Türkiye hızla seçim atmosferine girerken en çok konuşulanlardan biri de Kürt seçmenin oyu. Seçime doğru giderken Kürt illerinde baskılar da tırmanıyor. Onlarca gazeteci bu politikalar sonucunda tutuklandı. Yıllardır Diyarbakır’da gazetecilik yapan Vecdi Erbay, nabzını tuttuğu Kürt seçmenin tavrını Gazete Karınca’ya değerlendirdi. Erbay’a göre, Kürtler ‘kendisine’ oy veriyor ve ne iktidarın attığı bombalar Kürtlerin oyunun rengini değiştirebilir ne de Kürtler kendisini görmezden gelen Altılı Masa’daki Ahmet Davutoğlu’nu Başbakan, Meral Akşener’i İçişleri Bakanı yapar. Gazeteci-yazar, şair Vecdi Erbay ile gazeteciliği, seçimi ve gündemi konuştuk.
Gazeteciliğe nasıl başladın?
Ben Özgür Ülke bombalandığında İzmir’deydim ve gazetede yazılarım yayımlanıyordu. Gazete bombalanınca İzmir büroya gittim ve gazetede çalışmak istediğimi söyledim. Kimseyi de tanımıyordum. Onlar da “Bizde çalışamazsın ama yazı ve haberlerini getir biz merkeze gönderelim” dediler. Bir müddet öyle yaptım. Oraya gittim, daktilo verdiler yazdıklarımı daktiloya çektim. Onlar da faksla İstanbul’daki haber merkezine gönderdiler ve yayınlandı. Birkaç yıl sonra İstanbul’da yaşamaya başladım. O tarihte biraz rastlantıyla Roj gazetesinde çalışmaya başladım. Bir arkadaşım orada çalışıyordu ve beni gazeteye tashih, redaktörlük için önermişti. Yedi ay kadar orada çalıştım. İlk röportajları, ilk yazıları, kitap tanıtımlarını orada hazırladım. Oradan ayrıldıktan sonra da bir hafta bile geçmeden Demokrasi gazetesinde işe başladım. Direkt kültür-sanat sayfasında çalışmaya başladım. Cemile Çakır’la birlikte çalışıyorduk. Bir süre sonra Cemile Çakır Amerika’ya gidince gazetenin kültür-sanat sayfası bana kaldı. Galiba 4 yıl kadar ben hazırladım. Sonra gazeteler kapandı, açıldı ama uzun yıllar Özgür Gündem geleneğindeki gazetelerde çalıştım.
Bugünden baktığımda o deneyimini nasıl görüyorsun? Biraz o yıllardaki gazetecilikten bahseder misin?
En başta şimdiki teknik imkanlarla o zamanki teknik imkanlar arasında dünya kadar fark var. Sayımız da çok fazla değildi ve bir sayfanın tüm işlerini tek başına yapmak epey zorlayıcı oluyordu. Ama çok gönüllü çalıştığım bir yerdi ve sevdiğim bir kurumda çalışıyordum. Bu nedenle de maddi manevi bütün güçlükler bir şekilde aşılıyordu. Belki genç olmamın da etkisi vardı. Bunu gazetede çalışan bütün arkadaşlarım için söylüyorum. Hepsi aynı zorluklarla ama gönüllülük ve azimle çalışıyordu.
Neydi o zorluklar?
Mesela yaptığım haber için fotoğraflar Diyarbakır’dan gelecek diye bazen iki gün beklediğim oluyordu. Çünkü fotoğrafı otobüse veriyorlardı. Haber hazır ama fotoğraf yok. Böyle teknik zorluklar vardı. Ancak kendi adıma söyleyecek olursam o zaman duyduğum heyecanı şimdi de 6 yıldır çalıştığım Gazete Duvar’da hissediyorum. Eğer öyle olmasa hakikaten gazetecilik yapılacak bir meslek değil.
Gazeteciliğin en zor süreçlerine tanıklık ettin ama ilk günkü heyecanını koruduğunu söylüyorsun. Nasıl yapıyorsun bunu?
Gazeteciliğe başladığım yıllarda Kürt meselesi vardı. Özgür Gündem geleneğindeki gazetelerde çalışırken beni motive eden, orada tutan da buydu. Yani elimden hiçbir şey gelmiyorsa gazetecilik yaparım diye düşünüyordum. Bende yazı yazma, gazetecilik hevesi lise yıllarından beri vardı. Ama bu başka yöne doğru evirildi. Gazeteciliğin büyük başarılarından ziyade içinden geldiğim halka, memlekete, toprağa faydalı bir şeyler yapmak istiyordum. Onlardan, o duygudan bağımsız yazamıyorsun zaten.
