Fareler ve avukatlar

Fareler ve avukatlar

Av. Seyit Sönmez *

1510 Fransa’nın Autun Kasabası’nda köylüler Piskoposluk Mahkemesi’ne başvurarak mahsullerini yiyen farelerden şikayetçi olurlar. Tellalar çeşitli yöntemlerle tüm kemirgenlerin davaya katılması için uğraşsalar da bir sonuç alamazlar. Hayvanların tümden yok oluş ve imhanın eşiğinde bulunduklarının farkında olan başpiskopos onlara avukat atamaya karar verir.

Kemirgenlere avukat olarak atanan Mösyö Chassanee müştekilerin başvurusu yalnız bir grup fare ile ilgili değil Autun’daki her kemirgen ile ilgili olduğunu ileri sürer. Çünkü sanığın kim olduğu tam belli değildir. Bu nedenle suçlu kimse o mahkeme önüne o çıkarılmalıdır. Bu itiraz üzerine duruşmaya ara verilir.

Alınan karara göre, tüm kiliselerin vaiz kürsüsünden yapılacak çağrılarla kemirgenler mahkeme katılmaları gerektiği konusunda uyarılacaktır. Buna rağmen duruşma günü tek bir kemirgen bile gelmez. Bunun üzerine avukat Chassanee, hiçbir sanığın duruşmaya gelirken hayatını tehlikeye atmasının beklenmeyeceğini ileri sürer. Onlar muhtemelen fareydi ve her köşe başında kediler vardı, hayati tehlike içerisinde bulunan sanıkların davaya katılamamış olmaları haklı ve mümkündü. Bunun üzerine dava yine ertelenir. Bilgilerimiz buraya kadar, sonrasında neler olduğunun, farelerin duruşmaya katılıp katılmadığı ile ilgili bir kayıt yok.

Aynı yıllarda Fransa’nın Tyrol kasabasında bu kez başka bir davada toprağa zarar veren köstebeklere karşı dava açılmıştır. Bu yargılamada mahkeme önüne çıkma hakkının korunması için sanıkların köpeklerden ve kedilerden korunarak emniyetli bir şekilde duruşmaya nakledilmeleri sağlanmış, hamile yada yaralı köstebeklere yola koyulmadan önce 14 gün fazladan süre verilmişti. (Bu örnekler; “Sadakat Kadri’nin Sokrates’ten O.J. Simpson’a Yargılamanın Tarihi” isimli kitabından alınmıştır.)

Şimdi çıkalım vebanın ve cüzzamın hüküm sürdüğü, cadıların kol gezdiği, çirkin ve kokmuş engizisyon yargıçlarının bulunduğu Ortaçağ’ın karanlığından ve 21. yüzyılda en modern hukuk mevzuatının olduğu, UYAP gibi dijital bir sistemle dünyaya örnek olmuş, en son mimari ile yapılmış adliyeleri ve hapishaneleri olan, adliye saraylarının en derin koridorlarında ulaşılması imkansız, yüzlerini görmediğiniz, seslerini duymadığınız, kokularını alamadığınız, ancak neye benzediklerini hayal edebileceğiniz olağanüstü güçlerle donatılmış savcıların bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne gelelim.

Önce bir mevzuat ziyareti yapalım,

Soruşturmaların Gizliliği:

Türkiye mevzuatına göre, CMK m.157 uyarınca soruşturmalar gizlidir. Bu gizliliğin bir nedeni maddi gerçeğe ulaşılması amacıyla delillerin kaybolmadan toplanması olduğu kadar şüphe altında bulunan şüphelilerin masumiyet karinelerinin zedelenmemesi, yani kesin hüküm verilmeden önce toplum önünde mahkum edilmelerinin önüne geçilmesidir.
Maddenin gerekçesi şöyledir:

Soruşturma evresinin gizliliği, ceza adaletinin doğruluk, dürüstlük, gerçeğe ulaşma ilkelerine uyulması için bir zorunluluktur. Ancak her şeyden önce suçsuzluk karinesinin sağlam tutulabilmesi yönünden de vazgeçilemez niteliktedir. Aksi takdirde, bizde ve yabancı ülkelerde örneklerine rastlandığı üzere yargısız infazlar sonucu insanlar ıstıraplara sürüklenmekte ve suçsuzluk karinesi böylece lafta kalmaktadır.

Gerekçede de süslü sözlerle ifade edildiği üzere, gizli soruşturma yapılmasının en önemli nedeni masumiyet karinesidir. Henüz suçlu olduğu kesinleşmemiş sadece şüphe altında bulunan kişinin, kamuoyunda suçlu ilan edilmemesi için yapılmış bir düzenlemedir.

Oysa öyle midir hakikat, gizlilik kurumu insanların masumiyet haklarını korumak için mi onları ıstıraplara sürüklememe için mi kullanılır?
Böyle olmadığını en derin acılarımızdan biliyoruz. Ankara Gar Katliamı davasından, Suruç’taki katliam davasından biliyoruz. Rabia Naz cinayetinden biliyoruz. Kadın cinayetleri dosyasından, işçi ölümleri dosyalarından, tarikatlardaki kuran kurslarında, yurtlarda çocuklara yapılan tecavüz dosyalarından biliyoruz. Uyduruk delillerle terörist ilan edilen Kürtlerin, devrimcilerin dosyalarından biliyoruz. Polis, asker kurşunuyla katledilen alevi çocuklarının davalarından, panzerle ezilen Kürt bebelerinin davalarından, dur ihtarına uymadı diye öldürülen herhangi bir vatandaşın davasından biliyoruz. Rehin alınan devrimci avukatların davalarından biliyoruz böyle olmadığını.

