HDK’ye kıyarsak silahlar sussa da bu topraklarda barış olmaz, olamaz. Yalnızca bizler değil, çocuklarımız da barışı yaşayamaz… Oldukça sitemkâr ve iddialı bulmuş olabilirsiniz. Ancak böylesi yaşamsal ve kuşakları ilgilendiren sonuçların anahtarı bir yapı-yapılanma için az bile.
Bilindiği gibi, dünya genelindeki deneyimler üzerinden “ülke içi çatışmaların”, “düşük yoğunluklu savaşların” barış ile sonlanabilmesi için birbirini takip eden dört aşamaya gereksinim var. Önce “ateşkes”in sağlanması gerekiyor. HDK, bunu yapamaz. Sonra, taraflar arasında “müzakere” yürütülmesi gerekiyor. HDK, bunu da yapamaz. Ardından, “antlaşma” sağlanması, imzalanması üçüncü aşamada gerçekleşebiliyor. HDK, bunu da yapamaz. “Yapamaz” ifadesi, HDK’nin o aşamaların “öznesi değil” olarak anlamlandırılmalıdır. Yoksa, ülke genelinde, meclisler üzerinde yaygın bir örgütlenmeye sahip HDK’nin her üç aşamanın uygulanabilmesi için yaratacağı atmosfer ve bunun da sürecin bütününe yönelik olumlu katkısı elbette yadsınamaz. Dördüncü ve son aşama olarak tanımlanan ise “normalleşme”dir. Diğer üç aşamanın gerçekleştirilmesine karşın, normalleşme sağlanamayan toplumlarda barış kalıcı olamıyor, “ülke içi çatışma”, “düşük yoğunluklu savaş” maalesef yeniden başlıyor.
Normalleşme, egemenler tarafından yıllarca birbirine düşmanlaşması için çaba gösterilmiş halkların, birbirini eşit yurttaşlar olarak kabul edebilmesi, sevinci, derdi, tasayı ortaklaştırıp birlikte, “kapı komşusu” olarak yaşayabilmesi demek. Normalleşme, halkların, düşmanın yerine dostu, düşmanlığın yerine dostluğu koyabilmesi demek. Halkların, toplumsal yaşantıda kendileri ve birbirleri için yeni/beyaz bir sayfa açıp, bu sayfayı toplumsal eşitliğin gerektirdiği gibi birlikte doldurabilmesi, “barış anneleri” ile“şehit annelerinin” acılarını birbiriyle paylaşabilmesi, yaslarını birleştirebilmesi, kucaklaşabilmesi, silahın karşında birlikte, kol kola durabilmesi, geleceğin tuğlalarını ardı ardına üst üste koyabilmesi demek. İşte, HDK, barışa giden yolda normalleşme aşamasının gerçekleştirilebilmesi için bu ülkedeki tek sivil yapı olma özelliğini taşıyor. Çünkü HDK, herkesin kendi kültürü, inancı, kimliği, anadili ve düşüncesiyle özgür ve eşit yaşadığı, farklılıkları nedeniyle baskı ve ayrımcılığa uğramadığı “yeni yaşam”, “yeni yurt” hedefiyle, bunları 12 yıldır kendi örgütsel yapısında, meclislerinde, ilişkilerinde deneyimledi.
Bilindiği gibi, barışın bir de haklar ve özgürlükler boyutu mevcut. Yaşayabilmek için çalışmak zorunda olanların, “ekmek sorunlarının” çözümlenebilmesi için bir araya gelmeye, dayanışmaya ve birlikte mücadeleye gereksinimi var. Ancak, bugün madenlerde birlikte kazma sallayan-göçük altında kalan, boya fabrikalarında, dökümhanelerde zehirli havayı birlikte ciğerlerine çeken işçiler arasında bile Alevi-Sünni olmak, Türk-Kürt-Arap-Ermeni-Rum olmak, kadın-erkek olmak, heteroseksüel-LGBTİ+ olmak, sığınmacı-yurttaş olmak vb. pek çok “alt kimlik” bir araya gelmenin önündeki en büyük engeli oluşturuyor. HDK, egemenlerin yıllarca sınıfı ayrıştırmak için kullandığı alt kimliklerin, engel değil, yalnızca bir zenginlik olarak hayat bulabileceği “yeni yaşam” için de günümüzde bir deneyim alanı, bir yapı olarak var.
