İçeride geçen 8 ayı ‘daha çok kitap, daha fazla edebiyat’la anlatan Bakırköy Cezaevi’ndeki Gezi Davası tutuklusu Çiğdem Mater, “Bu aralar Hannah Arendt’le aşk-hayranlık arası bir ilişkim var mesela, Halide Edib’le aşkla nefret arasında süren tansiyonlu bir birliktelik, Yakup Kadri’yle şaşırtıcı bir sevgi” diyor ve ekliyor: “Kitaplara ve yazarlara sığınmak çok iyi geliyor insana…”
İçişleri Bakanlığı’nın verileri, Gezi direnişine Bayburt ve Bingöl hariç ülke genelinde 2,5 milyon kişinin katıldığını söylerken, Gezi direnişinden yargılanıp ceza verilmiş 8 kişi var.
Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet verilen davada, 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ve Can Atalay kapatıldıkları Silivri ve Bakırköy cezaevlerinde 8 ayı tamamlamak üzere…
2013’ün 28 Mayıs günü başlayıp aylar boyu süren eylemler, toplumsal mücadele tarihine en görkemli direnişlerden biri olarak çoktan geçti.
Eylemlerden yaklaşık 9 yıl sonra verilen hapis cezaları, ‘davanın tamamen siyasi’ olduğunu söyleyen argümanlardan sadece biri oldu.
600 sayfalık ‘gerekçeli’ kararda niçin tutuklu olduklarına dair tek bir cümle bulunmadığını söyleyen Gezi tutukluları; delilsiz, sorgusuz/sualsiz, haksız/hukuksuz cezaevlerine kapatıldıklarını anlatmış, avukatlar “Suçlu yok, suç var” yorumunu yapmıştı.
Onlar cezaevlerinde 8 ayı geride bırakırken, Bakırköy Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu’ndaki Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve Mine Özerden’e seçim sürecine girerken davanın seyrini, cezaevi günlerini ve cezaevindeki diğer kadınları sorduk.
Sorularımızı “Hukuksuzluk, sadece biz yedi kişinin meselesi değil. Koca bir ülkenin adalet sisteminde dev sorunlar var ve hepimizi etkiliyor” diyen ve 59. Altın Portakal Film Festivali’nde Kurak Günler filminin yapımcılığıyla Cahide Sonku Ödülü’nün de sahibi olan Çiğdem Mater yanıtladı.
Gezi Davası’nın hukukla ilgisinin olmadığını defalarca kez ifade ettiniz ve edildi. Gezi Davası’nın akıbetini seçim sürecine girerken nasıl görüyorsunuz? Dava, bundan sonra nasıl bir seyir izleyebilir?
Bizim için dört, Osman Kavala için beş yıla yakın-üstelik tutuklu olarak süren- beraatler ve yeniden yargılamalarla geçen bir sürecin ardından 25 Nisan’da tutuklandık. Nisan ayından bu yana Mücella Yapıcı ve Mine Özerden ile birlikte Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’nda ikamet ediyoruz.
Avukatlarımız gerekçeli kararın açıklanmasının hemen ardından haksız tutukluluğumuza hem istinaf hem de Anayasa Mahkemesi’nde itiraz ettiler. Tayfun Kahraman, Can Atalay ve Mücella Yapıcı’nın Anayasa Mahkemesi (AYM) başvuruları iddianamemizde imzası bulunan ve sonrasında AYM üyeliğine getirilen İrfan Fidan tarafından “usul”den reddedildi.
Mine Özerden, Hakan Altınay, Osman Kavala ve benim AYM başvurularımızda ise henüz bir ilerleme kaydedilmedi. Dosyamız Eylül ayından bu yana İstinaf Mahkemesi’nde “değerlendirilmeyi” bekliyor ancak orada da henüz bir ilerleme olmadı.
Tutukluluğa rağmen bu “kaplumbağa hızı” dosyanın hukuki değil siyasi olduğunun bence başka bir kanıtı. Siyasetin bunca karmaşık olduğu bir dönemde, bizim dosyamızla ilgili müspet ya da menfi karar almak pek tabii kolay değildir, o yüzden süreci uzatmak pek çoklarının kolayına gelebilir.
Bir gün bile hapiste kalmaması gerektiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) iki kararıyla kesinleşmiş olan Osman Kavala beş yılı aşkın süredir, bizler de sekiz aya yakın zamandır hapisteyiz.
İstinaf Mahkemesi, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararını bozarken, dosyanın dört konuda yeniden değerlendirilmesini istemişti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi hakkımızda hüküm kurarken İstinaf Mahkemesi’nin dört talebinden hiçbirini değerlendirmedi, dolayısıyla İstinaf Mahkemesi’nin haksız yere tutuklanmamızı “görmeyeceğini” varsaysak bile, kendi talepleri yerine gelmediği için hükmü bozması gerekir. Böyle olup olmayacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
AİHM kararları uygulanmazken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesi göz göre göre ihlal edilirken, hukuki süreçten ne beklemeliyiz, gerçekten bilmiyorum.
Bakırköy cezaevinde 8 ayı geride bıraktınız. Maruz bırakıldığınız hak ihlalleri söz konusu mu, temel ihtiyaçlara erişimde sıkıntı yaşıyor musunuz? İhtiyaç duyduğunuz yayınlara ulaşabiliyor musunuz? Cezaevi yönetiminin keyfi/hukuk dışı uygulamaları var mı?
