Dilbilimci Aydın: Dillerin kaybolmaması için esas sorumluluk devlete düşüyor

Dilbilimci Aydın: Dillerin kaybolmaması için esas sorumluluk devlete düşüyor

Dillerin kaybolmaması için esas sorumluluğun devlete düştüğünü söyleyen dilbilimci Prof. Dr. Özgür Aydın, “Bir dilin yaşaması ve toplumsallaşması için bu dilin öncelikle eğitim dili olması gerekir. Evin içine sıkıştırılmış dil belli bir yerden sonra kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalır” dedi.

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 2000 yılında 21 Şubat tarihini Dünya Anadil Günü ilan etti. UNESCO Dil Atlası’na göre, dünyada yaklaşık 2 bin 500 dil kaybolma tehlikesi altında ve her 15 günde bir dil kayboluyor. Uzmanlar ve dilleri tehlikede olan azınlıklar ana dillerinin kurtulabilmesi için eğitimin şart olduğunu vurguluyor.

Adıge Dili ve Edebiyatı Derneği Ankara Temsilciliği Yönetim Kurulu üyesi Şakir Koç, 157 yıldır diasporada yaşadıklarını vurgulayarak, dildeki erozyonun önüne eğitimle geçilebileceğini ifade etti. Anadillerinin unutulmaması için çaba sarf ettiklerini söyleyen Koç, “Biz bundan sonra bunları tersine döndürüp halkımızın dilini konuşması konusunda çalışmaya başlıyoruz ama bunu yapabilmemiz için kaç tane yıl geçer onu bilmiyoruz” dedi.

‘Çerkesce konuşan çocuk yok’

İstanbul Kafkas Kültür Derneği temsilcisi Murat Papshu, bir dili korumanın temelinde eğitim yattığını ifade etti. Türkiye’nin çok dilli ve kültürlü olduğunu ancak devlet politikalarının bu şekilde kurulmadığını söyleyen Papshu, “En temel olan eğitimdir, eğitim dili olmadığı zaman o dili konuşanlara ‘diliniz değersizdir, bir işe yaramaz önemli değildir’ demektir” diye konuştu.

Neredeyse Çerkesce konuşan hiçbir çocuğun olmadığını belirten Papshu, Çerkesce için anadilde eğitim olanağının şu an mümkün olmadığını ama Kürtçe için hala umudun olduğunu dile getirdi.

‘Sorumluluk devlete düşüyor’

Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dilbilim Bölümü öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Özgür Aydın, dil ölümlerinin doğal olarak da meydana gelebileceğini ancak kapitalist sistemde baskı mekanizmasıyla dil ölümlerinin yaşandığını ifade etti.

Dili korumak konusunda bireylerin yapabileceklerinin sınırlı olduğunu belirten Aydın, sorumluluğun devlete düştüğünü söyledi. Aydın, “Bir dilin yaşaması ve toplumsallaşması için bu dilin öncelikle eğitim dili olması gerekir. O dilin öğretilmesi değil, o dilde eğitim yapılması gerekir çünkü o dilde eğitim yapılmazsa zamanla konuşan kişi sayısı azalacaktır” dedi.

‘Dünya diller mezarlığına dönüyor’

Resmi dilin diğer diller üzerinde bir baskı yarattığını ve aile içine hapsettiğini belirten Aydın, şunları dile getirdi:

Evin içine sıkıştırılmış dil belli bir yerden sonra kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Türkçe eğitim yapılması Türkiye’de konuşulan diğer dillerin üzerinde belli bir etki yaratıyor. Bu da o dillerin gittikçe yok olmasına neden oluyor, Anadolu’da konuşulan 3 dil yok oldu. Anadolu’da 30-42 arasında dil var. Bu durum sadece Türkiye özgü de değil. Papua Yeni Gine’de yanılmıyorsam 900’e yakın bir dil var küçücük bir ada ülkesi ama yüzlerce dil var. Kanada’da 50’ye yakın dil var ve onlar da yok oldu. Dünya bir diller mezarlığına dönüyor bu doğru. Anadolu’da kaygı verici bir durum söz konusu. Dil çeşitliliği çok önemli kaynaktır ve bunu kaybediyoruz.

‘Bölücülük’ yaftalaması

Kapitalist sistemin dilleri alınıp satılan bir ürün haline getirdiğine dikkat çeken Aydın, kapitalist sistemde çok dilliğinin korunamayacağını belirterek, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) tarihine bakıldığında dillerin korunduğunu söyledi. Aydın, Anadolu’da yer alan 30-40 dilin de bir eğitim dili olmasının mümkün olduğunu dile getirdi.

Aydın, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:

Öyle bir şey ki çok hızlı şekilde dil alanındaki çalışmalarınız bölücülük olarak yaftalanıyor ama bilimsel gerçekler bunlar. Örneğin şu çok tehlikeli ve yanlış; Almanya’daki Türklerden bahsederken, Almanya’da anadilde eğitim yapılmıyor hatta Türkçe öğretilmiyor diyoruz. Bulgaristan’daki Türkler için, Yunanistan’daki Türkler için bu kadar haklı bir hassasiyet gösterip kendi yaşadığımız coğrafyadaki durumu görmezden gelmek doğru değildir. Almanya’daki Türkçe neyse Türkiye’deki Zazaca, Kürtçe, Lazca, Abhazca, Hemşince, Süryanice aynı değerdedir. O coğrafyalar için ne düşünüyorsak yaşadığımız coğrafya için de aynı hassasiyeti göstermek gerekiyor.

 

HABER MERKEZİ