‘Eşit olup olmadığımızı görmeye geldik’

‘Eşit olup olmadığımızı görmeye geldik’

Tayip Temel

Sözleri Goran Haco tarafından yazılan ve 1991’de Ciwan Haco tarafından bestelenerek “Sî û Sê Gule” albümüne alınan “Gund û Bajarên Çadirî” şarkısını, dinleyenlerin peşini kolay kolay bırakmaz…

Bunun önemli bir sebebi, şarkının içerik olarak tarihselliği yanında bitmez tükenmez güncelliğidir. Parçanın ifade ettiği üzere ‘dikenli tel duvarların ardında, karanlığın ortasında’ adeta Zagros soğuğu esmektedir ve bu soğuğun içinde büyümekte sorunlar, çadırdan köy ve kentler. Bunun sorumluları bellidir. Zaten parça, faili direk adıyla çağırır.

Şarkının sonuna doğru sözü annelere getirir Sanatçı. Sadece yaşama doymamış bebekler değil aynı zamanda ömrü ‘hüzünlü bekleyişlerle dolu’, ‘kalbi kırık’ Kürt annelerinden bahseder. Bu tespit, kendi kültürel dönemi içinde dikkat çekicidir. Bu bekleyişin bazen karanlıkta bazen de hastalıkta olduğunu da ifade eder. Tüm bunları ifade ettikten sonra, belki hepsinin toplamı ve daha da ötesini ifade eden bir benzetme yapar: ‘Annelerimizin sırtı harita oldu, kamçı izlerinden’ der… Tam ifade edilen haliyle “Pişta dayîkê me bûye xerîte / Şûna qamçiyan / Nevîçirçirkên contirkan” denir. Hem ulusal kimliğe hem inkârı uğruna girişilen mücadelede kamçı ile cevap verilen bir ulusal bilince işaret etmesi açısından çarpıcıdır.

Sadece 2015 sonrası değil, özellikle 1980, 1990 ve 2000 süreçleri aynı zamanda annelerin politik bir aktör olarak mücadele sahnesinde yükselişlerinin de tarihi. Tüm kritik süreçlerin ağzında onların suretleri var. Siyasi kimliğimden azade, bir birey olarak söylüyorum, kendimi bildim bileli bu böyledir.

Bu parçayı ve söylediklerini tekrar hatırlatmamın sebebi, geçtiğimiz salı günü annelerin meclise gelmeleriydi. Hakkari’den İstanbul’a, Van’dan Amed’e, Adana’dan Mardin’e uzanan hatta anneler yola düştü ve mecliste sözlerini söylemek, hasta tutsaklara, cezaevlerindeki adaletsizliklere dikkat çekmek istediler. Kamuoyuna da yansıdığı üzere, son bir iki aydır anneler bulundukları illerin barolarında adalet nöbetindeler.

Türkiye’deki cezaevleri, ceza içinde ceza konseptinin yeni uygulamaları ile dehşetengiz bir hale gelmiş bulunuyor. Bir haftada yedi tutsağın cansız bedeni çıktı buralardan. Dünyada bu zulmün bir örneği daha yoktur. Yeni rejimin ve bu rejimin sıfırdan pratiğe koymaya çalıştığı kodlarla farklı bir süreç içindeyiz. Bunun en önemli yansıması “infaz yakmaları” oldu.
Hasta tutsaklara reva görülen ve tanımı olmayan gayri insani şartlar, pandemi ile birlikte başka bir boyut kazanmış durumda. Anneler giriştikleri adalet nöbeti ile tutuklamanın istisna olduğu gerçeğinden hareketle tüm tutukluların durumlarının dosya üzerinde incelenerek suç tipine göre değerlendirme yapıp tahliye veya ev hapsi benzeri adli kontrol tedbirlerine başvurulması, mahpusların hak mahrumiyetine sebep olacak (şartla infaz süresinin uygulanması, görüş hakkı, sevk hakkı gibi) disiplin cezalarının uygulanmasından vazgeçilmesi, başta ağır hasta mahpuslar olmak üzere, 60 yaş üstü mahpuslar ile çocuk tutukluların, hamile ve çocuklu kadınların tedbiren serbest bırakılarak infazlarının ertelenmesi gibi onlarca başka talep ile eylemlerini sürdürüyor, temaslarına devam ediyorlar.

