Emek Partisi (EMEP) heyeti, 16-12 Şubat 2023 tarihlerinde Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Gaziantep il merkezleriyle ilçelerini gezmiş, Adana’da ise sadece il merkezinde gözlem yapmış. Anılan yörelerin ilgili kurum ve kuruluşları (Mimarlar Odası, Türk Tabipler Birliği, Ziraat Mühendisleri Odası, Barolar Birliği, öğretmenler, siyasi partiler, dernekler, yardım gönüllüleri, sivil toplum örgütleri vb.) ve sıradan insanlarla görüşmüş. Bir çeşit kısa dönem alan çalışması sayılabilecek bir rapor hazırlamış.
12 Nisan 2023’te düzenlenen basın toplantısına ben de davetli olarak gittim. EMEP Başkanı Ercüment Akdeniz, EMEP Göç ve Mülteciler Bürosu üyesi Ebru Ökten, akademisyen-yazar Hakkı Özdal ve gazeteci Bahadır Özgür kendi araştırma alanlarıyla ilgili birer sunum yaptılar. Raporu hazırlayan H. Özdal ile B. Özgür, birbirini tamamlayan bilgilendirmelerde bulundular.
Ebru Ökten daha çok deprem bölgelerinde yaşayan 1 milyon 300 bin kadar Suriyeli göçmenin trajik durumlarına dikkat çekti. Yöredeki bazı çaresiz ve bilinçsiz insanlarla kışkırtıcılığı körükleyen kimi politikacılar ve bazı medya organlarının dışlayıcı, teşhir edici, milliyetçi-ırkçı tutumlarını eleştiren örnekler verdi, partisi EMEP’in göçmenler konusundaki alternatif çözümlerini özetledi.
Raporun kendisine gelince… Başlığı bile hem dikkat çekici hem de sıra dışı: Mülksüzleştirme, Sermaye Transferi ve Kentlerin Yeniden Talanı.
Rapor; çok kimsenin görmezden geldiği, ihmal ettiği veya düşünemediği ama özellikle AKP iktidarı ile sistem partilerinin ve medyanın gözlerden kaçırmak istediği somut gerçeklere dayandırılmış. Yaklaşık bir haftalık alan çalışması sırasında çok sayıda insanla görüşüldükten sonra EMEP Heyeti’nin gözlemleri de ilave edilerek değerlendirme kamuoyuna açıklanmış.
Rapor; yıkım yaşanan bölgelerdeki ekonomik-politik ilişki ve çatışmalara, sınıfsal eksenli ilişki ve mücadelelere, bunun deprem öncesinden başlayarak hâlihazırda ortaya çıkardığı ve çıkarması beklenebilecek sonuçlara odaklanmakta. Bölgenin üretim ve sermaye yapısı, sınıf profilleri, bunların yaşanan yıkım ve sonrasıyla etkileşimleri ön planda tutulmuş.
Raporda ayrıntılı bir biçimde devlet kurumlarının işleyişi, depremin ilk anından itibaren hadiseye nasıl baktıkları ve hangi amaçla ne tür müdahalelerde bulundukları üzerinde de duruluyor.
Mesela rapora göre: 6 Şubat depremleri, birinci derecede ve etkin yıkım bölgeleri diye anılan Hatay, Gaziantep, Adıyaman ve Kahramanmaraş il ve ilçelerinde yaşanmıştır. Ancak sosyal, politik, iktisadi ve idari sonuçları bakımından ülke ölçeğinde etkili olmuştur ve olacaktır. Bu demektir ki, Türkiye’nin tümünü kapsayacak ölçekte derin ve telafisi çok zor/zahmetli sonuçlarını göreceğiz.
Depremin ilk birkaç gününde hiç ortalıkta görünmeyen devlet yetkilileri, kısa bir süre sonra sahaya inmiş ama bu iniş depremzedelere yardım etmekten çok kolluk güçleriyle yani devletin zor/şiddet aygıtıyla kendini göstermiştir.
İlk yapılan işlerden biri veya birkaçı şöyle sıralanabilir: Kendi girişimiyle kurulan yöre halkının yardım gruplarının veya bölgeye devletten önce ulaşan gönüllü ekiplerin (sağlık örgütleri, meslek kuruluşları, sendikalar veya az sayıdaki sivil örgütlerin) oluşturduğu dayanışma merkezlerinin önünü kesmek, onları çalışmaktan menetmek veya alıkoymak.
