AKP’li Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın son dönemlerdeki konuşmalarına yaşadığı yenilgi korkusu damgasını vuruyor. İki gün önce yaptığı konuşmada, “Aynı gemideyiz. Gemi batarsa hepimiz birlikte batarız” diyerek hem bir tespit yaptı hem de bir çağrı. Yandaşlarından ellerindeki dövizi TL’ye çevirmesini istedi. Tespit aciziyetini çağrı sefaletini gösterdi. Uzun süre güçlü görünmeye çalıştı, yenilgiyi kabul etmedi. Rafine kötülük çıtasını yükselterek bir fırsatla en azında pata durumuna oynadı. Son üç yıl böyle geçti. Ancak olmadı. Olacak gibi değildi zaten. Kötülük çıtasını yükselterek kendini kurtarmak mümkün değil. Belki kısa süreli ayakta kalmalar olabilir ancak sürdürebilirliği yoktur. Sonu hüsrandır. Nitekim Erdoğan’ın yaşadığı da hızla hüsranlı sonu koşmak oluyor.
İktidar hırsıyla kötülük çıtasını yükseltirken yarattığı ağla aynı zamanda kötü, çirkin ve suç olanı “makul” hale getirdi. Yeryüzünün hiçbir parçasında ve tarihin hiçbir zamanında kötülük bu düzeyde sıradan, normal ve makul hale gelmedi. Normal olanı anormal; anormali normal hale getirmeyi başardı. Kötülük düzeninin ilelebet sürmesi mümkün olmadığından son birkaç yıldır herkes bunun ceremesini çekiyor. Sadece Türkiye’de yaşayan halklar değil komşu halklar başta olmak üzere birçok ülke farklı düzeylerde olsa da yaratılan kötülüğün yansımalarını hissediyor. Kaldı ki bu daha başlangıç. Mafya, çete, rant, yalan ve talan sisteminin yarattığı tahribatlar derinleşerek devam edecektir.
Erdoğan varlığı hala bu çıkar gruplarını domine edici bir etkiye sahip. Yani belli bir oranda aynı yörünge etrafında hareket ettiklerinde yıkıcı etkisi tam olarak görülmüyor. Odak noktası yalpaladığında bu çıkar grupların her birisi yeni bir odak olarak açığa çıkacaktır. İktidar ve rant kavgaları kızışacaktır. O zaman çürümenin düzeyi görülecek. Her tarafın nasıl irin sardığını ve bu irinin ne çok hastalık barındırdığı anlaşılacaktır. Yangın yerine dönen ülke ekonomisinin öyle kısa sürede bir mucizeyle rayına girmesi zaten mümkün değil. Erdoğan ve ekibinin kendisi dahi bundan umudu kesti. Kürtlere saldırarak yazmak istediği “başarı” hikayesi de çoktan yalan oldu. Yani gemi batarsa merhalesi çoktan geçildi. Gemi epeydir batmış durumda.
Şimdi Erdoğan ve ortakları müflis tüccar misali eski defterleri karıştırıyorlar. Birlikte yürüdükleri ancak iktidar ve çıkar meseleleri nedeniyle kenara ittiklerini toparlamaya çalışıyor. Düne kadar, “kral çıplak” diyen Bülent Arınçları yeni keşfetmişçesine sahneye çıkarıyor, destek çağrıları yaptırıyor. Yandaşlarına, “batıyoruz” diyerek dövizi Türk lirasına çevirme çağrısı yapıyor. Ancak yandaşları dahi artık güven duymuyor. İstatistiklere göre dövizleşme oranının en fazla arttığı iller AKP-MHP iktidarının en fazla oy aldığı İç Anadolu illeri. Erdoğan’a göz kırpıp döviz almaya devam ediyorlar. Cüzi bir kesimin dışında ne sistemin ne de ekonomin düzeleceğine zerre inanmıyorlar. Erdoğan bunları gördükçe, kamuoyu anketlerinin sonuçlarına baktıkça, kurmaylarının sokaklarda yuhalanma seslerini duydukça korku ve panik sarıyor.