Annelerin eylemi ve nöbeti elbette her şeyden önce bir arayış. Meclis salonunu dolduran yüzlerce annenin yüzü, elleri bir şey anlatıyordu. Kürsüye çıkan bir annemizin Adalet Bakanlığına hitaben ‘eşit olup olmadığımızı görmeye geldik’ dediği üzere, mesajı da gelişinin ve arayışının içinde olan bir nöbet bu!

Dikkat ettiniz mi, yıllardır çocuklarının peşinde olan, barış çabalarına katkı için kilometrelerce yol kat eden ve sürekli muhatap arayan, bunu yaparken de yer yer horlanan, cezalandırılan, hapse atılan, sürgüne zorlanan anneler; yakın dönem tarihimizin de aslında siyaset gerçekliğidir. Elleri, yüzleri ve sözleri bu ülkenin adeta haritasıdır. Ülke gerçekliğine bakmak için onlara bakmak gerekiyor. Kendini öncülemeyen arayışlarına, toplumsala, demokratik kamuoyuna dönmüş, bedeli göğüslemiş direnişlerine iyi bakmak gerekiyor.

Şüphesiz bu bir tercih ve anneler bunu her seferinde altını çiziyor. Barışın, savaşmaktan daha zor olduğunu en iyi onlar biliyor.

Bir anne sohbetimizde ifade etmişti ‘ben artık yas tutmak istemiyorum, yas yerine isyan benim hakkımdır.’ Yollara düşen, partilerle görüşmeler yapan, ulusal ve uluslararası kurumlara hitaben mektuplar yazan, CPT gibi mekanizmalara çağrı yapan anneler; tam da sözlerini ifade ettiğim anne gibi adaletsizlikle baş etme yolu olarak yası görmüyor, kederlenmeyi görmüyor, af dilenmeyi hiç görmüyor! Bu ve benzeri dayatılan toplumsal normları da yırtıp atmaları çok etti! Sırtı haritaya dönen anneler, kendini mağdur olarak konumlandırmak istemiyor; sadece şiddeti kınamak isteyen bir pasif rolü reddediyor. Hareket etmek dururken boyun eğmenin lanetini çok iyi bilen, tanıyan ve bunu anlatan anneler; merhamet ve adalet dilemiyor. Özetle, yaşamın kendisi bir ölüm anlatısına dönüşmüş durumda, bu adalet nöbeti de buna itiraz olarak görülmelidir diyorlar. Böylece hepimizin içinde tutsak olduğu bir gerçeğe de temas etmiş oluyorlar.

İşte salı günü anneler meclis buluşması sonrası Adalet bakanlığına kadar yürüyüş yapmak ve bir basın açıklaması yapmak istediler. Meclisin tam da önünde, annelere şiddet uygulandı. Bir devlet kararı ve soğuk Ankara bürokrasisi ile yürüyemezsiniz dendi.

Açıkça ifade etmek gerekir ki devletin annelerimize yaklaşımı, siyasal bir ölçüdür. Savaş ve barışın önemli bir kaydıdır. Çözüm sürecinde ifade edilen tek şartın ‘hasta tutsakların tahliyesi’ olduğunu lütfen unutmayalım. Bu da benzeri bir hassasiyettir. Çünkü devletin yaklaşımı güncel siyasetten ve kırk yıldır amansız devam eden savaştan kopuk değildir. Bu süreçte gelişen, dönüşen akla ve yasalara göre hareket etmektedir. Annelerin talepleri şimdi olduğu üzere her dönem son derece net olmuştur: “Bu savaş durmadan diğer sorunlar durmaz” diyorlar. Açlık grevlerinden, askeri operasyonlara, kayyımlardan hasta tutsaklara dek; her şey süregiden, bilinçli olarak tırmandırılan bu savaşın doğasına dairdir. Anneler/babalar, tüm bunların tanığıdır. Ölümle yaşamı bir tutmamalarının, yaşamdaki umuda tutunma sebepleri budur.

Akılsızıdır bu savaşı sürdürenler, anneleri itip kakanlar, onların mücadelesine ket vuracağını düşünenler, iktidar hırsı ile yanıp tutuşarak gelecek planı yapanlar! Yıkılacak onlar…

Evet akılsızdır cezaevlerini böyle yaratanlar, çocuklarımızın, ağır hasta tutsakların yaşamları ile oynayanlar… Çünkü kendileri ile oynuyorlar ve kendileri yıkılacak… Yıkılacak onlar…


 

*HDP Eş Başkan Yardımcısı ve Van Milletvekili