Erdoğan’ın bir hafta önce Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik iddialı operasyon niyetini değerlendirmiştik. Kürtlere karşı topyekun savaş Erdoğan için bir tercihti. Halihazırda ise zorunluluk. Her yolu denedi, her kaynağı bu uğurda tüketti. Kazanmayacağı ve kazanması mümkün olmayan bir savaşa girdiği için artık önünde kendisi için ikisinden biri “iyi” olan çok seçenek yok. Yenilginin iki farklı tonu var. Ya yenilgisini kabul ederek seçim yoluyla gidecek ya da Kürtler başta olmak üzere savaşı derinleştirerek gidecek.
Halkların çıkarına olan seçimi tercih ederek gitmesidir. Ancak görünen tam tersidir. Erdoğan ve ortaklarının pratikleri savaşı derinleştirmeyi tercih ettiğini gösteriyor. Bu yoldan dönmesi teorik olarak mümkün olsa da geçmişinden duyduğu kaygı ve korku nedeniyle pek olası değildir. Zaten 17 Nisan akşamı Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik başlatılan Rubiconu geçti.* Yoğun bir savaş yaşanıyor. Kırk güne yaklaşan savaşın seyri iktidarı kurtarmaya yetmediğini gösteriyor. Kuzey ve Doğu Suriye saldırı tamtamları da bu sonucun ifade edilme biçimlerinden biri.
Rusya’nın Ukrayna saldırısının yarattığı denge ve Finlandiya ile İsveç’in NATO üyeliğini kullanarak bir an önce sonuç olmak istiyor. ABD ve Rusya’dan ikisinden birinin desteğini ve olurunu alması gerekiyor. Ne var ki hiçbir tarafa da güven vermiyor. Kendisinin büyük bir “deha” nişanesi olarak gördüğü “denge politikası” dışarıda kaypaklık ve tutarsızlık olarak değerlendiriliyor. Sarkaç misali bir o yana bir bu yana sallanıp duruyor. Sallandıkça da bakracın dibinde kalan iki tamla su da etrafa sıçrayarak tükeniyor. Büyük çaresizlik fotoğrafı atılan her adımda bir az daha tamamlanmış oluyor.
Çaresizliğin bir adım ötesi çaresiz saldırganlıktır. Bunun için Kürtlere karşı savaş Erdoğan’ın tercihiydi ancak şu an mecburiyeti haline geldi diyoruz. Savaşı başlatma kararı vermekle o savaşın nasıl ve nerede bitireceğinin kararını vermek aynı şeyler değildir. Başlattığınız savaşın nasıl biteceğini başkaları karar verebilir. İşte tam bu noktada artık savaş sizin için bir zorunluluk haline gelmiş oluyor. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı savaş ile Erdoğan’ın 2015 yılında ortağıyla başlattığı savaş bunun en yakın örnekleridir. İkisi de tercihti ancak şu an zorunluluk. Bitirmek yenilgi, sürdürmek ise mutlak yenilgi.
İktidar geç de olsa tercih ettiği savaşı bitiremeyeceğinin farkına vardı. Şimdi yana yakıla dışarıdan destek istiyor. Birkaç yıl önce düşman olarak değerlendirdiği Körfez ülkelerini “aile”, savurduğu tehditleri de “aile için didişme” olarak değerlendiriyor. Yetmiyor “dış güç” ve “üst akıl” dediği Transatlantik bloğu, “stratejik müttefik” olarak ifade ediyor. İstediğini almayınca huysuz çocuklar gibi efelenip duruyor. Bizim oğlan bina okur döner döner aynı okur misali aynı şeyleri çaresizce tekrarlıyor. Elbette bir ülkeyi de peşinde savuruyor.
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı söylemiyle etrafa şantaj yapıyor. Finlandiya ve İsveç’in üyelik meselesini bir nefes borusu haline getirmeye çalışıyor. Tüm çabaları ABD’nin dikkatini çekmek, muhatap alınmaktır. Koca koca sözlerle savrulan tehditler aslında bir yalvarıştan öte değildir. Bitiremediği, nasıl ve nerede biteceğini bilemediği savaşı efendiye bitirtme talebidir. İktidar, “Ya beni kurtarırsın ya da bir çuval inciri berbat ederim” şantajının en bayağı hali olan bu tehdit görünümlü yalvarışlarının da nerede biteceğini bilmiyor. “Ya benim dediğimi yaparsın ya da düşmanına kaçarım” dahiyane denge siyasetinin dayandığı nokta da aynı. İflas.
İflasta kar etme diye bir seçenek yoktur. Ancak ve ancak zarar kes yapmaktır. Peki Erdoğan zarar kes der mi? Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bunun tek yolu yenilgiyi kabul ederek seçime gitmektir. Ancak iktidar “battı balık yan gider” politikasında ısrarlı. Son iki haftadır Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik destek alma arayışları başarılı olamadı. Nedeni ise Erdoğan’ın saldırıyı gerekçelendirecek bir bahanesinin olmamasıdır. “Milli güvenliğimize yönelik tehdit” söylemine ne dünya kamuoyu ne de çıkar pazarlığına hazır devletler inanıyor. Aksine iktidarı kendilerine, hedef aldığı Kürtler başta olmak üzere komşu ülkeler ve halklara karşı bir tehlike olarak görüyor.
Diğer bir husus ise iktidarın destek istediği güçlerin Erdoğan’ın istediğinden daha fazla taviz istemesidir. Çaresizliğin derinlik oranı istenen tavizin büyüklüğüyle paralel gerçekleşiyor. Sıfırı tüketen, gerekçesiz yere sağa sola saldıran, komşuları ve insanlık için “güvenlik sorunu” haline gelen, nerede bir radikal paramiliter güç varsa besleyen, tutarsız ve ne yapacağı belli olmayan ve en önemlisi de geleceği sallantıda olan bir iktidardan istenen tavizler de elbette normal olmuyor. Hangi tarafı seçer, hangi tavizi verir bilinmez ancak Türkiye tartışmasız tarihinin en kritik yılına girmiş bulunuyor.
Sonuç olarak şairin sözüyle, “cellad öldürdükçe tükeniyor”. Direnenler zafer nasip etmiyor, etmeyecek.