Devlet kuramı üzerine yazılan herhangi bir makalenin tarih, siyaset, felsefe, sosyoloji, hukuk ve psikoloji gibi disiplinlere değinmeden anlaşılır ve bütünlüklü bir şey ortaya koyması oldukça güçtür. Her ne kadar devlet kavramının mahiyeti, kapsamı ve çerçevesine dair mutlak bir mutabakat sağlanmamış olsa da, devlet denildiğinde nasıl bir kurgu ve mekanizmadan bahsedildiğine dair genel bir kabul olduğunu söyleyebiliriz. Normatif veya o çerçevede ele alınabilecek devlet yapıları hiç şüphesiz genel devlet teorileri çerçevesinde ele alınmaktadır. Buna mukabil, Türkiye gibi istisnai ulus-devlet yapıları, üzerine bina edildikleri kodlar katı ideolojik saiklere dayandığı için çoğunlukla başka kategorilerle ele alınır.
Bu bağlamda, istisnai devlet tipi klasik devlet kuramının dışında kaldığından mevcut kuramın kapsamı dışında da kalmaktadır. Geç uluslaşmış Türkiye gibi devlet yapılarının ana harcı, çoğunlukla bu kavramın ilk mefhumu ya da ham hali üzerinden kurgulanmıştır. Dahası bizatihi kendisi ideolojik olmakla birlikte ideolojilere saldırarak nesnel olduğunu iddia eden bir karaktere sahiptir. O nedenle Kürtler başta olmak üzere kendi kaderlerini tayin etme hakkından temel hak arayışlarına kadar her şey baskılanmakta ve saldırıya uğramaktadır. Dolayısıyla, devlet kuramının temel olgusunu oluşturan hak ve hukuk gibi nosyonlar bu tür yapılarda söz konusu değildir.
Başka bir ifadeyle cumhuriyetin oluş koşullarının ortaya çıkardığı bu yapı her ne kadar adı cumhuriyet olsa da sosyal teorilerin kuram dünyasına birçok yönüyle denk düşen bir yapı olmadığı anlaşılmaktadır. Devletin saf kuramı, birçok yönüyle istisnai olan bu devasa kıyım makinasını anlama konusunda hem yetersiz kalıyor hem de normatif devlet yapısının içini boşaltıyor. Foucault’nun dediği gibi, kamu hukuku ile tarih at başı gidiyorsa eğer, bunu devlet kuramı için zaten rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda, “tarihe yaslanmayan devlet kuramı ölü doğmuştur” denilebilir.
Lafı çok uzatmadan söylemek gerekirse, devlet kuramını anlamak için, ilk önce onu inceleme yöntemini tayin etmek gerekir. Bu yöntemin oluşturulmasında tarih ve oluş koşulları hiç şüphesiz öncü bir rol oynar. Bu sebeple, cumhuriyetin kurucu kodlarından yola çıkarak söz konusu kurgunun verimsizliğini daha iyi anlayabiliriz. İçine sürüklendiğimiz toplumsal sistemin verimsizliği ve küresel ölçekte yaşanan krizlerin ana çıkış noktalarının hiç şüphesiz salt yönetsel zaaflardan kaynaklı bir durum olmadığını, özellikle kurucu kodların öncül bir rol oynadığını vurgulamak gerekir. Sistemin zamana yayılmış çözülüşü ve her geçen gün krizlere evrilen yönetsel aygıtı her şeyden önce ulus devletlerin nihai hedefi olan kapitalist refahın ortaya çıkardığı bir olgudur. Bunun somutluk kazanmasıyla özdeş hale gelmiş sonsuz kazanç ideolojisinin bir sonucudur.
Her yönüyle tatsız bir ehvenişer politikası ve risk-fayda hesapları etrafında yapılandırılmış pratik uzantıları ile birlikte ahlaki göreliği söküp atmak gerçekten can sıkıcı bir sorundur. Radikal bir ahlaki göreliğin ters yüz edilmiş hali, kontrolü azalığında, gevşeme gücü demokratik olan totaliter yahut radikal bir ahlaki mutlakçılık ortaya çıkarır. Bu ikircikli ve garip durum söz konusu normatif ile istisnai devlet arasında bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir. Ahlaki bir toplumun görünüşündeki bu ulus devlet kurgusu anti demokratik kodlar üzerinden kurulduğunda kolaylıkla ultra ulusalcı hatta dönemsel fazlara ve gelişmelere göre faşist yönetim şekillerine de bürünebiliyor. O nedenle yönetimin başına kim gelirse gelsin kendini yeniden bir kamusal iyilik imgesi üzerinden kurgulayarak aynı saikle yola devam edecektir, çünkü genel kabul “devletin sürekliliği esasıdır”. Dolayısıyla eğer mevcut cumhuriyetin kurucu kodlarına detaylı bir şekilde bakmazsak yüz yıllık bu yapının cumhuriyetin adı ile başlayan, sekülerlik ve çağdaşlık gibi kimi saiklerden hareketle söz konusu bu sosyal yapının ilerici, modern ve hatta çoğulcu bir demokratik yapıya dönüştüğü yanılgısına düşebiliriz.
