“…iyi bilinen şey tam da iyi bilindiği için aslında bilinir değildir…” der Hegel. Tam da genel anlamda mücadele için özel anlamda da ekoloji mücadelesi için söylenmiş bir söz. Mücadele ve sorunları o kadar iyi biliniyor, her derde deva reçeteler o kadar hızlı yazılıyor ki, benim gibi soru soranlar en hafif tanımla cahillikle suçlanıyor, otur yerine deniyor! Olsun biz yine de sormaktan vazgeçmeyelim. Soru sormak cevabın yarısını üretmektir diyerek yol alalım. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazımız sorulara ayrılmış durumda.
Ekolojik mücadelenin bir şekliyle içinde yer alanların her yerde okuduğu bir tanımla başlayalım: Doğanın katlinin sorumlusu sınırsız büyümek isteyen kapitalizmdir. Doğayı metalaştırır, bu durum böyle devam ederse yakında yaşayacak yer kalmaz… Bu tanımlara katılmamak imkansızdır. Olayın gerçeğini kavramanın ilk adımıdır. Buraya kadar tamam. Ama neden hep bu kadarı söylenir ve suçlu ilan edilip iş bitirilir. Bu havale mantığı yeterli değil. Daha fazlasına ise pek değinilmiyor. ( Bu yazıda çözüm önerileri yerine sorularla ilerleyeceğiz). Suçluyu ilan ve deşifre edince suçtan kurtulmuş mu oluyoruz? Hırsızlık yapan birisine ceza vermek hırsızlığa da ceza vermekle aynı şey midir? Kedi kavramı miyavlamaz. Ama kavram üzerinden miyavlatmaya çabalamak ve sonuç beklemek bizi nereye götürür?
Yaşayacak başka gezen (en azından ezilen ve sömürülen büyük çoğunluk için) yok tanımı son derece doğru. Madem onu bu hale getirenlerde belli o zaman neden mücadelede ortaklık olmuyor? İnsanın yok olmasından daha önemli kaybedeceği nesi olabilir? Neden herkes bu acil konu karşısında elindeki kavalı farklı tondan üflüyor? O vakit önümüze örgütlenme sorunu çıkıyor. Onu tartışmak gerekiyor. Ama maalesef tartışamıyorsunuz! Kutsal sayıldığı için bu konuda laf söylemenin ilk cezası hainlik olabiliyor. Tartışmaya başladığınızda bir engel daha sizi buluyor: Bilimsellik kavramı . Bu kavramı ön ek olarak koydunuz mu artık tartışılması imkansızlaşıyor. Bir kere tartışmaya görün bilim düşmanı olmanız an meselesidir.
Ekoloji mücadelesinin sorunları genel sorunlara eklemlenip tartışılmakta , bu da özgünlüğüne set vurmaktadır. İşçi sınıfı hareketiyle ortak yol alınmalı denir doğru da söylenir. Ama sonrası pek dillendirilmez. İşçi sınıfının önderleri ekoloji mücadelesi içinde nasıl olsa bir çare bulur hazır paket sunar deyip beklemeye geçirilir. Neden işçi sınıfı mücadelesi ile ekolojik mücadele ortaklaşamadı? Sorunlar neler? Çözümler var mı?
Sormaya devam edelim. Ekoloji mücadelesine katılanlar farklı sınıfsal kimlik ve aidiyetten. O nedenle katmanlı bir yapı. İçlerinde merkez partilerle hareket edenler çoğunlukta. Sistem-merkez partilerinin hemen hemen tamamı ekoloji mücadelesi için sermayeden yana, ona karşı görünüp aslında onu kollayan mantıkta bildiriler hazırlar ve savunur. Ne ilginçtir ki, bu partilere oy verenlerin büyük kısmı doğa katliamına karşıdır ama buna rağmen partisine oy vermeye devam eder. İkili soru gündeme gelmekte:
1-) Merkez partilerin (ki bunların tamamı sağ ideoloji ile beslenir) siyasi ve ideolojik tavrı ekoloji mücadelesine ve bu mücadele içinde olunmasına egemenin izin verdiği kadarı ile izin vermesinden kaynaklanır.
2-) Ekoloji mücadelesi henüz toplumsal dönüşümün ön saflarında olacak kadar bilince yükselmedi, pratiğe dönüşemedi.