Müdafiin Dosyayı İnceleme Yetkisi:

Ceza Muhakemesi Kanunu’nunda 2014 yılı değişikliğiyle düzenlenen 153. maddesi, “Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim kararıyla kısıtlanabilir.” şeklinde düzenleme içermektedir.

İşte bu düzenleme ki; ülke yargı pratiğinde avukatın mesleki onurunu darmadağın eden, halkın hak arama özgürlüğü engizisyondan geri bir duruma götüren, avukata psikolojik işkence yapmaya dönüşmüş bir giyotin halini almıştır.

CMK m.153’de düzenlenen soruşturmanın savunmaya karşı gizlenmesi, savunmanın devasa büyüklükteki Leviathan’a karşı (Burada Yargı-yürütme-yasama tek bir güç olduğundan, yargıyı ayrı bir güç gibi tanımlayamayacağız.) biçare, ezik, eksik, güçsüz, garip gureba bir durumda kalmasına neden olmaktadır.

Oysa ki, savcılık makamı iddia eden, avukat savunma yapan konumundadır, eşit şartlarda olmaları olağan olandır. İddia makamı dosyadaki her şeyi biliyor iken savunma makamının tek bildiği şey hiç bir şey bilmediğidir, Manchalı Don Kişot gibi hayaletlerle savaşmaktadır.
Şimdi gidelim kısıtlama kararı verilmiş bir soruşturmada Çağlayan Adalet Sarayı’nda neler oluyor?

Dosyanın savcısı Bay S özel bir kapıdan ve kendine tahsis edilmiş halktan ve avukatlardan kimseyi görmemesi, onlarla göz göze gelmemesi amacıyla inşa edilmiş özel bir asansörden 7. kata çıkar, güvenlik görevlilerinin hazırola geçtiği ince ve dar koridordan ilerler, elindeki minik çantasını masasının üzerine bırakır, camdan derin derin İstanbul trafiğini seyredip hayallere dalar, arkasını döndüğünde çay masadadır.

Dosyanın avukatı Bay A 10 dakika kapıda sırada bekler, x-ray cihazının yanında ayakta görevliyle göz göze gelmemeye çalışır, bir an dalıp da göz göze gelirse sıranın geriye savrulacağını ve bir daha asla içeri giremeyeceğini düşünür garip bir şekilde, tam sıra gelip girdi derken cihaz öter, telefonunu unutmuştur, kalbi çarpar, tüm binanın üstüne geleceğinden korkar, minik bir fare zannedilip ezileceğini düşünür bir an, neyse ki çabuk geçer, girer girmez bir an önce 7. katta gitmek için anansöre biner, 7. kata geldiğinde kapının açılmayacağından ve hızla aşağı düşeceği korkusuyla , 7. kat koridoruna ulaşır, uzaktan D bloka bakar, önünde ince uzun bir sırat köprüsü vardır, düşmemek için en ortadan yürür, onlarca güvenlik görevlisinin gölgelerini görür, bellerinde kılıçlar vardır, kendisine baktıklarını, zaten onu beklediklerini düşünür. Yaklaştıkça böyle olmadığını sadece iki kişi olduklarını anlar.

Bir an onlar görmeden savcıların bulunduğu koridora hızlıca girmeyi planlar, ama aklına Nazi kamplarındaki Yahudilerin kaçarken tel örgülerde vurulduğu gelir vazgeçer, dur ihtarına uymadığı için öldürülme tehlikesi uzak değildir çünkü.

Toparlar kendini, görevliye savcının adını söyleyip katibiyle görüşmek istediğini söyler, şanslıysa katip telefona çıkar ve o müthiş bilgiye ulaşır, evet onyıllardır okuyarak ulaştığı avukatlık kimliği işe yaramıştır sonunda, “avukat bey dosya gizli, dava açılmadı bilgi veremiyoruz” cümlesiyle bir an rahatlar, her şey bitmiştir. Cezaevinde bir yıldır dava açılmasını bekleyen müvekkiline vereceği bilgiye ulaşmıştır. Tüm stresi sona erer o an için.

Sırada cezaevine gidip müvekkiliyle yaşayacağı trajedi vardır ama sonraya bırakır onu.

Evet böyledir işte gerçekten avukatlık, o küçük kasabadaki fare kadar değeriniz yoktur. Savcıyla görüşemezsiniz, katiple görüşemezsiniz, dosya hakkında bilgi alamazsınız, sadece telefonda bir ses ile muhatap olursunuz, yaşadıklarınız gerçek mi değil mi , rüya mı sanrı mı? Bilmeniz mümkün değildir, bunu ironi olsun diye söylemiyorum, ciddi olarak telefondaki kimdi? İsmi bilmem ne olan savcı var mı test etme şansınız yok.

İnanın Kafka, Davayı yazmasaydı, Şato’yu, Değişim’i yazmasaydı, ülkedeki her avukat ondan daha etkilisini yazardı.

Şimdi 1510 Fransa’nın Autun Kasabası’nda fare olmak vardı diyerek Ortaçağ karanlığına methiye düzecek değiliz elbette yeterince yaşadık hukuksuz bir dönemi. Elbet olağan bir yaşam döngüsünün olduğu bir ülkeye dair umudumuz dipdiri ve yaşadığımız onca hukuksuzluk ve travmanın birikmiş bedeli olacaktır.


*ÇHD üyesi avukat