Dış politikada ise durum daha vahim. Erdoğan yana yakıla yıktığı tüm köprüleri onarmaya çalışıyor. Bunu yaparken öyle bir pişmanlık ve panikle yapıyor ki temas kurduğu her ülkeden taviz koparma arzusu geliştiriyor. Eski yol arkadaşı Cemil Çiçek, “siyasette kirlettiğini testide su içirler” söyleriyle Erdoğan’ın vaziyetini ortaya koydu. Durum aynen böyle. Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve daha birçok ülkeye karşı izlediği tüm politikalarda geri adım attı. Hem de her geri adımı Türkiye halklarının sırtındaki yükü ağırlaştıran tavizlerle sonuçlandı.
ABD ve Rusya arasında izlediği denge politikasında kısa vadeli propaganda olanakları elde etti. Yandaş medyasıyla bu politikaları büyük bir başarı olarak lanse etti. Ancak gerçekler olduğu yerde kaldı. Şimdi gelinen aşamada iki cami arasında binamaz kaldı. Hiç kimsenin güvenmediği ve itibar etmediği bir pozisyonda. Ayakta kaldığı son umudu Kürtlere karşı saldırılarla milliyetçiliği azdırarak ayakta kalmaktı. Onun da olmadığı, evdeki hesabın çarşıya uymadığı ayan beyan ortaya çıktı. Federal Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılar dördüncü ayına girmesine rağmen sonuçsuz kaldı. Şengal ve Rojava’ya dönük saldırılarla bunun üstü örtülmeye ve mümkünse yeni bir propaganda kapısı aralanmak istendi.
Bir süredir Şengal, Mahmur ve Rojava’ya yönelik sivilleri hedef alan fütursuzca bir saldırı kampanyası var. Bunun için kirletilen tüm testilerde kana kana su içmeler var. Ne var ki Erdoğan ve iktidarını kurtaracak bir sonuç alınamadı. Direnen Kürt halkı rafine kötülüğü tarihin çöplüğüne göndermeye kararlı. Savaş üzerinden ayakta kalmaya çalışan gemiyi batırdı. İçerde ve dışarda tüm gözaltı, tutuklama, saldırı ve katliamlara rağmen milim geri adım atılmadı. Kürt halkının istikrarlı direngenliğini, direnişini ve mücadelesini gören güçler her geçen gün daha fazla Erdoğan’ın istikrarsızlığına mesafe koyuyor.
Kürdün yenilgisi üzerine inşa edilmek istenen “saadet” iktidarı bir halkın direnişiyle güneşi görmüş buz gibi eriyor. Kürt düşmanlığı Erdoğan’ı her dala sarılmaya itiyor. En trajik dal ise elbette Beşar Esad oluyor. Yıllardır her gün küfrettiği Esad ile görüşmek için her nevi fırıldaklığa başvuruluyor. Çaresizlik, korku ve panik o kadar görünür olmuş ki ipleri tamamıyla Rusya’nın elinde olan Beşar Esad, Rusya’nın tüm telkinlerine rağmen Erdoğan’a görüşmek için şart koşuyor. Son olarak Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’nin Suriye içindeki yeni saldırılarına izin verilmemesi gerektiği uyarısını yaptı. Aynı saatlerde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Türkiye’nin hava saldırılarında sivilleri vurduğu ve bundan duyduğu rahatsızlığı ifade etti.
İçerde büyük bir başarı olarak lanse edilen ancak aklı başında herkesin, “kısa vadede propaganda değeri olsa da sürdürebilirliği yok” dediği “denge siyaseti” alarm zilleri çalıyor. Yani dış politikada da gemi karaya oturmuş. Gidecek yol kalmadı. İşte Erdoğan’ın korkusunu geminin içinde olduğu bu vahim vaziyettir. Oysa hikâyenin sonu böyle olmayabilirdi. Kürt halkıyla savaş yerine barış yolu denenebilirdi. Ne bu kadar ABD ve Rusya’ya muhtaç olunurdu, ne körfez ülkelerine birkaç dolar için el açılırdı ne Esad’a saldırılır ne de bugün medet umulurdu ne de Türk lirasını terk eden Türk’e liraya sahip çıkma propagandası ve çağrısı yapılırdı.
Korku ve paniğine rağmen Erdoğan hala Kürtlere saldırılardan vazgeçmiş değil. Ortağıyla birlikte son ana kadar bu saldırıları sürdüreceklerinden kimsenin kuşkusu olmasın. Ancak bu saldırganlığın sonu şairin dediği gibi, “öldürdükçe tükenmekten” başka bir şey olmayacaktır. Son yedi yıl bunu çok açık bir şekilde gösterdi.