Michael Rubin *
Mukteda el Sadr’ın siyasetten göstermelik bir şekilde çekilmesi ve buna bağlı olarak gelişen Bağdat’ın Yeşil Bölgesi’ndeki çatışmalar diplomatik ilgiyi domine edebilir. Ama tabii tüm bunlar, Irak’ın karşı karşıya kaldığı tek ölüm kalım meselesini temsil etmiyorlar.
İslam Devleti’nin (IŞİD’in) Kuzey Irak’ın büyük bölümünü harap etmesinin üzerinden sekiz yıldan fazla zaman geçti. Şengal’in Ezidi toplumu için ise travma halen devam ediyor. Ezidi kadınlar ve kızlar, Türkiye’nin kendi içinde olmasa bile, Suriye’nin Türkiye ve vekilleri tarafından kontrol edilen bölgelerinde hala esaret altında yaşıyorlar.
Trajedinin en büyüğü ise tüm bunların tamamen önlenebilir olmasıydı.
İslam Devleti (IŞİD) içeriden çıkmış bir kurum değildi. Türkiye’nin sağladığı kaynaklar, ekipman, bankacılık olmasaydı ve toplanan askerleri serbest olarak geçirmeseydi bir İslam Devleti var olamazdı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ideolojik nedenlerle IŞİD ile ikili bir oyun oynadı, ancak İslam Devletinin (IŞİD’in) yükselişinde avantaj gören tek kişi de o değildi. 2014’te Nuri El Maliki hâlâ Irak’ın başbakanıydı. Kürdistan Demokrat Partisi lideri Mesud Barzani, Maliki’yi zayıf tutmak istedi ve grup Musul’u sürpriz bir şekilde ele geçirmeden önce, isyanlarının Bağdat’ı zayıflatacağını düşünerek IŞİD’e ve diğer radikal Sünni gruplara sessizce silah tedariki yaptı. Bu tavır hem ahlaksız hem müstehziydi ve binlerce cana mal oldu.
Ortaya çıkan durumda Barzani’nin oğlu Mesrur’un da doğrudan sorumluluğu bulunuyor. Liyakat yerine adam kayırmacılık, yaşlı Barzani’nin Kürt istihbarat başkanı olarak Mesrur’u atamasına yol açtı. Mesrur da kaynaklarını dış tehditleri bertaraf etmek yerine sivil toplumu bastırmaya yönlendirdi. IŞİD’i yanlış okumuştu. Ezidiler ise doğru okumuşlardı. Ezidiler, IŞİD saldırısından önce Barzani’ye giderek topraklarını güçlendirmesini istediler. Reddetti. Daha sonra kendi toplumlarını koruyabilmek için silah istediler. Barzani yine reddetti. IŞİD, Ezidi kasaba ve köylerini ezip geçmeye başladığında, Barzani Peşmerge güçlerini geri çekerek silahsız Ezidileri kaderlerine terk etti, yani toplu mezarlara ve seks köleliğine. Ezidileri savunan tek Kürt gücü, binlerce kişiyi tahliye etmek için bir koridor oluşturan Kürdistan İşçi Partisi’ne bağlı olan Kürtlerdi. Bugün bile Barzani ve oğlu, Kürtlerin yardıma ihtiyacı olduğu anda, kaçanları ortaya çıkaracak olan Erbil havaalanı uçuş manifestolarını yayınlamayı reddediyorlar.
Nihayetinde Büyük Ayetullah Ali el Sistani’nin çağrısına yanıt veren Iraklılar, PKK’ye yakın Suriyeli Kürt milisler ve Amerikan hava gücü savaşın gidişatını değiştirmeye yardımcı oldu. Barzani’nin güçleri, IŞİD’in Suriyeli Kürt rakiplerine diz çöktürebileceğini umarak geri çekildi. Ancak Suriye Kürtlerinin kazanacağı netleştiğinde Barzani, zafere ortak olmaları için peşmergelerine savaşmalarını emretti. Bu durum, Sovyetler Birliği’nin, ancak II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi netleştiğinde Japonya’ya savaş ilan etmesinin Kürt eşdeğeriydi.
Bugün Barzaniler Ezidileri mağdur etmeye devam ediyorlar. Yeniden yapılanma yardımını kendi banka hesaplarına ve işletmelerine yönlendiriyorlar. Mesrur’un güçleri Ezidileri kamplarda tutuyorlar ve Barzanilerin çalmayı umduğu topraklara geri dönmelerine izin vermiyor. Bazı Ezidiler kamplardan kaçıyorlar ve geri dönüyorlar. Barzaniler, bu duruma Ezidilerin yeniden inşa ettiği kasaba ve köyleri bombalamak için Türklerle işbirliği yaparak cevap veriyorlar.
Dünya, Ezidilerin çektiği acılara sözde katılıyor ama hala IŞİD’in Ezidi toplumuna ihanette buzdağının görünen kısmı olduğunu görmezden geliyor. Ezidiler mülteci kamplarında acı çekerken, Barzaniler Los Angeles, McLean, Paris, Londra ve Dubai’de on milyonlarca dolarlık mülkler satın alıyor. Bu arada Erdoğan da Beyaz Saray’ın 30 katından daha büyük bir saray inşa ediyor.
Bu ahlaksızlıktır. Erdoğan ve Barzani’den Ezidilere tazminat ödemesini talep etmenin zamanı gelmiştir. Ezidi soykırımı bir vakum içinde gerçekleşmedi. Türk ve Iraklı Kürt liderlerin bu durumun istekli ortakları olduklarını kabul etmenin zamanı gelmiştir.