İlk defa 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde “Emek ve Barış Bloku” olarak seçime katılan blok bileşenleri “bin umut adayları” ile başkalarının beklemediği, kendilerini bile şaşırtan bir “zafer” elde etmişti. Ardından, daha da genişleyerek 12 Haziran 2011 genel seçimlerine “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” olarak yeniden bağımsız adaylarla katılan blok, seçimlerdeki umut veren başarısını kongre tarzı örgütlenmeye dönüştürerek kurumsallık kazandı. Kuruluşu, binlerin umut, heyecan ve beklenti dolu katılımıyla, 15 Ekim 2011 tarihinde ilan edilen ve kurduğu Türkiye’nin ilk kongre partisiyle AKP’nin tarihinde ilk defa, 7 Haziran 2015’te yapılan genel seçimlerde tek başına hükümet olması için gerekli sonucu almasını engelleyen HDK, tüzüğünün 2. maddesinde; “dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, yaşlıların, engellilerin, LGBTİ+’ların, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin, aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği ortak bir dayanışma ve mücadele zeminidir” şeklinde tanımlanmaktadır. Yalnızca, AKP-MHP-Vatan Partisi koalisyonunun birkaç ay sonra kurulacak sandıktan bir daha çıkamaması ve sonrasında birlikte ve insanca yaşam için inşa edilmesi, kurulması gerekenler için bile bu zeminin varlığı ve işlevselliği sönümlendirilmemeli, aksine geliştirilmelidir.
Barışın her iki alanı için de en önemli aşamalarını sağlayabilecek bir yapıyı işlevsizleştirmeyelim. Bu deneyimi, birikimi kendi ellerimizle yok etmeyelim. HDK’yi kadük etmeyelim. HDK’ye sığıntı muamelesi yapmayalım. Günümüz itibarıyla, HDK’nin geleceğimiz olduğu bilinciyle tutum alalım, davranalım. Yoksa, ilk kez önceki dönem eş sözcülerimizden sevgili Sebahat Tuncel yoldaşımız tarafından dile getirilen ve HDK’yi, amaç ve hedefleriyle, işlevleriyle tam olarak özetleyen “HDK, toplumsal olanın siyasallaştırılması, siyasal olanın toplumsallaştırılmasıdır!” saptamasına konuşma metinlerinde yer vermemiz bunun için yeterli değil.
HDK, 12. Genel Kurulu’nu 29 Ocak 2023’te gerçekleştirdi. Faşizm koşullarına karşın, genel kurulun gerçekleşmesi için emek veren, katkı sunan herkese teşekkür ediyoruz. Bununla birlikte, salon büyüklük olarak, program da HDK’nin organlarının, birey ve kurumsal bileşenlerinin öz eleştiri ve eleştiri yapıp gelecek dönemin planlanmasına katkı sunacak değerlendirmelerin yapılabilmesi için maalesef uygun değildi. Planlamada Genel Kurul’un sonuna konan HDP programı ve konser de maalesef 12. Genel Kurul düzenlemelerinin merkezinde HDK’nin olmadığını, üzücü ve kabul edilemez olsa da, görünür kıldı. A’dan Z’ye her şeyi ile HDK için planlanmamış başka bir genel kurul, genel meclis vb. HDK faaliyetini bırakalım hayata geçirmeyi, düşünmemek gerekiyor. Çünkü, bir yapının kendine verdiği ehemmiyetten, kendisine gösterdiği saygıdan, kendisine sağladığı olanaklardan daha fazlasını başka yapılardan bekleyemeyeceği bilgi ve deneyimine tarihsel ve toplumsal olarak sahibiz.