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu, Türkiye’deki bütün cezaevlerinde yaşanan kapasite aşımı sorununu yaşıyor tabii ki. 500 küsur kişi için inşa edilmiş bir binada, bin küsur tutuklu ve hükümlü var. Burası insani şartları iyi ancak fiziki şartları kötü bir yer.
Kapasite sorunu beraberinde gündelik hayata dair pek çok aksamayı getiriyor, kitap sayısından çamaşır yıkamaya ya da görüş sürelerine kadar pek çok gündelik şey cezaevi kapasitesinin iki katından fazla kadın kapatıldığı için ciddi bir sorun olarak geri dönüyor.
Bakırköy tutukevini kimlerle paylaşıyorsunuz? Cezaevindeki diğer kadınlar kimler ve bu kadınlara yöneltilmiş suçlamalar neler? Cezaevinde adli suçla yargılanan kadınların hukuk hizmetine erişimi ne durumda?
Bakırköy’deki bin küsur kadından 200-250 kadının siyasi davalar nedeniyle tutuklu ya da hükümlü olduğunu tahmin ediyorum, tabii elimde resmi rakamlar yok. Bu hesapla yaklaşık 800-850 kadının adli suçlardan burada olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadınların yaklaşık 300’ü Türkiyeli değil, başka ülke vatandaşları.
“Buralı olmamak” beraberinde ailesizliği, arkadaşsızlığı, parasızlığı ve adli yardıma pek de erişememeyi getiriyor. Genelde baktığımızda da cezaevindeki adli mahpuslarda çok ciddi bir derin yoksulluk göze çarpıyor, ekonomi dışarıda hayatı ne kadar etkiliyorsa, burayı misliyle etkiliyor.
Adli nedenlerle burada tutulan mahpus kadınların pek çoğunun avukatı yok, hukuki süreçlere dair destek alamıyorlar. Pek çok kadının gerekli adli yardıma erişebilirse, tahmin ettiklerinden çok daha önce tahliye olabileceklerini düşünüyorum.
Kadınlar, hayatta ve dışarıda olduğu gibi içeride de misliyle mücadele etmek zorundalar, o yüzden dışarıdan içeriyle dayanışma ağları kurulmasını çok önemsiyorum.
Cezaevinde günler nasıl geçiyor/neler yapıyorsunuz? Okuduğunuz/ etkilendiğiniz kitaplar hangileri?
Cezaevinde ilk günlerden beri bizi hiç yalnız bırakmayan avukatlar ve milletvekilleri sayesinde vaktimizin hatırı sayılır bir kısmı avukat görüş alanında geçiyor. Gündelik rutini okumak, yazmak ve televizyon etrafında şekillendirdim, hiç ama hiç el becerim olmadığı için incik boncuk yapanları ancak gıptayla izleyebiliyorum.
Eylül ayı itibariyle Açık Öğretim’de siyaset bilimi okumaya başladım ayrıca cezaevinde Mine, Mücella ve ben resim kursuna başladık geçen hafta itibarıyla Ben çöp adam bile çizemem, ortaya ne fena şeyler çıkacağını merak ve korkuyla bekliyorum. Ayrıca Arapça öğrenmeye başladık, alfabe biraz zor ama bir yandan çok heyecanlı.
Her ne kadar istediğimiz kitaplara erişmek bir mesele olsa da fena olmayan bir okuma ritmi tutturdum. Pek çok farklı telden okuyorum, daha önce hiç okumadığım ya da çok gençken okuyup pek de bir şey anlamadığım yazarlarla vakit geçiriyorum.
Bu aralar Hannah Arendt’le aşk-hayranlık arası bir ilişkim var mesela, Halide Edib’le aşkla nefret arasında süren tansiyonlu bir birliktelik, Yakup Kadri’yle şaşırtıcı bir sevgi…
Şu anda önümde Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri, Yakup Kadri’nin Atatürk’ü, hep çok sevdiğim Paul Auster’in yıllar sonra yeniden okuduğum, Yanılsamalar kitabı var mesela.
Svetlana Aleksiyeviç ve Sebastian Haffner bütün kitaplarıyla zor, düşündürücü ama şahane yoldaşlar oldular bana. Kitaplara ve yazarlara sığınmak çok iyi geliyor tabii insana.
Dizilerle de aram fena değil. Yargı’yı ve Kızılcık Şerbeti’ni merakla izliyorum. Kızılcık Şerbeti’ndeki iki farklı dünya burada sohbetlerimize de konu oluyor.
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü cezaevinde karşıladınız. Ülkenin hak/ hukuk tablosuna ilişkin ne söylersiniz?
10 Aralık İnsan Hakları günü aynı zamanda Osman Kavala’nın hala uygulanmayan AİHM kararının açıklanmasının üçüncü yıldönümü idi. AİHM, 10 Aralık 2019’da Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına hükmetmişti. Ülkenin hak/hukuk tablosuna dair çok manidar bir yıldönümü olduğunu düşünüyorum.
Öte yandan, Gezi ve bizler, hikayeleri ve haliyle uğradıkları haksızlıklar daha çok bilinen insanlar olduk ama Türkiye’nin dört bir yanında cezaevlerinde haksız, hukuksuz, iddianamesiz, kanıtsız, tutuklu ya da hükümlü o kadar çok insan var ki, illa siyasi de olması gerekmiyor. Biz burada adli nedenlerle tutuklu olanların da yargılama sürecinde uğradığı hak ihlallerine tanık oluyoruz.
Adil yargılanma ve yaşanan hukuksuzluk, sadece biz yedi kişinin meselesi değil. Koca bir ülkenin adalet sisteminde dev sorunlar var ve hepimizi etkiliyor.