Oysa şimdiki çağı diğerlerinden en belirgin biçimde ayıran temel olgular göz önüne alındığında kendini ‘Türklük Sözleşmesi’ üzerinden haklı ve meşru ilan eden bu yapının ne denli bir çürümeyle karşı karşıya olduğunu özellikle kuruluş öncesi yıllarından başlayan halklara yönelik kıyımlardan görmekteyiz. Giderek toplumu daha fazla baskı ve sindirme cenderesine alan bu sosyal kurgunun temel harcının ötekilerin kırımı ve hatta nihai yok oluşu üzerinden kurulduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.
Başka bir ifadeyle bu yapının en temel ikilemi büyük felaketle başlayan, gayrimüslimlere karşı kendini konsolide eden ve Kürt düşmanlığı bağlamında bize büyük resmi sunan bu makro ve yapısal sorunları, bu yapının temel problemleri olarak görmek gerekir. Bu yıkıcı ikilemin ve ikilemi üreten unsurların değerlendirilip irdelenmesini bugün ahlaki bir yükümlülük ve etik bir görev olarak tanımlamak lazım. O nedenle toplumsal değişim hareketlerinin bastırılmasından ve son 40 yıllık Kürt savaşına kadar uzanan bu baskı sarmalı, cumhuriyetin kuruluş kodlarıyla ve onun yarattı toplumsal palyatif ahlak yapısıyla ilgili bir durumdur. Bundan dolayı, etik bir duruşu geri getirmek, anlamlı bir toplumu ve bir benlik duygusunu yeniden tesis etmek için vazgeçilmez hale geliyor ve bu, gerçeklikle fırsatçılıktan, kötünün iyisi stratejilerinden ve zamanımızın pratik aklının bizi getirdiği nihai durumla birebir alakalı bir olgudur.
Buradan hareketle ideal olanı reel olanla birleştirecek realizm gibi bir akılla mevcut yapının tamamına bakacak olursak kötülüğün temel kaynağının burası olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Kuruluşundan bugüne kadar bir ehveni şer stratejisi ve gerilim politikaları üzerinden kendisini var etmeye çalışan bu yapı demokratikleşemediği gibi toplumsal sözleşme yükümlülüklerini de yerine getirmemiştir. O nedenle toplumsal sistemin tamamının kurgusal bir çatışma, kutuplaşma ve şiddet üzerinden bina edildiğini dünyadaki gelişmelerden de görebiliyoruz. Kamusal alanın tamamı, refah dâhil olmak üzere her şeyi kurucu unsur olarak yüceltilen Türklük kimliği ile özdeş bir hale getirilmiştir. Ardı arkası kesilmeyen baskıların ortaya çıkardığı gerilim hatları bir yönetim biçimi ve hatta bir devlet modeli haline gelmiştir. Mitik referanslarla topluma sunulan bu devlet modeli Türklük evveliyatının bütün söylencelerine dayandırılarak herkesin potansiyel bir düşman olma hali indoktrine edilmiştir.
O nedenle Türklükle anılan ve onunla özdeşleşmiş bu yapının Kürtlerin talepleri başta olmak üzere bütün ötekilere karşı temel bir koruyucu psikolojisini beslemektedir. Başka bir ifadeyle Kürtlerin temel haklarını elde etmelerinin engellenmeye çalışılmasının ana sebebi Türklüğün veya onun ‘kutsi devletinin’ tehlikeye gireceğine dayanan inançtır. Önceki gün Şengal’de bombardıman sonucu öldürülen Êzidî çocuğu, devletin ruh sağlığının bozulmasının bir sonucudur. Keza Rojava’ya karşı hazırda bekletilen ve her an olacakmış gibi planlanmış ilhak harekâtı da bu bozuk psikolojinin bir dışavurumudur.
Bunun yanı sıra Türkiye’nin en devasa sorunlarının başında gelen 40 yıllık düşük yoğunluklu çatışmaların ve uluslararası bir karaktere bürünmüş olan Kürt meselesinin hep terör ve bölücülük başlığı altında ele alınmasının temel sebebi dağılma ve yok olma fobisidir. O nedenle Kürt meselesi çerçevesinde 40 yıla aşkın bir süredir adı konulmamış bir savaşın sürmesi dâhil Rojava’ya karşı saldırı tehditleri, Güney topraklarına askeri yığınak yapılması bu kurucu kodların sürekliliğinin en bariz örneklerinden biridir. Onurlu bir barışla sorunu çözmek yerine güvenlikçi konsepti sürekli güncelleyen statükocu devlet aklının bir mekanizma gibi devrede olmasının temel dayanağı, “öteki”ne dair duyulan korkudur.
Dolayısıyla Kürt ve onun çeperindeki bütün meselelerin nihai olarak askeri metotlarla halletmeyi önüne koymuş olmak salt bir stratejik öngörüsüzlük değildir, doğum süreci steril olmayan ve bir önceki yüzyılın ruhu üzerinden bina edilen cumhuriyetin ayakta kalması için bilinçli ve planlı olarak devreye konulmuş bir projedir. Bu projenin temel kodları, devlet mefhumu etrafında anlaşılmadan Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm bulmak mümkün değildir.