Bir gazeteci televizyonda açıkça anlatmıştı: “Ben enkaz faaliyetleriyle ilgilenip depremzedelerle röportajlar yaparken, sakallı bir görevli sürekli beni gözetliyor ve görüntülerimi alıyordu.”
Bahsedilen sivil kuruluş ve grupların yardım malzemelerine, TIR veya kamyonlara yüklenip Türkiye’nin her tarafından gönderilmiş giyim eşyaları, gıda paketleri veya çadır gibi bağışlara AFAD eliyle el koymak da devlet yetkililerinin talimatıyla gerçekleşiyordu.
Tarafsız olması gereken AFAD, iktidar partisi AKP’nin bir şubesi veya yan kuruluşu gibi hareket ediyordu. Söz gelimi Pazarcık, Narlı, Adıyaman, Elbistan gibi yörelerde bilhassa cemevleri etrafında oluşan işleyiş mekanizmasına müdahalede bulunuyordu.
Somut örneği medyada yayınlanmıştı: HDP’nin yardım için toplayıp Pazarcık Hasankoca köyü Cemevi’nde dağıtım maksadıyla depoladığı yere jandarma gitmiş, kaymakam da kayyım olarak atanmıştı. Osmandede köyünde ise gazeteci İrfan Aktan ile gönüllü arkadaşları, yöreyi terk etmeleri için jandarma tarafından uyarılmışlardı.
İktidar, tekeline aldığı devlet aygıtlarını işine geldiği şekilde devreye sokabiliyor. Mesela bir il veya ilçede toplanan deprem yardım malzemeleri o yerin valisi veya kaymakamı tarafından alınıp üzerine “….Valilik” afişi asılarak yahut ilgili yörenin AKP şubesi tabelasıyla basına poz veriliyor; kimi durumlarda yardım malzemeleri (özellikle soba, çadır, şu, gıda, ilaç gibi) herkese eşit ve halka açık biçimde değil de el altından iktidara yakın kişi veya kesimlere teslim ediliyordu.
Rapordan birkaç tespit daha: Özelleştirme ile Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT’lerin) tasfiyesi ve kamusal birikimlerin sermayeye transfer edilmesiyle birlikte kamunun taşraya yönelik kurumsal kapasitesi ortadan kalkmıştır. Devlet Su İşleri (DSİ) ve Karayolları Genel Müdürlüğü ve benzeri kurumlar “ihale dağıtım merkezleri”ne dönüşmüştür. Bunun dışında ise neredeyse işlevsiz kalmış, tüm altyapı hizmetleri özel şirketlere devredilmiştir.
Deprem bölgesinde “sivil toplum” geleneğinin görece düşük, bazı yerlerde ise yok denecek kadar az olduğu görülmüştür. Bu boşluk, genellikle dini nitelikteki (daha çok da tarikat-cemaat denetimindeki) vakıf ve dernekler tarafından doldurulmuştur.
İktidar, sözü edilen çevrelere destek verip gizlice teşvik etmek suretiyle bilhassa demokratik kitle örgütleri ve meslek kuruluşlarını engelleyerek tarikat ve cemaatlere alan açmıştır.
Dini nitelikteki bu oluşumlar zengin maddi imkânları ellerinde bulundurdukları için, boş kalan alanda “din-iman ve Allah rızası” söylemiyle çaresiz kalmış insanlara yönelik “hayır-hasenat” faaliyetlerini artırmışlardır. Kimi tarikatlar, sayısı onları, yüzleri ve hatta binleri bulan ailelerle bilhassa onların çocuklarını yurtlarında barındırıp kendilerine bağlamak suretiyle yarının potansiyel mürit ve şeyhlerini eğitmeye başlamışlardır.
