Fransa’da oldukça yankı yaratan feminist yazar Elsa Dorlin’in “Özsavunma: Bir Şiddet Felsefesi” isimli kitabı İngilizceye çevrildi. Umarım yakın zamanda Türkçeye de çevrilir. Kitabın en büyük katkısı modern tarihi bir mülksüzleştirme tarihi kadar bir özsavunma araçlarına el konulma tarihi olarak da anlatması.
Dorlin’in en önemli tezi modern dünyada ezme ezilme ilişkilerinin kurulmasının -son otuz yıldır dikkat kesildiğimiz- “söylemsel” alanda değil, bedenler arası şiddet ilişkilerinin düzenlenmesi ile gerçekleştiğini söylemesi. Dorlin’e göre sömürgeleşme ve köleleşme süreçlerinin kurucusu olduğu modern tarih bir yandan siyahların ve sömürülenlerin elinden savunma araçlarını gasp ederken bir yandan da bunu onların nefes alışları dahil her türlü bedensel hareketliliklerini varoluşa bir tehdit olarak imleyerek gerçekleştirmiş.
Bu sayede beyazları ve batılıları kendilerini korumaları ve devlet tarafından korunması gereken topluluklar olarak kategorize etmiş. Diğerleri ise tam da bedensellikleri tehdit olarak görüldüğünden korunması gereken vatandaşların ve vatandaşlığın, insanlar ve insanlığın dışında kalmış. Böylelikle sömürülen halkların kendini korumalarına şiddet, beyazların onları öldürmelerine ise özsavunma denmiş. Hala da böyle.
Dorlin aynı zamanda dünyada özsavunma araçlarını tekrar kazanmak için yapılan mücadelelere de bakıyor. Bunlardan daha önce hiç duymadığım ve en ilgimi çeken Fransız Devrimi’nden sonra kadınların silah taşıma konusundaki mücadeleleri oldu. Kadınlar askerlik ve silaha erişim hakkının vatandaşlıkla eşit olacağını çok çabuk kavramış ve ordu kurmak için büyük bir mücadele vermişler. Aksi takdirde asla eşit vatandaş olamayacaklarını iddia etmişler. Ancak erkekler bunun “kadınlığın,” zerafetin, güzelliğin kaybı olacağını iddia etmiş.
Dorlin tüm bu hikayeyi anlatırken aslında bize bir bedenleşme hikayesi de anlatıyor. Nasıl oluyor da özsavunma araçlarından uzak tutularak ayıklığımızı, atikliğimizi, kendimize güvenimizi yitiriyoruz? Bir beden aslında neler yapabilir? Bir kadın bedeni aslında nelere kadirdir? Ve hangi potansiyellerinden arındırılmış yoksun bırakılmıştır?
Elsa Dorlin böylelikle feminist hareketin şiddetle ilgili söylemlerine de radikal bir eleştiri getirmiş oluyor. Yıllardır feminizm içinde egemen bir ölçüt olmuş “şiddete karşı” olma meselesini merceğe yatırıyor. Şiddet olmamalı. Engellenmeli. Kuşkusuz. Ama tartışmamız gereken bu değil diyor Elsa Dorlin’in kitabı. Mesele her topluluğun kendini korumaya hakkı olduğu. Özsavunma araçlarına sahip olması gerektiği. Mesele sadece meşru müdafa da değil. Meşru müdafa fikri bugüne kadar-ki bunu kadınların kendilerini koruma k için erkekleri öldürdüğünde aldığı cezalardan ve erkekler kadınları öldürdüğünde yapılan “tahrik” indirimlerinden de gayet iyi biliyoruz- egemenlerin halihazırda her haddi bildirilmemiş ezilen bedenini şiddet üretir olarak görmesini ve ona karşı kendisini müdafa etmesini meşru görmeyi sağladı. Özsavunma hayatın tam içinde olacak bir şey. Şiddeti daha gelmeden engelleyecek. Çünkü özsavunma, örgütlenme, kolektif olarak hareket etme kapasitesini arttırma demek. Bedeni yeniden terbiye ederek gündelik hayat içinde ayık, atik, kendine güvenli bedenler yaratmak demek. Kadınlar için razı değil itirazcı refleksler demek.