Şimdi çalıştığım Gazete Duvar da 15 Temmuz darbe girişiminin hemen sonrasında yayın hayatına başları. Memleket öyle bir haldeydi ki oradan bir şey yapma fırsatı doğdu. Çünkü onlarca radyo, televizyon, gazete, dergi kapatıldı. Öyle bir ortamda biz çıktık. Bu hem benim kendimi ifade etme duygumu, düşüncemi paylaşma mecrası oldu hem de böyle bir mecranın Türkiye’ye de iyi geleceğini düşündüm. İşte ilk günkü motivasyonumu burada da hissetmemin sebebi bu. Sur ile ilgili bir haber yazdığımda bu beni motive ediyor.
Aslında derdimiz değişmedi belki de değil mi?
Evet, beni 1990’lı yıllarda Gündem’e götüren şey ne idiyse o hale devam ediyor. Ben değişmedim çünkü. Duygu ve düşünce dünyam değişmedi. Yazmayabilirim, yazmadan da yaşayabilirim belki ama yazarak kendimi çok iyi hissediyorum.
Vecdi Erbay denilince birden fazla sıfat canlanıyor zihnimizde, gazeteci-yazar ve şairsin. Sen kendini en çok hangi sıfatında iyi hissediyorsun?
Gazetecilik yaparken şiir kitaplarım da çıktı. Dergilerde şiirlerim yayınlanıyordu. Ben bana sorulduğunda ‘Şairim’ demeyi çok istiyorum. Ama gazetecilik mesleğinin şiire ya da şaire verdiği en büyük zararlardan bir tanesi de budur belki, şiirden uzaklaştırıyor insanı. İki tane kitap yayınladım. Hara da yazıyorum. Birisi sorduğunda şairim demek istiyorum ama diyemiyorum. Çünkü yayınlanmış kitaplarımı da çok ihmal ettim, dergilere şiir göndermiyorum, eskisi gibi şiire çok zaman ayırmıyorum. Ama bir gün döneceğim bir şiire. Ara ara dönüyorum. Yılda bir tane iki tane şiir yazıyorum. Yani esas olarak edebiyatçı olarak tanınmak, bilinmek daha çok isterdim. Ama gazetecilik, o fırsatı biraz elinden alıyor. Vecdi Erbay denilince daha çok gazeteci olarak akla geliyorum. Bu da kötü bir şey değil. Ben yazdığım yazıları da zaten biraz edebiyattan çalarak, gazeteciliğin edebiyattan çaldığı mesaiyi işte o edebiyat birikimiyle birlikte gazetecilik yaparak telafi ediyorum.
Uzun yıllardır Diyarbakır’dasın. Diyarbakır’da gazeteci olmayı anlatır mısın?
Benden önce 1990’lı yıllarda burada çalışan arkadaşlar büyük zorluklar yaşadılar. Şimdi zorluk yaşanmıyor anlamında söylemiyorum tabii. Ama benim geldiğim tarihte, 2011’den sonra çözüm süreci başladı. Herkes gibi o dönem gazeteciler de rahat bir nefes aldı burada. Ancak 2015’ten sonra olaylar yeniden karmaşıklaşmaya başladı. Namuslu her insan sadece gazeteci de değil, sabah uyandığında Diyarbakır’da 22 gazetecinin gözaltına alındığını okuduğunda büyük bir huzursuzluk, öfke duyar. Ben duyuyorum. Çünkü ben sabah uyandığımda bir kısmını tanıdığım, bir kısmını sadece ismiyle bildiğim insanların gözaltına alındığını duyduğumda yılgınlık demeyeyim ama bir şu duygu geliyor insana, kaç yıldır gazetecilik yapıyorum, kaç yıldır bu memlekette yaşıyorum ve meseleler değişmiyor. Hala gazetecilerle uğraşılıyor. Gazeteciler yaptıkları haberler yüzünden yargılanıyor.
Bu batıda nasıldı diye düşündüğümde aslında orada da kolay değil. Daha birkaç gün önce bir gazeteci tutuklandı. Ama burada tabii ki daha sıkıntılı olduğunu söyleyebilirim. Burada kolluk gücü bazen çok pervasız olabiliyor. Daha rahat davranabiliyorlar. Çünkü buraya yönelik özel bir şey var, bir hukuk mu diyeyim, ne diyeyim? Birkaç yıl önce bir gazeteci arkadaşımızın kafasına silah dayadılar yani. Bu herkesin, kameraların gözü önünde olan bir şey. Ve o polise ne oldu? Yani ödül almadıysa ceza hiç almadı zaten. Hakkında bir soruşturma açıldığını duymadık.
