Atatürk hasta yatağında yatıyordu. Kulağına bazı şeyler gelmiş, bu nedenle kızı Sabiha’yı yanına çağırtmış. Git kızım Dersim’e, duyduğuma göre askerler Dersimlileri öldürüyormuş, doğru mu, değil mi? Öğren gel demiş. Sabiha atlamış tayyaresine, ver elini Diyarbakır. Sonra orda bulduğu bir ata atlamış, Dersim’e gitmiş. Yüksek bir yerden şehri süzmüş. Bir bakmış ki, Dersimli Aleviler katliama uğratılıyor. Hemen gerisin geriye, Atatürk’ün yanına gitmiş. Atam demiş, duydukların doğruymuş. Atatürk yatağından hışımla doğrulmuş ve bağırmış; Bu mendeburlar benim de Alevi olduğumu bilmiyorlar mı? Hemen emir vermiş ve katliamlar durmuş… Bu hikâyeyi ben kurgulamadım, çünkü böyle geniş bir hayal dünyam yok. Yıllar önce 60-65 yaşlarında bir Alevi amca anlatmıştı bana bu hakikati(!) Daha sonra buna benzer farklı öyküler duyunca, Alevilerin Dersim katliamından Atatürk’ü azade etmek için, gerektiğinde akıl dışına çıkmakta bir sakınca görmediklerini fark ettim. Muhtemelen Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Atatürk’ü Alevilerin kurtarıcısı gösteren bir takım çıkar grubu dedenin faaliyetleri bu tür algıların yer bulmasını sağlamış. Mesela Atatürk aslen Alevidir gibi mitleri örnek gösterebiliriz. Bu algının oluşmasında İzzettin Doğan ailesinin, özellikle babasının önemli bir payı olduğunu da unutmayalım.
Tunçeli Tenkil Harekâtı 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile başladı. 1940’lı yılların sonuna kadar da bölüm bölüm katliamlar ve sürgünler devam etti. 85 yıl önce başlayan Katliam üzerine bazı saptamalar yapıp, bazı şeyleri tekrar hatırlatıp, bazı şeylerin de altını çizmekte fayda var. Sıra ile gidelim.
Dersim’de yaşananlar bir katliam mı? Yoksa bir isyan mı?
Dersim Osmanlı’dan gelen özerk bir yapıya sahipti. Vergi vermiyor, gençlerini askere yollamıyordu. Cumhuriyet, Dersim’in bu durumunu, ulus-devlet modeli için tehlike olarak gördü. Çatışmaların olmadığı 25 Aralık 1935’de 2884 sayılı Tunçeli Vilayetinin İdaresi Hakkında kanun çıkarıldı. 10 gün sonra da Dersim’in adı Tunçeli (sonradan yumuşatılarak Tunceli oldu) yapıldı. Daha önce hazırlanan Kürt Raporlarından çıkan sonuç, Kürtlüğün eritilmesi yönündeydi. Dersim için imha kararı bu kanun ile verilmiş oldu. Nitekim 1936 yılının Meclis açılışında Atatürk şöyle diyordu: “Dâhili iç işlerimizde mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dâhilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı…” Artık harekata girişmek bir zaman meselesiydi. Dersimliler köprü uçurmuş, üç asker öldürmüş lafları, hakikati gizlemek içindi. Bu nasıl bir isyan ki, binlerce Dersimli öldürülmüşken, sadece 110 asker hayatını kaybediyordu. Seyid Rıza ve arkadaşlarının isyana kalkışmak için bir nedenleri yoktu. Mevcut konumlarını sürdürmek yetiyordu Dersimlilere.
Dersim katliamından Atatürk’ün haberi yok muydu?
Katliam için söylenen en gülünç iddia budur. İşin ilginç yanı Alevilerin bir kısmı dışında buna inanan kimse bulunmamaktadır. Dersim katliamı için kanun çıkaran, Dersim’i vurun, bütün mesuliyet benim (C. Bayar’a söylüyor) diyen bizzat kendisidir. Manevi kızı Sabiha Gökçen’in savaş pilotu olarak bombardımana katılma kararı almasından sonra, ona beylik tabancasını vermiş ve şakilerin ellerine düşersen son kurşunu kendine sık demiş ve uğurlamıştır. Dönüşte de, üstün başarılarından (katliama katkısından) dolayı madalya ile taltif etmiştir. Seyid Rıza 15 Kasım 1937’de Elazığ’da asılmış, Atatürk 2 gün sonra Dersim’de Singeç Çayı üzerinde bulunan Singeç Köprüsünün açılışını yapmıştır. Yani Seyit Rıza asılırken, kendisi de bizzat oradadır.
Dersim katliamını İnönü mü planlayıp, organize etmişti?