Yukarıdaki ikinci madde bize şu sorunun yolunu da açabilir: Neden kitlelerin talebi ile ekoloji mücadelesinin talepleri örtüşemedi? Ya da çok sınırlı düzeyde örtüşüyor. Bunca yaşamsal zorluğa rağmen neden ekolojik bir muhalefetten söz edemiyoruz? Neden bu güne kadar ekoloji mücadelesi diğer mücadelelerin yancısı olarak görüldü?
Ekoloji mücadelesini “Savunulması gereken bir karış vatan toprağı“ mücadelesi olarak görmek ne demek? Toprağın altında ve üstünde yaşayan milyonlarca canlı benim mülküm benim yaşamım içindir diyen bir mantığın ürünü eşitlikçi, özgürlükçü mücadele yürütebilir mi? Bu ırkçı yaklaşım değil mi? Komşu bir ülke bu konuda laf söylese ve her ülke bu mantıkta yaklaşsa sonuçta sistem karşıtı mı yoksa insan ve doğa düşmanı mı bir yapı örgütlenir?
Ekoloji mücadelesini sınıflar üstü (dışı demiyorum. Çünkü sınıf dışı farklı bir yaklaşım olurdu) ve siyaset dışı gören, gösteren mantık neyi hedefliyor sizce? Kestirmeden söyleyeyim: Tarafsızım, siyaset dışıyım diyerek egemenin safında yer almayı.
Serbest piyasa denen sermayenin serbestliğidir. Halkın geri kalanına ve doğaya serbestlik sunmaz bu sistem. Devletin küçülmesi sermayenin büyümesi içindir. Devlet elini sosyal haklar anlamında geri çekti. Ama sermaye için asla fedakarlıktan çekinmiyor. Görünmez el; haklar, mücadeleler, insana ve doğaya dair istekler olunca bal gibi görünür oluyor. 1980‘lerle birlikte doğa da özelleştirildi ve hâlâ devam ediyor. Ne yazık ki bu süreci de atlıyor, çözüm üretmekte geç kalıyor, birkaç adım geriden geliyoruz. Neden işçi ve emekçi sınıfa karşı yapılan özelleştirmelerin bir benzeri doğa içinde yapılırken sessiziz? Neden doğanın özelleştirilmesine karşı eylem planlarımız yok?
Ekoloji mücadelesinin özneleri kimlerdir? Değiştirici özne mi , eşitlik isteyen özne mi, farklılaşmayı hedefleyen özne mi? Sadece köylüler mi? Özneler birer aktör mü yoksa figüran mı? Hedef sadece isyan etmek mi, yoksa değiştirmek adına çözümlemeye başlamak mı? Ekoloji mücadelesinde eylem alanına gitmek politik piknik yapmaktan daha farklı anlamlar ifade etmesi gerekmez mi? Hafta sonları için seyahat planı olabilir mi bu eylemler?
Bugün ekoloji mücadelesi eski sol/sosyalist hareketlere yeni bakış açıları, perspektifler sunabildi mi? Onların deneyimlerinden olumlu ve olumsuz dersler çıkarabildi mi? Örneğin örgütlenme sorunu hakkında düşüncesi var mı? Varsa neler?
Ekoloji mücadelesi doğaya uygulanan her tür şiddetin sadece afişe edilmesinden mi sorumludur? Afişe etmek önemli olabilir ama daha önemli şeylerde var. Örneğin, ekoloji mücadelesi kişiye ne kadar dokunuyor ve buradan hareketle insan ve doğa arasındaki bütünlüklü , tahakküm dışı ilişkiyi örgütleyebiliyor? Katılımcı, aktif, mobilize, ofansif, sadece direnmeyen ve sonuca odaklanmayan onunla yetinmeyen rollerinde üstlenilmesi gerekmiyor mu? Sadece sağduyularla hareket etmek, içgüdülerle var olmaya çabalamak egemenin ekmeğine yağ sürmekten başka ne olabilir ki?
Evet, bu yazı sorulardan oluştu ama doğru soru sormayı bilmenin doğru çözümler için atılacak önemli adım olduğuna inanmaktayım. Bir şeyi daha belirtmeliyim ki; sorunu onu yaratanlarla birlikte çözemeyiz.
Madem sorularla başladık antik Yunan’dan bir filozofun değerli sözü ile bitirelim: Bir cevabım var sorusu olan var mı?