Geçtiğimiz yıl onlarca Kürt gazeteci tutuklandı, çoğu aylardır iddianamesiz cezaevinde tutuluyor. Böyle bir süreçte seçime gidiyoruz. HRW’nin 2023 raporunda da, “iktidarın seçimler öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldığı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttuğu” değerlendirmesi yapılıyor. Bu durumun bölgeye yansıması nasıl? Sen bu baskıyı hissediyor musun?
Bunun bana yansıması çok direkt oluyor. Birincisi ben değil arkadaşlarım bir baskıya maruz kaldığı zaman, ben de hissediyorum. İkincisi onların uygulanan baskı psikolojik olarak beni de etkiliyor. Her zaman sahada olmasam da toplumsal olayları takip ediyorum, çok masa başında çalışan birisi değilim. Yahu hedef gözetmiyorlar bazen. Orada su sıkarken eylemciye sıkıyorlar ama arada sen de gidiyorsun. Gaz atıyorlar sen de etkileniyorsun. Bunların hepsini yaşadık. Hatta ben biber gazı ile İstanbul’dan buraya geldiğimde karşılaştım. O gazın insanı ne hale getirdiğini gördüğümde çok şaşırmıştım.
Sen de çok geç tanışmışın biber gazıyla ama…
İstanbul’da ben masa başındaydım. İstanbul’da kültür-sanat sayfasını yaptığım için yazarlarla, sanatçılarla röportajlara gidiyordum en fazla. Burada sahaya çıktım. O nedenle biber gazıyla burada tanıştım yani. Bazen müdahale olabileceğini düşündüğüm işlere, genç arkadaşlar varsa onları gönderdiğim doğrudur. Şaka bir yana 6 yıldır Duvar’da tek başıma çalışıyorum. Dolayısıyla bütün haberleri ben takip ediyorum. Zaman zaman polisle karşı karşıya geldiğimiz oldu ama Kürt basınındaki gazetecilere daha farklı yaklaşıyorlar. Sanıyorum onları daha iyi tanıyorlar çünkü o çocuklar inanılmaz yerlere gidip haber yapıyorlar. Ben onlara göre biraz daha konforluyum diyebilirim ama işte konfor dediğim de benim de gaz yediğim tazyikli suya maruz kaldığım bir hal.
Gazetecilik yapmaya başladığından bu yana epey bir seçime tanıklık ettin. Şu ana kadar en çok zorlandığın seçim hangisiydi?
Aslında hiçbirisi kolay olmadı. Ama 2015 en zoru oldu bence. 7 Haziran’dan giden süreçte Adana ve Mersin’de bombalar patladı, birçok HDP’li saldırıya uğradı, parti binaları hedef alındı. Ama en korkunç olanı, birebir tanık olduğum HDP’nin 5 Haziran Diyarbakır mitinginde patlayan bombaydı. Herkes gibi ben de bundan sonra olacak bir seçimin bir manası olur mu diye düşündüm. Tek manası vardı, bu bombaya rağmen gidip oy kullanmak. Diyarbakırlılar da öyle yaptı. Bombaya rağmen gittiler oylarını kullandılar. 7 Haziran gecesini beklemek de çok zordu. Ben o süreci HDP’nin il binasında izledim. Milletvekili adayları, il yöneticileri, partililer HDP barajı geçecek mi diye nefesini tutmuş bekliyordu ve daha sonuçlar açıklanmadan insanlar her yerden HDP’ye doğru yürüyüşe başladılar. İnanılmaz bir şeydi. Bir gazeteci olarak izlersin, konuşursun, haberini yaparsın o ayrı bir şey ama insan olarak onu izlemek bile çok zordu. Yani o sevince tanıklık etmek de çok zordu. Çünkü orada özlenen bir şeyi görüyorsun aslında. İnsanların bir şeyi nasıl özlemle, heyecanla, tutkuyla beklediğini görüyorsun. Sonraki 1 Kasım seçimine giden süreç feci bir şeydi zaten. En zoru bu iki seçimdi galiba.
Sen 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerini Diyarbakır’da takip ettin. Batı illerinde de takip ettiğin seçim süreçleri oldu. Farklı mı sence?