İsmet İnönü 1935 yılında Doğu Anadolu bölgesinde bir gezi yapmış, bu gezi sonrası da ”Şark Seyahati Raporu, 1935” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Bu rapora göre; Suriye’deki Fransız vesayet yönetimi, Türkiye’ye karşı politikalar izlemekte, çeşitli bölgelerdeki aşiretleri el altından silahlandırmaktaydı. İsmet İnönü 14 Haziran 1937 tarihli meclis konuşmasında ise; bölgeyi medenileştirmek ve geliştirmek için büyük uğraşlar yapıldığını fakat bölgede güçlü olan bir takım aşiretlerin, hükümetin bu programına direniş gösterdiğini ifade etmiş, bölgede askerî tedbir almanın bir zorunluluk haline geldiğini belirtmişti. 10 Aralık 1936 tarihinde ise, dönemin Ekonomi Bakanı Celal Bayar bir şark raporu hazırlamış, Doğu illerinin yeterince devlet kontrolüne girmediğinin, bölgede büyük ekonomik sıkıntılar olduğunun ve geçmiş hükümetlerin bölgede ancak ağalar ve şeyhler aracılığıyla halk üzerinde etkili olabildiklerini ifade etmişti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve mülkiye müfettişleri de benzer şekilde raporlar hazırlamışlardı. Bunun üzerine, Türk Hükümeti; bölgede hem asayişi etkili şekilde sağlamaya hem de halkı nüfus olarak dağıtmaya karar verir. Dersim Katliamı başladığında İsmet İnönü başbakandır. Seyit Rıza asılmadan 20 gün önce Atatürk tarafından azledilmiş, 25 Ekim 1937’de Başbakanlığa Celal Bayar getirilmiştir. Katliam ve sürgünlerin 1940’ların sonlarına kadar devam ettiğini söylediğimizde, ikisinin de dahli elbette vardır. Ne var ki, tek adam iktidarında, İnönü ve Bayar formalite başbakanlardır. Katliamdaki payları, Atatürk’ün emir ve talimatları ile ölçülebilir.
Neden Dersim?
Birincisi, yukarıda da belirttiğimiz üzere Dersim’in Osmanlı döneminden beri Ocaklık ve Yurtluk olarak özerk bir yapısı vardı. Osmanlı, Tanzimat döneminde Dersim’in bu yapısını ortadan kaldırmak, merkezi idareye bağlamak için 1847’de merkezi Hozat olan Dersim Sancağı’nı kurdu. Kemalist Cumhuriyet ise bu özerk durumu tamamen ortadan kaldırmak istiyordu. İkincisi, Ermeni katliamı sırasında birçok Ermeni, Dersim’e sığınmış, hayatta kalmıştı. Bunun öfkesi vardı. Üçüncüsü ve en önemlisi ise Kürt fobisiydi. Dersim’i ulus devlete katamıyorlar, beri yandan da Dersim’in Kürt kimliği renk vermeye başlıyordu. Örneğin Hamdi Bey’in 2 Şubat 1926 tarihli raporu, “Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkûreleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hükümeti Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliye ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir” tespitiyle başlıyordu. Dersim harekâtını yöneten Korgeneral Abdullah Alpdoğan, nüfus sayımında Kürt nüfusu çok çıkınca derhal bir yazı yazıyordu hükümete. Yeni bir ıslah için emir verilmesini istiyordu: “Bunlar soyca nasıl Türktürler” diyen komutan, çobanlarıyla anlaşmak için kullandıkları karışık bir dil yüzünden bunlara Kürt demenin çok yanlış olacağını söylüyordu. Milli Şef İnönü’nün de halkın Türk olduğunu söylediğine atıf yapan Alpdoğan, “Türkü haksız yere Kürt gösteren ve memleket içinde birliği bozacak olan bu cetvellerin ıslahına yüksek emirlerinin verilmesini arz ve rica ederim” diyordu. Dersim katliamından sonra, sağ kalanlar, ülke içerisinde sürgüne tabi tutuluyorlardı. Gönderildikleri her kasabada 2-3 aileden fazlasına izin verilmiyordu, kolay asimile olabilsinler diye.
Dersim katliamı ve geriye kalanlar…
Dersim Katliamında zehirli gazlar kullanıldı. Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan’ın 30 Mart 1937’de Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde şu bölüm geçmektedir: “Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Millî Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim”. Yine Dersim Katliamı sırasında Malatya Emniyet Müdürü olan ve görevli bulunan İhsan Sabri Çağlayangil, Ordunun zehirli gaz kullandığını belirtmişti. General Muhsin Batur ise, anılarında özür dileyerek Dersim bölümünü yazamayacağını söylemişti. Harekâtın amacı, Dersimlileri bir çözüme ikna veya zorlamak değil, halkı topyekûn ortadan kaldırmaya yönelikti. Sadece zehirli gaz değildi bu amaca hizmet eden. Sabiha Gökçen olaylarla ilgili olarak 1956 yılında Halit Kıvanç’a verdiği bir röportajda; “Canlı ne görürseniz ateş edin emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” demişti. Keza Seyid Rıza, barışmak amacıyla Elazığ’a çağrılıp, sonra esir alınmıştı. Katliam bittikten sonra Dersim nüfusunda ciddi azalmalar olduğu ortaya çıktı. 1935’ten 1940 yılına kadar geçen 5 yıllık süreçte nüfus artmak yerine 7 bin azaldı. Katliam boyunca en az 20 bin insan öldürüldü, bir o kadarı sürgün edildi. Binlerce yetim çocuk, Sünni ve Türk olarak yetiştirildi.