Ehil olmayan liyakatsiz kadroların doldurulup AKP üyesi yapıldığı diğer devlet kurumlarında olduğu gibi AFAD da teknik bilgi, tecrübe, bilimsel gerçekliklerden yoksundur. Bu yüzden yaptıkları, genelde dostlar alışverişte görsün türünden baştan savma ve biçimsel işlerdir. Örneğin deprem sırasında altyapısı sağlam ve teknik donanımlı telsizler yerine WhatsApp üzerinden elemanları arasında iletişimi sağlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin ulusal afet planı, kâr odaklı GSM şirketlerinin insafına bırakılmıştır.
TOKİ ise, kentsel ranttan belli oranda alt sınıfların pay almasını sağlayarak (iktidar) lehine bir rıza üretim aracına dönüştürülmüştür. Böylece taşra kentleri de AVM’lerle doldurulmuş; haliyle devasa bir inşaat oligarşisi oluşturulmuştur. İcabında veya planlı bir şekilde yapılacak imar projeleri ile planlar çerçevesinde gerçek kişilerin arazilerine el konulabilmektedir.
Deprem bölgesindeki OHAL uygulaması kapsamında ilgili şehirlerin hem birbirlerinden hem de ülkenin kalanından tecrit edilmesi ve adeta hızla inşaat alanına çevrilmesi, yeniden imar adı altında sermayenin çeşitli kesimlerine fırsatlar (rant-vurgun gibi) açılması manasına gelmektedir. Böylelikle ihale düzeninin ve rant dağıtımının merkezileşmesi amaçlanmaktadır.
OHAL Kararnamesi çıkaran Cumhurbaşkanı; yardımların nereye, nasıl gönderileceği ve kimlere verilmesi gerektiği hakkında tek yetkili kişidir. Çalışma saatleri de yine aynı devlet yetkilisi tarafından belirlenmektedir. Öyle ki bu yetkinin uygulanma tarzını, biçimini ve özünü denetleyebilecek bir üst merci veya kurum yoktur. Misal devletin baş temsilcisi yahut onun yöredeki valisi, depremzede yurttaşların mülkiyet hakkını istediği gibi kullanabilir; evine, arsasına, tarlasına el koyabilir, alabilir, satabilir, başkasına verebilir. Aynı şekilde ormanlar, sahiller, tarım arazileri ve meralarını imara açabilir, imar ve iskân için izin verebilir, karar alıp inşaata başlayabilir.
Aynı OHAL gereğince: Deprem bölgelerinde yaşayan kişi veya toplulukların temel hak ve özgürlüklerini belirlemek yine baştaki yetkili kimseye yahut yöredeki temsilcisine (mesela vali veya kaymakama) kalmıştır. Hak ve özgürlüklerin kapsamını daraltmak yahut da genişletmek son derece keyfidir; biraz da söz konusu kişi veya grupların iktidara yakınlığı veya uzaklığına bağlıdır.
Bu demektir ki vatandaş malından mülkünden edilmekte, evsiz barksız-yersiz yurtsuz bırakılmaktadır. Bunun diğer adı, mülksüzleştirmedir. Ve mülksüzleştirmenin bu tür örneklerine deprem bölgelerinde sıkça rastlanacaktır.
Düşünün ki esnaf veya çiftçi, ömür boyu çalışıp başını sokacak bir ev kurabilmiş. İçinde otururken aniden bir devlet yetkilisi gelip şöyle diyebiliyor: “Burası devlet adına büyük inşaat projesi kapsamına alınmış; sana şu kadar mühlet, şu kadar da fiyat! Ya alır çıkarsın yahut da biz yıkıp seni çıkarırız!”
2012’de yürürlüğe giren 6360 sayılı büyükşehir belediyelerini genişleten ve yeniden düzenleyen kanun sonucunda, Hatay gibi bazı illerde mahallelerin idari bağlantısı değiştirilmiştir. İktidar lehine bir “siyasi hülle” olarak adlandırılabilecek bu değişiklik sayesinde mücavir alanlar belediyeler için inşaat ekonomisine kazandırılacak birer “boş arazi”, buralara götürülecek hizmetler ise birer “ihale kaynağı” olmuştur.
OHAL, her ne kadar deprem bölgelerindeki önemli il ve ilçeleri kapsamına almış olsa da antik dönemden bu yana tarihi bir kent ve dünya mirası sayılan Hatay, bilhassa Antakya için özel bir OHAL kararnamesi çıkartılmıştır. Yani Hatay OHAL içinde OHAL yaşamaktadır ve yaşayacaktır.
