç olmayan ve geçinmekte pek çok güçlük çekme halidir. Yoksulluk konusunda önemli çalışmalar yürüten Derin Yoksulluk Ağı, rerin yoksulluğu şöyle tanımlar: Kişilerin açlık sınırı altında oluşu, en temel haklarına dahi erişemediği sosyal dışlanma ve ayrımcılığa sebep ve sonuç olan yoksulluk halidir.
Bu noktada temel sorun olarak iktidarın ekonomi politikaları eleştirilir ve yeni reformlar önerilir. Konu sadece “gıda” ve “iktidar” meselesine bağlanırsa eksik kalır. İktidarlar değişse de yoksulluk hep olacaktır. Çünkü sistem kendi yoksulunu yaratır, yoksullara ihtiyacı vardır. Günümüzdeki gibi yoksulluğu derinleştirmeye çalışarak kendine bağımlı hale getirerek biat etmesini sağlamaktadır.
Victor Hugo der ki; siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış bir yoksulluk ve o yüzden anlaşamıyoruz. Sorunu görmezden gelip yüzeysel, çözümden uzaklığa dair güzel bir tespit.
İktidarların hizmet ettiği kapitalist sistem göz önüne alınırsa; yoksun, tüm yaşama dair hakların-olanakların sistemce elinden alınması ve bu şekilde kontrol altında tutulması denebilir. Yoksun, bir sistemce sömürü arttıkça ihtiyaçlardan kesinti yapılarak bir yığın oluşturulması ve bu yığını böylece terbiye etme gayretidir. Oysa tarihsel olarak yoksunlukla karşı karşıya gelen yığınlar kitleye dönüşüp tarihteki rollerini oynamışlardır.
Derin yoksunluk kavramının ise tüm yaşam alanlarından koparılma ve yaşam haklarından mahrum bırakılma olarak tanımlanabilir. Derin yoksunluk günümüzde de etkin sistem olan kapitalizmin yarattığı, yoksul değil yoksun bırakma halidir. Oysa yoksunluk temel sorundur. Ve yoksulluğu değil yoksunluğu bitirmek en doğru noktadır. Yoksulluk yoksunluktan gelir ve asıl sorun yoksunluk, çözüm de yoksunluğun ortadan kaldırılmasıdır.
Neolitik dönem tarım ve evcilleştirme ile başladı denir. Oysa Mezopotamya’da birçok alanda önce yerleşik yaşama geçildi ve çok sonraları tarım ve evcilleştirme başladı. Bu da muhtemelen nüfus artışına karşı olanakların yeterli olmamasından kaynaklanıyordu. Bu dönemde yoksul-yoksun ya da varlıklı diye kavramlar yoktu.
“Buğday mı insanı evcilleştirdi, insan mı buğdayı?” tartışması yeni başladı ama çok sürecek. Belki tarihi bile “Buğdaydan önce” ve “Buğdaydan sonra” diye tanımlamak gerekir. Buğdaydan sonra artı-k ürün ve stoklama meselesiyle beraber yoksul-yoksun ortaya çıkmıştır.
O günden bugüne Sümerler, orta çağ, sanayi devrimi derken iliklerimize kadar sömüren her şeyi metalaştıran bir kapitalizm gerçekliğimiz oldu. Her şeyi meta gören bu sistem sömürüsünü tüm yaşam alanlarına yayarak yoksul-yoksunu ortaya çıkardı. Ve artık yoksulluk kavramı tamamen boşa düşmüş oldu, yoksun bırakılma başladı.
Bizler sadece gıda değil; hava, su, güneş ve toprak dahil tüm yaşama dair bir yoksunlukla mücadele ediyoruz. Yanlış imar planları ile sahilleri turizm sektörüne, orman ve meraları maden sektörüne devrederek, barajlar yoluyla göçertilme ve dere-nehirleri yanlış tarımsal sulama politikalarıyla katlederek yaşam haklarımız elimizden alınarak yoksun bırakılıyoruz.
Elbette beslenme, barınma ve güvenlik en temel ihtiyaçlar olarak belirlenmiştir. Ama toplumsal bir varlık olarak da vicdan ve ahlak elzemdir. Birlikte, barışık ve dayanışmacı bir yaşam yoksunluk ile mücadele için gereklidir.
Mücella ve Can, bizim kentlerimizi, doğamızı ve sosyal haklarımız dahil yaşam alanlarımızı korumak için mücadele ettiler. Bizleri onlarsız bırakarak derin bir yoksunluğa mahkûm ettiler. Onlar varsa bize derin yoksunluk yok. Selam olsun, derin yoksunluğa karşı mücadele edenlere.