Veysi Eski*
Geçtiğimiz hafta sonu yapılan Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu’na kamuoyunda bir meslek kuruluşunun genel kurulu olmasının ötesinde bir anlam yüklendi. Adeta iktidar ile muhalefetin hesaplaştığı ve muhalefetin az bir fark ile de olsa kazandığı, genel muhalefetin “Feyzioğlu gittiyse yaslandığı kralında gitmesinin zor olmadığı” duygusuna kapıldığı bir netice ile sonuçlandı. Erinç Sağkan’ın 182, Metin Feyzioğlu’nun 156 oy aldığı ve sadece 26 oy farkla biten seçimler neticesinde Erinç Sağkan TBB başkanı seçildi.
Peki bir meslek kuruluşunun genel kurulu neden bu kadar önemli hale geldi?
Çünkü bu genel kurulun, Feyzioğlu’nun şahsından mütevellit bir mesele olmadığının, bunun ötesinde bir hesaplaşma olduğunun siyaset ve hukuk siyaseti ile ilgilenen herkes farkındaydı. Metin Feyzioğlu’nun şahsından ibaret olmamakla birlikte Feyzioğlu’nun iş tutuş tarzından, siyaset simsarlığından, “yağmur nereye yağarsa tarlamı oraya taşırım” oportünizminden bağımsız bir olgu olmadığını da hepimiz biliyorduk.
Feyzioğlu’nun seçim konuşmasına başlarken söylediği “ilk taşı en günahsız olanınız atsın” ifadesi çok önemliydi. Aslında bunu derken, salonda bulunan Türkiye’nin çeşitli barolarından gelen başkan ve delegelere yani kadim baroculara “beni siz yarattınız, şimdi benden ne istiyorsunuz” demek istiyordu ve haksız da değildi. Peki böyle bir profil nasıl olmuştu da sekiz buçuk yıl TBB başkanlığı yapmıştı ve iki dönem bu göreve seçilmişti. Bunun cevabı tam da Türkiye’nin son 10 yılının siyasi atmosferinde saklıydı.
Feyzioğlu’nun baro başkanlığına seçildiği dönem; AKP hükümetinin devlet içindeki çetelerle hesaplaşıyoruz adı altında Balyoz ve Ergenekon benzeri operasyonları yaptığı, görece demokratikleşme adımları attığı, çözüm sürecinin yürütüldüğü bir dönemdi. İşte bu dönemde Ankara Barosu’nun genç başkanı olarak bu konularda en sert muhalefeti yapan, çözüm sürecine karşı çıkan, devletime ve askerime dokundurtmam diyen Feyzioğlu’nun yıldızı ulusalcı çevrelerde parlamaya başlamıştı. Halk Tv’nin vazgeçilmez yorumcusu “kahraman askerlerin” yılmaz savunucusuydu. Siyasetin yeni yıldızı, 2013 TBB seçimlerinde çoklu barodan önceki delege yapısı tarafından 447 delegenin 209’nun oyunu alarak önceki başkan Ahsen Coşar’ı geçerek başkan seçilmişti. Daha sonra 2014 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adli yıl açılış konuşmasında kendisine tepki göstermesi ve salonu terk etmesi ile birlikte Feyzioğlu bir çok “muhalif” tarafından muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı ve CHP’nin Genel Başkan adayı olarak görünmeye başlanmıştı.
2017 TBB seçimlerine gelirken 504 delegesi olan genel kurulda, geçerli kabul edilen 420 oydan 419’unu alan Feyzioğlu TBB başkanlığına yeniden seçilmişti. Bu arada Kürt illerinde öz yönetim çatışmaları olmuş, onlarca kent yerle bir edilmiş, 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmiş, KHK’lar ile binlerce insan işlerinden olmuş ve Feyzioğlu tüm bu konularda AKP hükümetinin ve devletinin yanında olduğunu açıklamıştı. Bunlara rağmen bu genel kurulda Feyzioğlu tek aday olarak genel kurula katılmış ve katılan delegelerin neredeyse tamamının oyunu almıştır. Çünkü Feyzioğlu o dönemde yapılan referandumda hayır cephesinde yer almaktadır ve bu tek başına ulusalcı muhalefet açısından Feyzioğlu’nun tüm günahlarını temize çıkarmak için yeterliydi. Referandumdan sonra ülkede yaşanan hiç bir hukuksuzluğa ses çıkarmayan hatta bir süre sonra bu hukuksuzluklara çeşitli gerekçelerle sahip çıkan TBB ve başkanı, AKP ve saray için artık kullanışlı bir aparat haline gelmişti. Avukatlar tutuklanırken yada yerlerde sürüklenirken TBB Başkanı Sarayda yapılan adli yıl açılışlarına katılmakta “dış güçlere” karşı kah Kıbrıs’ta kah Afrin’de alanda en önde boy göstermekteydi.
