Mahalledeki markete giriyorum, benden başka müşteri yok. İki çalışan aralarında Kürtçe konuşuyor. Yüzümdeki gülümsemeyle adeta şöyle diyorum; sizinle dayanışıyorum, onay veriyorum, endişe duymayın, sorun yok ben de Kürdüm diyorum, korkmanıza gerek yok diyorum. Diyorum da diyorum. Bir gülüşüme, bir ton kaygı, endişe, korku, dayanışma, güçlendirme çabası, tedirgin etmeme hali sığdırmaya çalışıyorum. Şöyle bir suratıma bakıp, esmerliğimden, gülüşümden, yalnız olmamdan ya da başka bir şeyden, devam ediyorlar aralarında Kürtçe konuşmaya. Biri diğerine, işten akşam erken çıkmak istediğini söylüyor, onu idare edip edemeyeceğini soruyor. Sonra başka müşteriler geliyor. Önce susuyorlar. Sonra iki kelime Türkçe konuşup, konuyu bağlayıp sessizleşiyorlar. Çıkarken onlara Kürtçe hoşça kalın demek istiyorum ama diyemiyorum. Diyemiyorum çünkü, işten atılırlar diye endişelenirler belki ya da mahalleli onları fişler ya da kötü davranırlar ya da başlarına bir şey gelir diye. Çünkü başkalarını görünce susmuşlardı ve belli ki kaygıları vardı. O kaygılarını körüklemek, endişelerine endişe katmak istememiştim.
Bir mağazaya giriyorum. Kasadaki kişi telefonda biriyle Kürtçe konuşuyor. Kasada bekleyen bir ben varım. Telefon görüşmesinin bitmesini beklerken mutlu olduğumu düşünüyorum. Tanımadığım birinin konuşmasını dinlemekten mi mutlu oluyordum? Üstelik de telefonda, anladığım kadarıyla öyle acil bir şeyler de konuşmuyordu, sadece geyik yapıyordu ve beni bekletiyordu. Ama kamusal alanda Kürtçe duymak beni güçlendiriyor, mutlu ediyordu. Beklemeye değiyordu. O arada, arkamda sıra oluştu tabi. Telefonu kapadı, elimdeki ürünü aldı barkodu okutmak için, bir şeyler sordu, Kürtçe karşılık verdim. Şöyle yandan, çaktırmadan arkamda bekleyenleri süzdü. Birkaç saniye belki geçti o arada. Sonra bana Türkçe cevap verdi. Şaşırdım. Sustum. Bir nefes aldım. Arkamdakilere baktım. Döndüm. Poşetimi aldım, çıktım. Önce öfkelendim, sonra üzüldüm. Sonra, sadece dilimiz sebebiyle bile bir halk olarak başımıza gelen, getirilen bir sürü felaket, saniyeler içinde gözümün önünden geçti. Öfkem ve üzüntüm yerini hak vermeye bıraktı. Hala net değildim bu hak verişte ama öfkemi doğru yere yönlendirmeliyim diye sonra kendimi sorgulamaya başladım. Sıradan bir sokaktaki bir dükkandan yaptığım alışveriş beni bunca derin bir sorgulamaya, toplumsal reflekslerin neler olabileceğini tartmaya ve yüzleşmeye götürmemeliydi halbuki. Sıradan şeyler sıradan olmalıydı. Ama sıradanlığın da bir lüks olduğunu yeniden yeniden hatırlamalıydım.