Çok farklı. Orada da sandığın başında bazı gerilimler oluyor ama orayla sınırlı kalıyor. Burada gerilim daha fazla. Çünkü insanların bir çok şeyi elinden alınmış ve elinde bir tek o gün kullanacağı oy kalmış. Onu da kullanmak istiyor. Bunu görüyorsun. Ve bu buradaki duygu oradan daha farklı. Mesela batıda da koşa koşa gider oyunu kullanırsın sonra televizyonun başından izlersin. Burada öyle olmuyor işte.
Burada biraz hayat memat meselesi gibi değil mi?
Öyle tabii. Diyarbakırlılar HDP’nin Meclis’in 3. partisi olarak mecliste bulunmasının Türkiye’yi ya da bölgeyi değiştirmeyeceğini biliyorlar. Ama ‘Biz oraya kendi adayımızı göndereceğiz’ duygusu var burada. O büyük bir tatmin olma duygusu. Yani ‘hiçbir şey yapamadım, bunu yaptım’ duygusu hakim. Diyarbakırlılar bu son seçimde oy verdikleri birçok insanı tanımıyordu. Ama gidip oy verdiler ve onları Meclis’e gönderdiler. Bundan söz ediyorum. “HDP ceket koysa seçilir” gibi bir şey değil bu. Hani ‘oyumu kendime vereceğim’ diyorlar ya da ‘partime vereceğim’ diyorlar. İşte mesele tam olarak bu. Bu bazen alaycılıkla falan ifade ediliyor ama bundan alay edilecek hiçbir şey yok, o kendisini böyle ifade ediyor.
Seçim süreci yaklaşıyor ve herkes Kürt seçmeni konuşuyor. Sen de bir Kürt ilinde gazetecilik yapıyorsun. Buranın nabzını tutuyorsun. Bu herkesin konuştuğu Kürt seçmen ne diyor?
Belki bir yıl önceden yaptığım haberler var. Kahvelerde yaptığım sohbetler geliyor aklıma. O zamandan beri insanların tavrı çok etti. Bugün de bir şey değişmedi. O gün de aynı şeyi söylüyorlardı, şimdi de aynı yerdeler. Mesela 1 yıl önce ‘Bu Altılı Masa kimdir ki? Bizden uzak duruyorlar biz hiç gitmeyelim’ diyorlardı. Seçime aylar kaldı ve yine Altılı Masa vesaire gündemde. Kürt seçmenin bu konudaki tavrı ise aynı, ‘Seçim gelsin, sandığa gidelim, oyumuzu kullanalım. Oyumuzu yine kendimize vereceğiz’ diyorlar.
Peki HDP’nin kendi adayıyla seçime gideceğini açıklaması nasıl bir etki yarattı burada? Kürt seçmenin oyunu, ‘Kim AKP’nin karşısında olursa Kürt seçmen ona oy verecek’ diye tarif etmek doğru mu?
Hep söylüyoruz ya Kürt seçmen çok politiktir diye, bir Yozgatlı’dan ya da bir Karadenizli’den farklı olarak siyaset Kürtlerin gündeminde oldu hep. Siyaseti bu kadar yakından takip eden insanların tercihlerini yaparken ki halleri de bilinçli oluyor tabii. Şimdi Altılı Masa kurulduğundan beri oradaki liderleri değerlendirdiler. Yani Altılı Masa’yı masaya yatırdılar. Bunu kahvede yaptılar, sokakta yaptılar, evde yaptılar. Bu masada bugüne kadar doğru düzgün siyaset, muhalefet yapamamış Kemal Kılıçdaroğlu var, bir dönem İçişleri Bakanlığı yapmış Meral Akşener var, Cizre, Sur bombalanırken Başbakan olan Ahmet Davutoğlu var, uzun zamandır siyaset arenasından çekilmiş eski Maliye Bakanı var. Bunların hepsini tanıyorlar. Şöyle bir şey olabilir mi ya? Kürtler Ahmet Davutoğlu’nu başbakan yapsın ya da Meral Akşener’i İçişleri Bakanı yapsın. Bunu niye yapsın? Hiç öyle bir niyetleri yok. Ha ama HDP Altılı Masa denilen oluşumla birlikte hareket ederse ne yapacaklar? Yine HDP’yi destekleyecekler. Çünkü HDP’nin de kimi şartlar ya o masada yer alacağını bilirler. Partilerini iyi tanıyorlar. Kürt seçmenin sezgileri güçlüdür. Kimse HDP ile açıktan görüşmüyor. HDP’nin başına bir sürü iş geliyor kimse sesini çıkarmıyor. Hazine yardımı bloke edildi Altılı Masa’dan ses yok. Bütün bunları gören insanlar Altılı Masa’ya niye iltifat etsin? Neden ilgi göstersin? Neden sempati uysun? Kemal Kılıçdaroğlu 1 yıl önce Diyarbakır’da Kürt sorununa dair bazı açıklamalar yaptı ve bu açıklaması bile küçük bir sempatiye neden oldu. Kimse Kılıçdaroğlu’nu desteklemedi ama. Miting yapsa kimseyi toplayamayacaktı. Gelinen aşamada
HDP’nin kendi adayını çıkarmasıyla birlikte saflar netleşti aslında. Buradan oy alabilecek Altılı Masa’dan herhangi bir partinin bir şansı vardıysa HDP’yle birlikte o şanslarını kaybettiler. Bu HDP’yi güçlendiren bir adım oldu.