Böyle bir sonsuz destekten sonra avukat kitlesinin içinde Feyzioğlu’na tepkiler gelmeye başlamış, Feyzioğlu’nun muhtemel yapılacak bir seçimde kazanmasının mevcut delege yapısı ile imkansız olduğu ortaya çıkmıştı. İşte tam bu noktada çoklu baro düzenlemesi denilen düzenleme gündeme gelmiş, bu düzenleme ile dünyanın hiçbir seçim sisteminde olmayan bir garabete imza atılarak on binlerce üyesi olan baroların bölünmesinin yolu açılmış, yine 54 bin üyesi olan ve 160’a yakın delegesi olması gereken İstanbul Barosunun delege sayısı 13’e düşürülmüş, 50 ile 100 arası üyesi olan örneğin Bayburt Barosu’na ise 4 delege verilmişti. Yani İstanbul Barosu üyesi 5 bin avukata bir delege düşerken, Bayburt veya Ağrı Barosu’na üye avukatlara ise neredeyse 30 avukata bir delege düşecek şekilde ucube bir düzenleme yapılmıştı. Yani büyük Türk düşünürü Aysun Kayacı’nın deyişi ile “Hiç İstanbul avukatının oyu ile Bayburt avukatının oyu bir olur mu?” deniyordu ve buna da TBB’de Anadolu barolarının etkisini artırmak deniyordu.
“Çoklu baro” düzenlemesine karşı bir çok ilin baro başkanları tepki vermiş ve Ankara’ya yürümüştü. Feyzioğlu’nun ise önce karşı olduğunu söylediği bu düzenlemenin mimarlarından biri olduğu çok geçmeden ortaya çıkmıştı. “Çoklu baro” düzenlemesine karşı yapılan direnişte yer alan baro başkanları adalet nöbeti çalışmasından kaynaklı iletişim ve birlikte çalışma pratikleri olduğu için hızlı bir şekilde örgütlenmiş ancak bu dönemde içlerinde Erinç Sağkan’ın da olduğu başkanlar bu direnişe avukatları dahil etmedikleri için ağır bir şekilde eleştirilmişlerdi. Neticede “çoklu baro” düzenlemesi meclisten geçerek yasallaştı. İstanbul ve Ankara’da iki no’lu barolar kuruldu. Bütün baroların 2020 yılı Ekim ayında yapılması gereken Genel Kurulları “Soylu Genelgeler” ile ertelendi ve barolar ancak 2021 yılının sonunda genel kurul yapabildiler. İşte bu genel kurullarda çıkan delege yapısı ile hafta sonu yapılan TBB Genel Kurulu yapılabildi.
Feyzioğlu “En günahsız olanınız ilk taşı atsın” derken, aslında “beni siz yarattınız ve işte karşınızdayım!! Ultra milliyetçi, militarist bir yerden AKP’ye muhalefet ederken hepiniz arkamdaydınız. Ben sizin Cumhurbaşkanı adayınızdım şimdi ne oldu da bana karşı çıkıyorsunuz, değişen ben değilim değişen AKP” diyordu. Haksız da sayılmazdı. Çünkü “çoklu baro” düzenlemesinden önceki delege yapısında etkin olan, kazandıkları her seçimden sonra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atan İstanbul’un Önce İlke Grubu, İzmir’in Cumhuriyetçi Avukatlar Grubu ve Ankara’nın TBB başkanı seçilen Erinç Sağkan’ın da mensubu olduğu Demokratik Sol Avukatları, Feyzioğlu’nu getirmişlerdi ve şimdi en çok da onlar ona karşı duruyorlardı. Feyzioğlu sadece tıynetinin gereğini yerine getirmişti. Tıpkı dedesi Turhan Feyzioğlu gibi iş tutuyordu. “Allah devletimize milletimize zeval vermesin, Demirel ile de çalışırım, Ecevit ile de çalışırım, Kenan Evren ile de çalışırım” diyen bir anlayıştan söz ediyoruz. Yani anlayış aynı sadece tıynette bir fark vardı. Anlayış birliği derken tabi ki yeni seçilen TBB başkanı ve yönetimini asla aynılaştırmak gibi bir niyetimiz yok, ancak bu anlayışın, kendi yarattığı bir canavarı yenmesinin AKP’ye karşı bir zafer olarak sunulması da ilginç bir durum değil mi?