Sabah mutfakta kahve yapıyorum, yandaki bina yıkılmış yerine yenisi yapılıyor, büyük inşaat var, inşaat sesleri çok yorucu. Arada işçilerin sesini duyuyorum. Kürtçe konuşuyorlar. Bazen de şarkılar söylüyorlar. Çok da keyifliler. Yüksek tonla rahatça konuşuyorlar. İnşaat gürültüsüne olan bütün kızgınlığım geçiyor. Mutlu oluyorum. Yine yersiz bir mutluluk. Sabah matkap sesiyle uyanan biri mutlu olmamalı, hangi dilde olursa olsun. Sonra marketler, mağazalar, okullar, otobüsler, vapurlar, hastahaneler, adliyeler, parklar, sokaklar, birçok kamusal alandaki Kürt karşılaşmalarım şöyle bir hızla geçiyor zihnimden. Kürtlerin Kürtçe iletişimi en rahatça kurabildikleri yerlerden birinin inşaatlar olduğunu fark ediyorum. Belki sesleri inşaat sesine karıştığı için, belki kalabalık oldukları için, belki yalnız kaldıkları ve gözetleyen kimse olmadığı için, belki belki…
Yeni bir dizi çıkmış, herkes çok bahsettiğinden açtım izledim. Dizi fena. Fakat meraktan devam ettim izledim birkaç bölüm. Bir Kürt karakter belirdi bir bölümde ansızın. Bol sakallı, esmer, Unkapanı şekilli bir mekanda bozuk bir Türkçe ve aksanla şarkı söylüyor, kaydediyor. Bir anda birileri geliyor mekana, ansızın tabancasını çıkarıp topuklara sıkmaya başlıyor. Bilirsiniz bu tiplemeyi. Oldukça klişe. Bu arada Kürt bunların hiçbiri olamaz değil, ama yüz yıldır bu ülkede üretilen film ve dizilerdeki “Kürt tipi” budur, tektir, sığdır, indirgemecidir ve daha birçok şeydir. Hani geçmişte üretilen işlerdeki tiplemelere dair çokça analiz, eleştiri yapıldı, sosyoloji tezleri yazıldı üzerlerine ama bir şeyin değişmediğini her seferinde yeniden görmek pes dedirtiyor basit haliyle. Yeni yazarlar, gençler, yeni kalemler bu kötü amaçlı ve oldukça politik klişenin yeniden üretimine katkı sunmazlar diye bekliyorum her yeni dizi, filmde ama nafile.
Bir de Kurak Günler var tabi. Film üzerine epeyce yazıldı, çizildi. Tekrar etmeye pek de gerek yok fakat, herhâlde Türkiye sinemasında son yıllarda izlediğim en iyi politik filmdi. Film bitti. Aklımdan ilk geçen şu oldu; “Bir Türkiye filminde hiç Kürt olmadığı için çok mutluyum.” Bu bir yüzleşme filmiydi bence. Ve o kadar gerçekti ki. Doğaya, hayvana, insana düşman insanların, nasıl da pis işlerine birbirlerini dahil edip, içinden çıkılamaz hale getirip, sürdürülebilir kötülüğün inşa edilişinin filmi olmuş. Ve evet bir çırpıda izleyince bunca kötülük gerçek olamaz gibi geliyordur ve inkar süreci tetikleniyordur muhtemelen. İşte varın siz düşünün, bütün bu kötüler bir elden çıkmaymış gibi filmler üretildi onlarca yıl. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar ve öteki birçok kimlik filmler, diziler yoluyla bütün kötülüklerin kaynağı olarak gösterildi, tasarlandı. Herhalde bütün bu arka planın yarattığı refleksle ben de filmin burasını en çok beğendim sanırım. Hiç Kürt olmayışını.
Bütün bu film ve dizilerde yaratılan Kürt tipinin yarattığı birçok sonuç var. Gündelik tezahürlerine de dikkatlice baktığınızda hayatın her anında, her alanında görebilirsiniz. Markette başkasını görünce sessizleşen Kürt emekçiler, tezgahtarlar. Ya da matkap sesiyle uyanmış olmasına rağmen, Kürtçe konuşan işçileri duyunca manasızca sevinenler. Yaşadığınız yerde yolda yürürken, otobüse binerken, okulda, işte insanların gözünün taa içine bakıp kimliğini sorguluyorsanız, kendinizi ait hissettiğiniz kimlikten olanlarla da denk gelince yerli yersiz mutlu oluyorsanız, eşit değilsinizdir, oraya da ait hissettirilmemek için her şeye maruz bırakılıyorsunuzdur. Bütün bu örüntünün değiştirilebilmesi için de bu ülkede üretilen dizi ve filmlerin, daha çok kurak günlerde buluşması önemli bir aşama olacaktır.
Evin Jiyan Kışanak kimdir?
Uluslararası ilişkiler lisans eğitimi aldıktan sonra, insan hakları hukuku yüksek lisans programına devam etmekte. Geçmişle yüzleşme ve adalet alanında çalışmalar yürüten çeşitli sivil toplum kurumlarında projelerde yer aldı. Barış aktivisti ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde barış atölyeleri organize edip yürütücülüğünü yaptı. Mahpus yakını ve hak savunucusu.