Mesela kararname uyarınca Hatay, icabında “yasak şehir” haline getirilebilecektir. Birilerinin oralara girmesi engellenecek veya tümüyle yasaklanacaktır. Çünkü kentin demografisinin ötesinde tarihi kimliğini ve altyapısını kökten değiştirmeye yönelik projeler gündemdedir. Uzun sürmeyen bir gelecekte de uygulamasına başlanacaktır. Gayeleri bu il ve çevresini tarım ve sanayi bölgesi olmaktan çıkarıp, dünyada örneklerini bolca gördüğümüz yapay bir “turizm şehri” kurmaktır. Turizm şehri demek üretimi bırakıp tüketim ve hizmet sektörüne dayalı bir kent icat etmek demektir.
Görünen amaç bu olmakla beraber, Suriye savaşı ve Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarıyla birlikte “devletin bilinçaltında yatan” eski bir fikir de yeniden bilince çıkarılmaktadır. Yarısından fazlasının ailesi, akrabası ve aşireti Suriye’de olan Alevi (Nusayri) inançlı Hataylıların, özellikle de Samandağ, Antakya merkezi ve İskenderun Arsuz yöresindeki insanların deprem bahanesiyle bölgeden çıkarılmasına çalışılmaktadır. Bu iş bazen yöreden taşınmalara yön verilerek, bazen de teşvik edilerek yapılmaktadır.
Aynı bağlamda bir örnek daha verelim: İktidarın yatırımlarının öncelik kazanıp başat olduğu Belen ile İskenderun, MHP’lilerin denetimindedir. Antakya’nın Alevi veya CHP ağırlıklı ilçe ve beldelerindeki yatırımlar ise son derece azdır, cüzidir. İktidarın deprem illerinde yapmayı vaat ettiği konut sayısının sadece yüzde 2’si gerçekleştirilebilmiştir ve bu oran yıkılan ve hasarlı binaların sayısının çok çok altındadır. Oysa Kahramanmaraş ve Gaziantep gibi yerlerde vaat edilenin yüzde 8 ile yüzde 10 kadarı gerçekleşmiştir ve bu, ihtiyaç duyulanın çok daha fazlasıdır.
Öte yandan 31 Aralık 2022 tarihi itibarıyla depremin etkilediği 11 ilde toplam 14 milyon 196 kişi yaşamaktadır. TÜİK’in 2021 yılı istatistiklerine bakılırsa; 11 ili kapsayan afet bölgesinde 3 milyon 841 bin kişi istihdamdadır. Bölgede her 10 emekçiden 4’ü sosyal güvenceden yoksundur; sigortasız çalışmaktadır.
11 ildeki ücretler, Türkiye ortalamasından daha düşüktür. Bir de aynı bölgede yaşamak zorunda olan 1 milyon 300 bin kadar Suriyeli göçmenin oradaki yerli işçinin aldığı düşük ücretin de altında ücretle çalıştırılması gerçeği var. Bu gerek depremde gerekse toplumsal ve ekonomik anlamdaki derin zelzelede iktidarın sermayedarlara kamu malından ve inşaat oligarşisi aracılığıyla nasıl bir sermaye transfer ettiğini de göstermektedir.
Mülksüzleştirme uygulamasına ek olarak deprem konutlarını ve benzeri inşaatları yapacak olan iktidara yakın şirketlerle müteahhitlerin, daha doğrusu deprem ve inşaat vurguncularının kentleri nasıl talan edeceklerini bu raporda açıkça görebiliyoruz.
NOT: Seçim için belirlenen aday listelerine baktım. CHP ile Yeşil Sol’un adaylarını (15-20 isim dışında) tatmin edici, göz doldurucu bulamadım. Tercihi yapan karar vericilerin ve “her şeyin en iyisini bilenlerin” yanlış anlayışlarını eleştirmek için, önümüzdeki günlerde bu konuya değineceğim.
Faik Bulut kimdir?
1980’lerden bu yana gazetecilik yapmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Ortadoğu’daki meseleler üzerine analizleriyle tanınıyor. Aynı konularda yazılmış 36 kitabı mevcut. Serbest gazeteci olarak köşe yazıları yazmaktadır.