TBB seçimlerinden sonra en çok sorulan sorulardan biri de Feyzioğlu gibi biri nasıl olur da halen 156 oy alabilir? Bu kadar gemi azıya alan, mesleğin altını dinamitleyen, hukuk ile demokrasi ile alakası olmayan bir TBB başkan adayına kim hangi motivasyon ile oy verdi?
Bunun sırrı TBB’nin yapısında gizli. Baroların kendi aralarında bir koordinasyon birliği olarak 1969’da kurdukları TBB başkanlığının, temsili bir görevden başka bir önemi çok uzunca bir süre bulunmamaktaydı. Daha sonra yapılan düzenlemeler ile TBB yavaş yavaş baroların üzerinde bir ekonomik ve idari vesayet organına dönüştü. İşte Feyzioğlu bu vesayet organı olma sıfatını son seçim çalışmasında çok iyi kullandı. Anadolu Barolarının gücü derken; Anadolu Barolarının üzerinde özelikle maddi açıdan kendisinin kurduğu hegemonyadan söz ediyordu. Anadolu Barolarının başkanlarının bir kısmı özelikle bir daha seçilebilmek için TBB’den gelecek paralar ile avukatlara hizmet edebileceklerini, aksi takdirde bir sonraki genel kurulda kendi koltuklarını kaybedeceklerini düşünerek Feyzioğlu’nun yanında yer aldılar. Yani alınan 156 oyun büyük bir kısmı bu vesayet ilişkisinden kaynaklı oluşan menfaat ilişkilerine dayanıyordu. Kısmen ideolojik nedenlerle Feyzioğlu’nun yanında yer alanlar olduysa da bir kısım baro başkanının tamamen kasaba politikacısı anlayışıyla Feyzioğlu’nun yanında yer aldığı da bir gerçektir. Bu durum aslında tam da ülkeye, siyasete ve hukuka dair umut kırıcı bir durumdur. Ancak bunun karşısında bu vesayete karşı özelikle direnen baro başkanlarının ve delegelerin olması, neticede az farkla da olsa onların kazanmasının, insanlarda bir ferahlama duygusu yarattığı da bir gerçektir.
Muhalif kesimde “üç vakte kadar AKP gidecek” hissiyatı yaratan TBB Genel Kurulundan sonra artık konuşulması gereken; hukuk fakültelerinden her yıl binlerce mezunun çıktığı gerçeğinden hareketle gün geçtikçe sayıları ve nitelikleri artan avukatlara göre yeni bir TBB yapısını konuşmaktır. Çoklu Baro düzenlemesi de, öncesi de avukatın iradesinin TBB’de doğru temsiline asla izin vermemektedir. TBB’nin bu kadar yetkisi varken TBB başkanının nasıl olursa olsun delege sistemi ile seçilmesi, avukatlar tarafından doğrudan seçilmemesi antidemokratik bir uygulamadır. Eğer bu seçim, avukatların tamamının katıldığı bir seçim olsaydı bu yaptıklarından sonra Metin Feyzioğlu değil aday olmak o genel kurul salonuna dahi gelemezdi.
Bu sonuçtan genel siyasete çıkan bakiye; ulusalcı/militarist anlayışın yarattığı bir sonuç olan Feyzioğlu’nun, hukuka ve demokrasiye inanan meslektaşlarımızca mağlup edilmesi AKP’nin hanesine mağlubiyet olarak yazılsa bile bu kişiliği yaratan anlayışların da topluma bir öz eleştiri verme mecburiyeti bulunmaktadır. Bu özeleştiri verilmedikçe bu anlayış muhalefeti, hukuku ve baroları zehirlemeye devam edecektir.