HDP’ye yönelik kapatma davası seçmenin tavrını nasıl etkiler sence?
Değişmez. Bugüne kadar denediniz. HEP’ten bu yana kaç tane parti kapattınız, ne oldu? Bu insanlar seçime bağımsız da girdiler. Yine kazandılar. Şu anda kapatın partiyi, ne olacak? Bağımsız girecekler, yine kazanacaklar. Siz belki en fazla 1 milletvekili daha fazla çıkarmış olacaksınız. Ama bu devletin, ülkenin, iktidarın tarihine kara bir leke olarak geçecek. Buyur kapat. Hiçbir şey olmayacak.
Bir yandan da Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik sınırötesi askeri harekat gündemde. Olası operasyon Kürtler açısından ne ifade eder, operasyonların kentlerdeki karşılığı ne oluyor?
Bu adamlar bu meseleyi çözeceklerdi, işte bu kadar çözebildiler. Onların geldiği yer de burası işte. Öncekilerden hiçbir farkları yokmuş. Onlar da bu meseleyi şiddetle, öldürerek çözmeye çalışacaklar. Demek ki böyle yani. Bu psikolojik bir tahribat yaratıyor ama sen orayı bombaladığın zaman attığın bombalar sana bu oy olarak geri gelmez. Aksine her zaman olduğu gibi tepki oyu olarak geri gelir.
İlk kayyumu atadıklarında artık bu bölgede seçim kazanabileceklerini düşündüler. Ama sen ne tankla topla ne rüşvetle geçen gün de yazdım bunu ne tankla topla, ne rüşvetle oy alamazsın. Bu insanlar başka bir şey istiyor. ‘Benim seçtiğim belediye başkanı sürgünde ya da hapiste olmamalı. Benim seçtiğim milletvekili, sürgünde ya da hapiste olmamalı’ diyorlar.
Kürtler nasıl bir yönetim istiyor?
Belediyeler buna iyi bir örnekti. Onların seçtikleri belediye başkanları vardı. Onların seçtikleri başkanlar bir koruma ordusuyla gezmezdi ve kendileriyle konuşurdu. Bu çok kıymetli bir şeydi. İnsanlar bunu istiyor. Arada kayyumlar geziyor tabii onlar da sokağa çıkıyorlar ama bir koruma ordusuyla birlikte. Bu halkla buluşmak değil aslında, halkta bir karşılığı da yok. Özgürlüğe susamış bir halk o özgürlüğü milletvekiliyle, belediye başkanı ile konuşurken de yaşamak istiyor. Ben kayyumlar atanmadan önceki süreçte, HDP yine kazanır ama oyu düşer diye düşünüyordum ama tam tersi oldu. Kayyumlar atandıktan sonra HDP oyunu yükseltti. Çünkü herkeste bir tepki var, belediyede bürokrasi var diyorlar. Özgürlük istiyorlar. Özgürce iradelerini ortaya koymak ve seçilmişlerle diyalog kurabilmek istiyorlar.
Sen bu önümüzdeki seçimden sonra nasıl bir güne uyanmak istiyorsun?
Demokrasinin güçlendiği, hukukun işlediği, adaletin ikame edildiği bir güne uyanmak isterim. Yani bu büyük bir laf oldu ama hakikaten içimi huzurla dolduran bir şey olsun. Yani şu seçim kazasız, belasız, çatışmasız bitsin ve ertesi güne biraz daha umutla uyansın insanlar. Umutla uyarmak istiyorum. Memlekete dair umutlarımı yitirmeden uyanmak istiyorum.