Genel Kurul’da söz hakkı kullanımı için 3 ve 5 dakika sınırlamasının yanı sıra, söz alan konuşmacıların hem ele aldıkları konu başlıkları hem de dilleri kendilerinin kongre fikriyatına olan mesafelerinin oldukça fazla olduğunu, aksine daha çok bir partili olarak varlık gösterdiklerini görünür kıldı. Maalesef, bütünüyle HDK içeriğinde ve hazırlıklı bir değerlendirme dinleme olanağımız olmadı. Açılışta okunan ve Yürütme Kurulu tarafından hazırlandığını anladığımız, oldukça uzun metin de içerik olarak HDK üzerine yapılması gereken tartışmalara sınırlılık getiren bir işlev gördü. Öyle ki hazirun, sonuç bildirisinin müzakeresine dahi gereksinim duymadı. HDK faaliyetlerinde yer alan arkadaşlarımızın bu mesafelerine karşın, HDP adına söz aldığını düşündüğümüz bir yoldaşımızın parti adına yaptığı özeleştiri ve öneriler kanımızca genel kurulun HDK’nin geleceği için en kıymetli saptamalarını ve hedeflerini içeriyordu. Tabii ki söz konusu belirlemelerin hayata geçirilebilmesi için atılacak adımlar ve gösterilecek irade çok daha önemli olacak.
Kendi öznelliğinin yaratamadığı heyecanı ülkenin seçim arifesinde olmasının da yaratamamış olmasını özel olarak değerlendirmek ve 12. Genel Kurul’un yapıcı ve geliştirici hedefli eleştiri ve öz eleştirisini zaman geçirmeden yapmak gerekiyor. Bu gereksinim, belki genel meclis toplantısını seçim öncesi, çok yakın bir tarihe alarak ve katılımcılarının bir defalık da olsa genel kurul kapsamında olması sağlanarak karşılanabilir.
Elbet birgün dostlar birgün/Bütün diktatörler devrilecek/Bütün savaşlar bitecek/Ve tüm gözyaşları dinecek/Ağıtlar susacak, şarkılar çalacak sokaklarda/Rengarenk olacak caddeler/Ve gökyüzü hiç olmadığı kadar aydınlık/Birgün dostlar bir gün/Güneş bizim için doğacak
Ne HDK işlevini henüz tamamladı ne de HDK’nin yerine bu işlevleri yerine getirebilecek başka bir alternatifimiz var. Her zaman anımsayalım; bizler “BARIŞ” için söz verdik, söz verenleriz. Şair Burhan Akgül’ün paylaştığım “güneş bizim için doğacak” başlıklı şiirinde de söylediği gibi güneşin bu topraklardaki halklar için doğabilmesi için HDK’nin varlığına, işlevselliğine ve halkların mücadele zemini olmasına gereksinimimiz devam ediyor…
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. 2001-2003 yıllarında soL Meclis, 2011-2016 yıllarında HDK yürütme kurulu üyeliği ile 2016-2019 yıllarında da HDK eş sözcülüğü yaptı. Toplum ve Hekim Dergisi’nde yayın kurulu, araştırma danışma kurulu üyesi olarak çalıştı ve bir süredir editör olarak görev yapıyor. Sağlık hizmetlerinin politik iktisadı kapsamındaki konularda yazıyor ve sağlık hakkı mücadelesi yürütüyor. Sosyalist Türkiye İçin Sağlık Tezi, Sosyalist Türkiye’de Sağlık, Sosyal Güvenliğin Gaspı, Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler, Bologna Süreci Sorgulanıyor, Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite ile 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem başlıklı kitapların yazarlarından ve Sağlık Sosyolojisi Sözlüğü’nün editörlerindendir. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.